Pages

Ads 468x60px

20 Ekim 2016 Perşembe

KAPININ DIŞI

KAPININ DIŞI
                Kahve içebilmek için suyu, istediğin kitabı okumak için kargoyu, gezmek için tatili, sevmek için doğru zamanı bekliyoruz. İstisnasız hepimiz her an bir beklenti içerisindeyiz. Beklemek... Hayatın tamamını kaplayacak kadar büyük puntolarla içimde yer alan bu bekleme duygusuna ait tüm zamanım. En kötüsü beklediğimin ne olduğunu bilmeden; eşkali belirsiz bir heyecanı beklemeye ait oluşum. Bazen benim yerim burası, bu boşlukta beklemeye alışmalıyım diyerek oturmaya kalkıyorum, bazense aniden bağırarak, bir çığlıkla bu boşluğu dolduracak parçayı aramaya çıkmak istiyorum.
            Nereye gidebileceğini sanıyorsun Ümit Bey. Sen şu koltuktan kalkıp mutfağa gidemeyecek kadr tembelsin. Ayrıca mutfağa kahve koymaya diye gidip geri geldiğinde canım çay içmek istedi diyerek sırıtacak kadar da kararsızsın.
            Haklı. Aklımdaki radikal kararlara bir beden, bir neden bulana kadar onlar birer lamba gibi çoktan yanmış ve sönmüş olurken benim kararım farklı bir renge çoktan kaymış oluyor. Kendi içimdeki tartışmalardan başlayarak her şeye muhalif bir kibirle yaklaştığım halde hiç biri için bir çözüm önerim de yok. Durmadan eleştirdiğim toplumun küçük bir minyatürü değilim de neyim?
            Bırak şimdi ince mesajlarla kafa ütülemeyi. Kendindeki sorunlara cevap buldun da kapının dışındakiler kaldı. Bu dairede iyice üstüne sinen yalnızlık kokusuyla yaşamaya tutuldun. Gerçek biriyle konuşmayı unuttun, en son ne zaman biriyle gerçekten konuştuğunu da hatırlamayacak kadar zaman geçti üstünden...
            Gerçek bir yaşamın nasıl bir his olduğunu unutmuş olabilirim. Yalnız bunu ben mi seçmiştim yoksa beni bu odaya ötekiler mi kapatmışlardı? Ben her elimi uzattıımda kalın bir yalanla elime vurulmadı mı? Ben her yüzümü güneşin sıcaklığı diye ışığa döndüğümde yüzüm sahte bir gülüşle gölgelenmedi mi? Her seferinde en güzel kelimeleri doldurup cebime, en güzel hikayelerimi giyinip üzerime hevesle kapıya yöneldğimde aynı şey olmadı mı? Aralık sandığım tüm davetkar kapıların korkuya boyalı bir düş olduğunu görmedim mi? Şimdi kalkıp bu rüyadan senin gerçek diye çağırdığın o kapıya doğru yeniden yürüme gücünü nasıl bulacağım. Hislerim yatağa düşmüş bir yaşlı gibi öyle hüzünlü bakıyorken bir yandan da ölsem de kurtulsam diyor, duyuyor musun acaba... ben nasıl gerçekten yaşayacağımı öğrenemedim bir türlü, neden?
            Çünkü hala kendini çok önemsiyorsun. Bu kibre bulanmış çok bilmişliğin yaşamının ağzına sıçıyor, farkında bile değilsn. Her kapı çaldığında ölüm gelmiş gibi saklanıyorsun koltuk altlarına. Bırakmıyorsun üzerindeki tozu silkelesin meltemler, izin vermiyorsun sımsıkı kapalı perdeleri açsınlar. Hem fena mı olur evde bir neşe dolaşıp  “ haydi kalk artık tembel herif “diye takılsa sana. Ama sen yummuşsun gözlerini ötekiye, bir ben diyorsun en çok ben. Ya sen diye sormaktan acizken hep seni sorsunlar istiyorsun en bencil haliden. Hiç öyle başını duvarlara çevirme Ümit efendi! Cevapların ölülerin bakışlarında değil, yaşayanların sıcaklığında. Kaybettiğin tüm o yüzler inan artık seni duyamaz. Korkuyorsun Ümit, korkmam diyerek saydığın ne varsa korkuyorsun, en çok da kendinden!
