KAPININ
DIŞI
Kahve içebilmek için suyu, istediğin
kitabı okumak için kargoyu, gezmek için tatili, sevmek için doğru zamanı
bekliyoruz. İstisnasız hepimiz her an bir beklenti içerisindeyiz. Beklemek...
Hayatın tamamını kaplayacak kadar büyük puntolarla içimde yer alan bu bekleme
duygusuna ait tüm zamanım. En kötüsü beklediğimin ne olduğunu bilmeden; eşkali
belirsiz bir heyecanı beklemeye ait oluşum. Bazen benim yerim burası, bu
boşlukta beklemeye alışmalıyım diyerek oturmaya kalkıyorum, bazense aniden bağırarak,
bir çığlıkla bu boşluğu dolduracak parçayı aramaya çıkmak istiyorum.
Nereye gidebileceğini sanıyorsun Ümit Bey.
Sen şu koltuktan kalkıp mutfağa gidemeyecek kadr tembelsin. Ayrıca mutfağa
kahve koymaya diye gidip geri geldiğinde canım çay içmek istedi diyerek
sırıtacak kadar da kararsızsın.
Haklı.
Aklımdaki radikal kararlara bir beden, bir neden bulana kadar onlar birer lamba
gibi çoktan yanmış ve sönmüş olurken benim kararım farklı bir renge çoktan
kaymış oluyor. Kendi içimdeki tartışmalardan başlayarak her şeye muhalif bir
kibirle yaklaştığım halde hiç biri için bir çözüm önerim de yok. Durmadan
eleştirdiğim toplumun küçük bir minyatürü değilim de neyim?
Bırak şimdi ince mesajlarla kafa ütülemeyi. Kendindeki
sorunlara cevap buldun da kapının dışındakiler kaldı. Bu dairede iyice üstüne
sinen yalnızlık kokusuyla yaşamaya tutuldun. Gerçek biriyle konuşmayı unuttun,
en son ne zaman biriyle gerçekten konuştuğunu da hatırlamayacak kadar zaman
geçti üstünden...
Gerçek bir
yaşamın nasıl bir his olduğunu unutmuş olabilirim. Yalnız bunu ben mi seçmiştim
yoksa beni bu odaya ötekiler mi kapatmışlardı? Ben her elimi uzattıımda kalın
bir yalanla elime vurulmadı mı? Ben her yüzümü güneşin sıcaklığı diye ışığa
döndüğümde yüzüm sahte bir gülüşle gölgelenmedi mi? Her seferinde en güzel
kelimeleri doldurup cebime, en güzel hikayelerimi giyinip üzerime hevesle
kapıya yöneldğimde aynı şey olmadı mı? Aralık sandığım tüm davetkar kapıların
korkuya boyalı bir düş olduğunu görmedim mi? Şimdi kalkıp bu rüyadan senin
gerçek diye çağırdığın o kapıya doğru yeniden yürüme gücünü nasıl bulacağım.
Hislerim yatağa düşmüş bir yaşlı gibi öyle hüzünlü bakıyorken bir yandan da
ölsem de kurtulsam diyor, duyuyor musun acaba... ben nasıl gerçekten
yaşayacağımı öğrenemedim bir türlü, neden?
Çünkü
hala kendini çok önemsiyorsun. Bu kibre bulanmış çok bilmişliğin yaşamının
ağzına sıçıyor, farkında bile değilsn. Her kapı çaldığında ölüm gelmiş gibi
saklanıyorsun koltuk altlarına. Bırakmıyorsun üzerindeki tozu silkelesin
meltemler, izin vermiyorsun sımsıkı kapalı perdeleri açsınlar. Hem fena mı olur
evde bir neşe dolaşıp “ haydi kalk artık
tembel herif “diye takılsa sana. Ama sen yummuşsun gözlerini ötekiye, bir ben
diyorsun en çok ben. Ya sen diye sormaktan acizken hep seni sorsunlar istiyorsun
en bencil haliden. Hiç öyle başını duvarlara çevirme Ümit efendi! Cevapların
ölülerin bakışlarında değil, yaşayanların sıcaklığında. Kaybettiğin tüm o
yüzler inan artık seni duyamaz. Korkuyorsun Ümit, korkmam diyerek saydığın ne
varsa korkuyorsun, en çok da kendinden!