            Hangimizin yok korkuları hah? Tercübelerimiz aslında korkularımız oldu. Z raporunu alıp bilinçaltına bıraktığımız her gün korkularımız çoğalıyor. Büyümenin korkusu, sokakta ansızın saçma bir yüzden ölebilme korkusu, sevgi korkusu, sevgiliyi öpme korkusu, geleceğin korkusu, kendini arama korkusu... uzayıp giden bu listenin hep en tepesinde de kendi adımı görüyorum hem kendi hem öbür yaşamların sayfalarında.  Beni koca bir korku olarak  sayıyor bu dünya.  Kendi sınırlarının dışındaki herkesi korku listesine koyuyor, en  çok da  beni.  Bireyselleşirken bencilleşilmiş bir gelişimin son halkasındayız sanki ve herkes kendine sorulsun istiyor korkular. Kimse ya sen demiyor, kendine anlatmak için sıra gelmez diye. Acılarının sebebini söylemeye gelmiyor, çünkü tam oradan esiyor yalnızlığı yeni insanların... kabuğumuzda hiç bir his kalmamış ve tüm kapılar kapalı. Kapıları kapatmak yeni bir intihar yöntemi buralarda. Hiç bir intiharın şahitsiz olmayacağını bildiğimizden ötürü de kapım çalınıyor – müsaitseniz sizden bir fincan ömür alıp onunla birlikte ölme niyetimiz var. Bunu diyenlerin canı ne kıymetli. Benim kalbime sıkıp, kurşun hep onların fikirleri sadece yaralı. Ben eksik kalırken her seferinde sahi onlara n’oluyor? Ölümden sonrasını yazamıyorum çünkü.
            Gece mi bizi bu kadar soğutan herkesten, önce kendimizden, yoksa gerçekten tahammülsüzleştik mi? Kelimeler mi sığ artık yoksa yapılandırılmış iyi bir diyalog yaşanmıyor mu? Korkuyorsun ey kapının arkasındaki gölge. Biliyorum. Bildiğimi bildiğini de biliyorum. Öyleyse ne bu korku bu ölme arzusu. Hiç sordun mu hem boşluğuma bakarak “ sen hiç korkuyor musun “ diye. Sorsan cevap olarak hep şu yankıyı duyardın : korkma ben varım, yalnız değiliz. Bir şeyin ışığı yakması, bizi uyandırması gerek. Anladın mı!
            Bağırma ulan! Herkesin haklı olduğu modern dünyayı da artık kabul et ve sesini alçalt. Ya kapını hep açık tutmaya ya da kapalı kapılar ardında kalmayı öğrenmeye bak. Dünya da elimizdekiler de bu kadar. İnsanız hepimiz, ötemiz yok. Her aklına geleni suçlayarak bir yere gittiğini sanma. Karaktersizliğin her ucu hepimize değiyor ve yanıyoruz. Söndür artık nefretini. Önce kendini dindir.
            Gene haklı. Kendimle anlaşıp kucaklaşırsam ancak masaya oturabiliriz.  İstekler dökülür eteklerden, hayat onayına sunulur ortak bir anlaşmaya imza atılmış kaderimiz. Bir hatıra olabilirim sonunda, gerçekten yaşanmış.
            Artık pencereden bir nefes almanın vakti geldi anlıyor musun.....
            Kaynadığını haber veren su aklımdaki konuşmaları dağıttı. Yarım kaldı sesi.  Bir kahve içtikten sonra kapının dışına çıkarım artık. Vakti geldi.
            Mutfağa giderken açık pencereden gözüken biraz gökyüzüne gözüm kayıyor. Her şeyi şu mavilikte bir gün ölmek için yaşıyoruz. Anlıyorum...


 ŞABAN SARI



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...