Hangimizin yok korkuları hah? Tercübelerimiz aslında korkularımız oldu. Z
raporunu alıp bilinçaltına bıraktığımız her gün korkularımız çoğalıyor.
Büyümenin korkusu, sokakta ansızın saçma bir yüzden ölebilme korkusu, sevgi
korkusu, sevgiliyi öpme korkusu, geleceğin korkusu, kendini arama korkusu...
uzayıp giden bu listenin hep en tepesinde de kendi adımı görüyorum hem kendi
hem öbür yaşamların sayfalarında. Beni
koca bir korku olarak sayıyor bu dünya. Kendi sınırlarının dışındaki herkesi korku
listesine koyuyor, en çok da beni.
Bireyselleşirken bencilleşilmiş bir gelişimin son halkasındayız sanki ve
herkes kendine sorulsun istiyor korkular. Kimse ya sen demiyor, kendine
anlatmak için sıra gelmez diye. Acılarının sebebini söylemeye gelmiyor, çünkü
tam oradan esiyor yalnızlığı yeni insanların... kabuğumuzda hiç bir his
kalmamış ve tüm kapılar kapalı. Kapıları kapatmak yeni bir intihar yöntemi
buralarda. Hiç bir intiharın şahitsiz olmayacağını bildiğimizden ötürü de kapım
çalınıyor – müsaitseniz sizden bir fincan ömür alıp onunla birlikte ölme
niyetimiz var. Bunu diyenlerin canı ne kıymetli. Benim kalbime sıkıp, kurşun
hep onların fikirleri sadece yaralı. Ben eksik kalırken her seferinde sahi
onlara n’oluyor? Ölümden sonrasını yazamıyorum çünkü.
Gece mi bizi
bu kadar soğutan herkesten, önce kendimizden, yoksa gerçekten tahammülsüzleştik
mi? Kelimeler mi sığ artık yoksa yapılandırılmış iyi bir diyalog yaşanmıyor mu?
Korkuyorsun ey kapının arkasındaki gölge. Biliyorum. Bildiğimi bildiğini de
biliyorum. Öyleyse ne bu korku bu ölme arzusu. Hiç sordun mu hem boşluğuma
bakarak “ sen hiç korkuyor musun “ diye. Sorsan cevap olarak hep şu yankıyı
duyardın : korkma ben varım, yalnız değiliz. Bir şeyin ışığı yakması, bizi
uyandırması gerek. Anladın mı!
Bağırma ulan! Herkesin haklı olduğu modern
dünyayı da artık kabul et ve sesini alçalt. Ya kapını hep açık tutmaya ya da
kapalı kapılar ardında kalmayı öğrenmeye bak. Dünya da elimizdekiler de bu
kadar. İnsanız hepimiz, ötemiz yok. Her aklına geleni suçlayarak bir yere
gittiğini sanma. Karaktersizliğin her ucu hepimize değiyor ve yanıyoruz. Söndür
artık nefretini. Önce kendini dindir.
Gene haklı. Kendimle anlaşıp kucaklaşırsam ancak masaya
oturabiliriz. İstekler dökülür
eteklerden, hayat onayına sunulur ortak bir anlaşmaya imza atılmış kaderimiz.
Bir hatıra olabilirim sonunda, gerçekten yaşanmış.
Artık pencereden bir nefes almanın vakti
geldi anlıyor musun.....
Kaynadığını haber veren su aklımdaki konuşmaları dağıttı. Yarım kaldı
sesi. Bir kahve içtikten sonra kapının
dışına çıkarım artık. Vakti geldi.
Mutfağa
giderken açık pencereden gözüken biraz gökyüzüne gözüm kayıyor. Her şeyi şu
mavilikte bir gün ölmek için yaşıyoruz. Anlıyorum...
ŞABAN SARI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder