Pages

Ads 468x60px

27 Eylül 2013 Cuma

Ruh Parçaları #120 -Unknown Pleasures-

   
Ruh Parçası #120

       UNKNOWN PLEASURES

       İçimde sevdiğim zamanlardan kalma bir his, içimde kocaman bir bayram heyecanı. Ağırlaşan dakikalara sığdıramadığım özlediğim bir duygu var; uzun zamandır beklediğim rüzgar sonunda yelkenimi dolduracak sanki, damarlarımda festival havası, nabzıma yetişemeyecek kadar yaşlı bir bedenle oturuyorum; heyecanlar uykumu yeniyor.
       Tarifi mümkün olsa da geçmişin kelimelere bu kadar ağır umutlar yüklemekte istemiyorum, ardımda saklayabildiğim kadar saklamak isterim tüm bu heyecanımı çünkü bilirim en çok umut zehirler heyecanları çünkü bilirim her umut tehlikelidir... Şimdi kafesimin içindeki özgürlüklerden bahsetsem de yetmeyecek öyküme; satır aralarımda kalacak dağınık düşler için mutlaka karşımda olmalı güzelliği, öyleyse tüm geleceklerin canına  değmesi için kaldırmak istiyorum gülüşlerimin kadehini. İşimizin fallara kaldığı köprülerden geçebilirsek, arka bahçedeki eğlenceye taşır bu heyecan bizi.
       Farklı duraklarda aynı anda saate bakıp, karşılıklı  gülmüş olabiliriz; ben bir kitabın arka kapağında ölümsüz bir kelebekle beklerken, sen kalabalık bir cadde de beni arayabilirsin. Asla bilemeyeceğimiz duygular dökülür eteklerimden, hissetmekten kaçtığımı söyleyebilirim dalgınlıkla bu arada; kararsız bir havada yanaklarından hem bir eylülü hemde diğer tüm mevsimleri seçebilirim, izin verdiği sürece zamanı ölümsüz saatlere ayarlayabilirim.
       Yorgun ölümlerden sonra Sur'a  üflenmiş ve yeniden başlamış gibiyim. Tanıdık sokaklarda bambaşka bir  meltem esiyordur ve dudaklarındaki melekte bu anı beklemiş gibiydi. Tanrı olsam cenneti bu resimden çizerdim ama ölümlü bir şair olarak ancak yazabiliyorum; yaşamak bir başka kıyamete kalmıştı belki de. Doğarken kurduğum ilk cümlenin bi' anlamı yoktu tabi ki, heyecandan hep; kendimi hissettiğim o ilk anda anladım Adem'in Havva ya kavuştuğunda ne hissettiğini ve yasak meyvenin neden o kadar çekici olduğunu. Mitolojik bir öykünün ilk cümleleri dökülüyor belki de saatler öncesinde....
       Kırk yıllık bir hatır için karşılıklı susmaya hiç vaktimiz olmadı. Düşünemedik bile belki de , sadece o an yaşadık ve unuttuk, unuttuk çünkü ağzına kadar geçmiş dolu fikirlerimizde yer açmalıydık yaşanacak gelecekler için. Gülmek bir buluta hiç bu kadar yakışmamıştı; heyecandan ölse bir gökyüzü o an günah sayılmazdı şüphesiz ki!
       Beceriksiz vedalarda harcanan son cümleleri kıskanır dilime dolanan suskunluklar. Uzun bir yol olsa belki ancak biter dallarımdan dökülecek güz yaprakları; yoruldukça dinlenebileceğim bir çınar bulunur mu soğuk caddelerde bilmem ama gözleri tüm yorgunluklara değecek kadar derinken kim düşünür ne kadar uzak olduğunu ölümün....
   
       Burada bitmez bu duygular sağanak bir heyecanın ardından karalanacak çok duygu var belki ama  son bir cümle yazılmalı bu mevsimin sonuna; bir başka şiire de konu olabilecek kadar iddialı üstelik

" Ve uzun bir ömrün yaprak dökümleri ardımda kaldı
Sonsuz Bir eylül bitiyor bu şehirlerde üstelik."*
*Eylül'e Şiir

Şaban Sarı



22 Eylül 2013 Pazar

Ruh Parçaları #119

Ruh Parçası #119

"Pazarlar Sevişmek İçindir"

"gün üzerine doğuyorsa zarardasındır" bir dede atasözü

Geceden devralınmış bir uykusuz sohbetin sabahı. Mezelerin ve anasonun cebine sıkıştırılmış kelimelerin tadı hala ruhumuzun damağında, akşamdan kalma dostlukların anısına fikirlerin en ufak bir şikayeti yok günü karşılamaktan. Ne söylediysek içimize üfledik karşılıklı, kimi sevdiysek yıldızlara sakladık isimleri ve başımız döndü ister istemez düşlerin haresi üzerimizde bir azrailken. Geleceğe dokunamayacaktık, geçmişi kurtaramayacaktık öyleyse zamanın neresinden tutunursak kardır diyerek anın koynuna sokulduk. Düşlerimizin farklı düşler peşinde koştuğu saatlerde biz onların kabusları olmamak için şişeler gibi dik durmaya çalıştık sabaha kadar.
"
Gözlerin uzaklar, sesin yabancı; rüyamda görsem tanıyamam ne yokluğunu ne varlığını
sevmekse işte böyle yabancı bir sevmek
meraksa eğer tüm dualarım içimizde büyük bir Merak tanrısı....

Düşündükçe bir saniye daha ölüyorsam ve ellerinsiz
ne fark eder cenneti ya da cehennemi insanların.
Arabesk acılardan damıtılmadı sözlerim
kor umutlarla dövüldü hayallerim, tutabilir misin bayan Tanrı?

Bir kaç duble sohbet içtim senden habersiz
Damarlarımda sıcaklığın akıyor farkında değilsin
Karşılıklı susamadığımız tüm saatlerin canına değsin 
Kaldır kudretli dudaklarını ve yokluğa içelim günahları 
ne dersin güzel Tanrı?"

diye bir şiir sığabilir  belki de tüm saatlere ve sızarsın soğuk kırmızı ve yalnız bir kanepenin derinliklerinde. Düşler ülkesinin delilik kapılarından geçerken adın yazıyordu sen yoktun, nerelerdeydi beklenenler kim bilir. Köşe bucak ararken güzelliğini, gerçek bir ses böler tüm pazar sabahlarını. Uykusundan uyandırılmış taze bir çocuk gibi huysuz ve öfkeliyim şimdi, güneş yakıyor mahmurluğumu, unuttum aklımın odalarında düşümü, hükümsüzdür; bulursan sen öper misin gündüzleri masumiyetimi? Çünkü bugün günlerden pazar sen olmasan da ve unutma pazarlar sevişmek içindir...

Şaban Sarı


19 Eylül 2013 Perşembe

Ruh Parçaları #118

Ruh Parçası #118    
       Yasaklar çoktan başlamış, akrep güne doğru koşar adım ilerliyorken beyaz bir kağıda sarılı alkol damarlarımızdan notalara doğru akıyor. Birbirinin cümlelerinden zevk alan iki delinin karşılıklı ölüme gün saydığı seanslardan birindeyiz yine. Tüm kişilerin  hayal ürünü olduğu bir yaşamın fragmanı da sayılabilir bu yazılacaklar, dikkatli olunuz: lütfen.
- Tüm günahların aklımın köşesinde biriktiğini ve huzursuz gecelerde yastığıma döküldüğünü hissediyorum Atlas. 
- Senin günahların başka inançlara göre ceza sayılır. Bana soracak olursan, kendi içinde kurduğun mahkemelerdeki tüm davalardan aklanırsın. Herkesin ölmek, öldürmek ve gitmek için sebebi vardır; seninki kendini aramak için acelen oluşuydu  ve tüm yaralarına rağmen  sen yaşamayı seçtin. Düşünme, rahat ol ya! Nerden aklına geldi bu vakitte doktor?
-  Derin kuyulardan avuçlarımla çıkardığım umutlara rağmen soracağın soru bu mu? 
- Merak ediyorum  doktor. Sen acı çekiyor gibisin ve ben seni anlamıyorum. Neden bu kadar acı doktor?
- Şu kafayla beni güldürme Atlas. Eğer canımsan, kanımda bir mikropsan, deliliğimsen ve sende beni anlamıyorsan bırak beni zamana.  Hayattaki tek acı ölümdür evlat. Ondan ötesi o insanların korkularından kaçmak için uydurduğu içi boş kavanozlardan başka bir şey değil. Hiç ölümün kenarından geçmemiş, hayatta değer verdiği bir ruhun yokluğunun soğukluğunu  hissetmemiş tüm insanlar için acı büyüdükçe büyüyor ve bizim gibi mühendislerin kelimelerine sarılmadan yaşayamıyorlar evlat. Duyguların esiri olmayacaksın asla, her şeyin bir zamanı vardır, vakit tükendiğinde gitmesini bileceksin....
-Eyvallah....

 Şaban Sarı



15 Eylül 2013 Pazar

Ruh Parçaları #117

Ruh Parçası #117

- Tüm hüzünlerin suçu zamana yıkılıp, günah keçisi ilan edilmesinden ne kadar da rahatsızım. Karanlık bir coğrafyada bedel ödetilen güzel ve masum bir kadın gibi geliyor gözüme; suçsuz olduğu biliniyor ancak en kalabalık meydanlarda ölümünü görmek daha az acı veriyor kendimize. Kolay olan hep suçlamak, yargılamak değil mi?
- Suçu ispatlanana kadar herkes masumdur. Tüm umutlarımızı emanet bıraktığımız, hatıralarımızı saklayan, kahkahalarımızı ölümsüzleştiren zaman için, gece yarısı davalarında kalemini kırmak adil değil, insanlık olarak adaletten uzak akıtırken nehri, nehir için adil olmalıyız. Kırılan kalemden akan mavi mürekkepli kelimelerin kıvrımlarını okuyabilsek belki de tüm bulutlar dağılacaktır. Kim bilir?
- yaşamlar başka yaşamlara daima geç kalırken, ölülerden cevap beklenmez evlat. Avuçlarımızdan göğe kendimizi uğurladığımız geçmişler asılı hala boş duvarlarımızda. Haklısın ama zamanın suçu yok, kelimeler çok ölümcül. Dokunduğu teni zehirli bir sarmaşık gibi sarıyor ve zamandan başka şahidi yok ruhların. Bir iç kanama gibi damarlarından sızan yaşamları tükendiğinde çok geç kalmış olsalar da anlıyor olmalılar, hiç bir şeyi erteleme lüksü yok kimselerin. Kelimeler söylenmek için var, aynaların sırlarına gizlemeyi bırakıp, dilimizi özgür bırakmalıyız....
- Başkaları için vaaz ettiğin bu kadar fikri, kendine kabul ettiremiyorsun doktor. Çaresini bildiğin bir hastalığı, tüm hastalar mutlu olmadan kendinde denemekten korkuyorsun ve bunu benden başka sana itiraf edecek kimse de yok. Yalnızlığında ne kadar da suskun kalıyorsun, nasıl yükselecek cümlelerin kokusu ve ruhların pencerelerinden girip dokunacak canlarına söyler misin? Duvarın ardına gitmekten başka çaren yok, biliyorsun...
- Gündoğumlarında başladığımız oyunumuz, gün dağların ardında turuncu bir ölümle son buluyor, kuşandığımız tüm maske ve yalanlar bu saatten sonra birer hayalet oluyor ve çırılçıplak kendi gerçekliğimizin içinde, kendimizden utanarak kala kalıyoruz. Geceler artık kime karşı oynadığımızı bilmediğimiz bu yaşam oyununda, bize şah-mat çekerek kazanıyor. Tüm yastık altı korkuları yüzeye çıkıyor, fikirlerin en nasırlı günleri kanıyor; gün ve beden ölürken aynı saatlerde hayaletler sarıyor dört bir yanı. Bir bedende iki farklı senaryoyu oynama telaşında ve bu kadar kaybetmişken aklımı hangisinin gerçek "ben" olduğunu; birinin kapısından içeri girip, onun hislerine tercüman olmak, ona iyileşeceğine dair vaatlerde bulunmak gözümde o kadar büyüyor ki, kelimelerim korkuyor evlat. Boğazımda kördüğüm olmuş bu kelime trafiğinde can veriyorum her gece.... Seher yeli toplarken kırıklarımı, gün doğuyor ve hiç ölmemiş gibi akıp giden sahte bir oyuna  devam ediyorum.
-Bunları yaşayan ve düşünen ilk insan değilsin doktor. Aramalısın, senin çaren senin gibi insanlarla olmak. Onları dinlerken, kendini anlatıyor olacaksın; aradığın cevapları bulacaksın doktor. Bu kadar ağır gelen kelimeleri tek başına uçurumun karşısına geçiremezsin. Ölüler uçamaz doktor, bir heyecanın kanatlarına ihtiyacın var.
- Şimdi tek ihtiyacım olan kabullenmek evlat. Kendimi kabullenmek. İlk olmadığımı biliyorum ama istiyorum ki benden sonra kimse dolaşmasın bu karanlık ormanın içinde. Yollarına cümlelerden fenerler bırakıp yollarını kolayca bulabilsinler ve kendime söylemesem de sana söyleyebilirim, sanırım umudum da o yollardan gelecek aydınlık bir ruhu bekliyor.
- Kaderleri etkileyip, onların yolunu değiştirmeyi düşlüyorsun doktor. Hayalperestlik artık moda değil.
-  Ruhlar ve hayaller konusunda yüksek ihtisas sahibi birinden, hayalperest olmasından başka ne beklenebilir evlat. Açık yaraların kabuk bağlamasına yardımcı olup bende kendi kanayan yaralarımı unutuyorum. Yeryüzünde eşit acı ve neşe var diyorlar; sonsuz acıya doğan bedenler cezalarını çekince sonsuz neşeye dönecek yüzleri, o zamana dek sevmeyeceğim kimseyi ve hayalperest olarak hatırlanacağım tüm 3 sevişmelerinde.
- Çok yara aldın doktor, kanlarınla aktın gittin uzaklara, dönmeyecek gibisin ama bekliyorum emanetin ellerimde. Seni çağıracak yağmurları bekliyorum. Yaramaz bir çocuk gibi yaralarını kaşımaktan bıkmadın mı hala? Kendine gel artık, başkaları kaçırmasın istiyorken ömrünü; sen kendi ömrünü feda ediyorsun ve işin en kötü yanı da kimse bunun farkında değil....
- Kimse için en ufak bi kaygım yok, eskimiş fotoğraflardan renkli gelecekler yaratamayız evlat. Resimlerde gülümsedik diye kimseyle mutlu olacağız diye düşünmedim hiç. Bırak onlar kötü desinler biz iyiliğimizi yatağın altında saklarız. İyilik fidanından kötü bir ağaç çıkmaz evlat ve iyiler ilk görüşte tanınmaz....
- Unutuyorsun doktor, hızlı verdiğin mücadelelerin izlerini, yavaşça sindirerek unutuyorsun. Bir gün doktor seni de birinde kaybedeceğim doktor.
- Bekleyeceğiz, bavul bavul kelime ve fikirle bu durakta ne kadar beklemek gerekirse o kadar bekleyeceğiz.
- Şuradakine bir soralım aşk'tan geçer mi diye doktor.
- Pardon Tanrım acaba aşktan geçer mi..
.....

Şaban Sarı





12 Eylül 2013 Perşembe

Ruh Parçaları #116

Ruh Parçası #116
    " Yolculuk Nereye ?  " " Ömrümden geçer mi acaba?"

      "Tek kişililik bir koltuğa tüm kalabalığıyla sığmaya çalıştı önce, biraz çabaladıktan sonra her şeyi bedenine tıkıp otura bildi, rahatsız bir şekilde. Solundaki aydınlıkta, karanlık yüzünü görünce önce korktu sonra anladı kendinden korkmasının ne kadar da gereksiz olduğunu. Bir gökyüzünden ayrı bir göğe doğru akacaktı birazdan zaman ve düşünerek hazırlıyordu kendini bu sessiz ve tek kişilik yalnızlık fikrine." diye düşünürken buldum kendimi. Hala en yeşil rengindeki rant değmemiş tepelere bakarken insan biraz dalgın olabiliyor. Hele ki bir tarafınızda yeşilin soluğu diğer tarafta ise suyun huzur mavisi varsa tek kişilik tüm bu yolculuklar sonsuzluğa varana kadar yapılabilir bence....
      Jaspers muhakkak alkollüyken bir dost ortamında söylediği şu söz yankılanıyor kafamdaki hücrenin dağınık duvarlarında" Felsefe her zaman yolda olmaktır."  Nefesimiz yettiğince yol alacağımız ömür maratonunda ölüme doğru vakitle yarışıyoruz. Her zaman farklı duygulara bürünen bir telaş, kalbi kırık bir merakla yol alıyoruz. Bu halde düşünmek ve sevmek için bu kadar az zamanımız varken, Jaspers yaşamın da felsefenin de bize asla dinlenme fırsatı vermeyeceğini, sarhoş dudaklarıyla anlatmış....
      Aynı hüzünlerde yıkanmış ruhlar arasındaki sınırları kaldırabildiğimizde ait olduğumuz yıldızları bulabileceğiz sadece. Şehirlere, duygulara ve öfkelere bağlı kaldıkça yolculuğumuz ya yanlış bir durakta son bulacak ya da daima kendimizi arka koltuklarda unutacağız. Kendimi ait hissettiğim en büyük sınır şu koltuğa oturan bedenim. İçimdeki ve hepimizin içindeki haylaz bir çocuk gibi kıvranan ruhumuzun önündeki engel bu kadar. Ne devletler, ne inançlar ne fikirler ; Ülkem, inancım ve tüm fikrim kendim! 
      Pek çok dilin korktuğu devrim ancak o ilk kıvılcım kendi önyargılarımız, inançlarımız ve fikirlerimize çakıldığı ve saman alevi gibi tüm ruhumuzdan önce dokunduğumuz yerlere sonra ise gözün ulaşmadığı yerlere  ulaşınca tamamlanacaktır. Ancak sonsuz bir huzura ermek böyle kendini erdemle yakarak gerçekleştirilebilir. Ömrümüze baktığımız pencere ne kadar dar ya da ne kadar geniş olursa olsun saygı çiçeği tüm pencerelerin önünde bir bayrak gibi dalgalanmalı. 
      Uzun gecelerin yolculuklarında ise eli hep kanlı bedenlerimizin. Kendimizi, arzularımızı ve hayallerimizi yastıklarla sayısız kez öldürdük. Kor demirlerle kanayan geçmişimizi dağlarken, geçmişimizden filizlenecek gelecek tohumlarını da yakarak hapsolduk zamansızlığa. Şimdi'yi de yakalayamıyoruz acımızdan inlerken. Geceler karabasan gibi çöktüğünde tüm soğukluğuyla, birde buna içimizdeki çığlık çığlığa kopan fırtınalar ekleniyor; dünyanın sessizliğine fikirlerin fısıltısı karışıyor; beden ruhla sonsuz bir savaş hazırlığındayken, duygular hangi safta yer alacağına karar veremiyor; aşklar ve nefretler arasındaki incecik çizgide bir cambaz gibi dengede durmaya çalışıyor hayatlar; tüm bunlar aynı anda gerçekleşirken tek başına dünyayı sırtlayan bir Atlas oluyor birey ve delirmemek içten bile değil. Şarkıları, şiirleri ve duaları delirmemek için yarattı insanlık şüphesiz ki!
   

      Yolculuklar bir gökten bir göğe yapılmıyor, düşünmek için bulduğumuz  bu tek fırsatta tüm yolculuklar içimize, kendimize yapılıyor. Düşünün abiler ablalar, düşünün ki ağaçlar hala yeşil ve canlı, fidanlar hala umutlu kalsın belki o zaman büyüklerin öfkesi diner....  
 
Şaban Sarı





9 Eylül 2013 Pazartesi

Ruh Parçaları #115

-sana bir isim bulamıyorum evlat. İçimdesin, konuşuyorsun ama sana seslenemiyorum, olmuyor evlat.
-beni dinliyorsun ya doktor o bana yetiyor. Sen isim koymayı sevmezsin zaten.
-Haklısın. İnsan korktuğuna, anlayamadığına isim koyar sırf daha az korkmak için. Duyguların sınırlarını çizip öyle yaşamaya çalışıyorlar. Dar alanda kısa yaşamlarında bir avuç hüzün, bir damla gözyaşı ve bir kaç kırık kelimeyle bir ömür yaşayabiliyor insanlar, anlamıyorum.
   Aşık olmak için kelimelere ihtiyaç duyanlar var, oysa gözler yeterli tüm bu sessizliği çığlık çığlığa inletmek için evlat. Sevgiye set çekiyorlar, kendi oyunlarına kurallar koyuyorlar sonra özgürlüğün kanatlarında sevişmeyi düşlüyorlar. Neden bu kadar dar bir bedende yaşamaya çalışıyor ruhlar evlat.
-Ruhları delirtmeden yaşayamıyor insanlar doktor. Dört duvar arasında tüm nidalarımıza kulak kapatıyorlar, kendi karanlık fikirlerinde huzuru arıyorlar.
-  Yüzlerinden düşen bin parça hep bu esaretten diyorsun yani.
- kendi özgürlüklerini kendi elleriyle hapsettiler doktor; gerçeğe kaçanlara deli dediler doktor hiç sıkılmadan. Görmediler, aynalar sırrına gizledi gerçeği, asıl deli kendi yüzleriydi....
- Hep mutsuz mu kalacak insanlar, güzel kadınlar hep bir gece yarısı soğuk kelimelere sarılıp mı uyuya kalmak zorunda olacak?
- Kimseyi zorlamadılar doktor, herkesin acısı kendine yettiği kadar büyüdü içinde, herkesin deliliği yamandı kor dikişlerle. Hüzün yumağının ipi kaderin ağına takıldı doktor, buralara gün doğmaz bi süre daha, tüm güzel kadınlar gölgelerinin arkasına saklanmıştır, umut etme vakti değil hiçte.
- Biz çok mu çirkiniz gölgemiz bizim arkamızda evlat. Bizden utanıyor mu yıldızlar da?
- yanılıyorsunuz doktor, ruhunuzun kafası güzel tüm yalnızlığınız bundan. Ayık hataların koynuna girmekten hoşlanıyor sarhoş kadınlar. Siz rakınıza devam ediniz, sohbetiniz bir hayli efkarlı bu gece?
- Efkarlı cümleler esiyor uzaklardan uzaklardan, sıkılacak gibi değiliz. Kalabalığımız yalnızlıklarına yeterdi oysa, değil mi ?
-Siz öyle diyorsanız doktor.
-Sesini açsana şu notanın, az daha bağırsın içimize doğru. Silinsin duvarlarımıza kazılı hatıralardan kalma tüm isler.
- Notalar temizlese de tozunuzu, renk hala en sevdiğiniz zamanların rengi doktor, unutabilecek misiniz kendinizi bu gece ? Hiç sanmıyorum. En sevdiğiniz heyecanınız hala gelmedi, bir yere gidemezsiniz.
- Haklısın, tüm bu duvarlara bakarak beklemekten başka çarem yok. Üzerime geliyor çizikler bazen, neden bu kadar uzun sürdü bu çiziklerin sızısı evlat?
-Siz tüm zamanınızı sırtınızdan akıttınız doktor. İzleriniz duvarınıza yansıyor,  acınızı anlıyorum.
-Bıçaklar insanlardan daha çok yakmıyorlar canımı...
- Üzülmeyin doktor, ben hala yanınızdayım.
- Şarkılara asılmış salıncalarda sallanan kuşlar hala geliyorlar mı kapımıza bir yudum muhabbet için evlat.
-Geliyorlar efendim, siz kendinizde değilken geliyorlar, hala çok ürkekler. Tutamıyorum ucundan kopmuş ömürlerinin ucunu, tutsam size getireceğim doktor. Kahvenizin hatırına size  getirip iyileştireceğim kırıklarını, gelmiyorlar doktor. Şarkılarınızdan korkuyorlar.
- Şarkılarım bir anlama geliyor olamaz evlat, sesim o kadar da gür değil!
- Siz ruhunuzdan söylüyorsunuz efendim, uzaklardan büyülü bir huzur vaad ediyorsunuz.
-hala huzurumuz var mı evlat?
- son fırtınadan sonra bir hayli azaldı efendim. Ama bir kaç ömre daha yetebilir.
- Hatırlatma bana kabuk bağlamış açık denizlerimi. Gemiler çoktan gittiler.
-Peki efendim. Yeter mi bu kadar ölüm bu gece?
-Yeter evlat, kelimeler hala can çekişiyor soğuk tenlerde.

Şaban Sarı

8 Eylül 2013 Pazar

Bilinmeyen Numaralar Servisi

Bilinmeyen Numaralar Servisi

—bilinmeyen numaralar servisi, buyurun.
—unuttuğum bir adın bıraktığım halini arıyordum, siz biliyor musunuz?
Gözümden uzak kaldıkça, gönüllerimizde ayrılık birikiyordu
Ellerden uzak durdukça eller, söylenemeyecek “seviyorum”lar
Zaman hiçbir şeyi düzeltmedi şimdiye dek, düzeltmeyecekte
Unutulmak her düşün kaderi olarak kalacak.

Geceler günah keçisi ilan edilecek, kızıl hüzünlerle aydınlatılacak şehir
Karanlığa gizli sırlar akacak gözlerimden
Ve ismini bilmediği tenlerde gezinirken aşk, unutulacak tüm sözler.

Gönüller arası sınırları ihlal eden düşler idam edilecek elveda uçurumlarında
Son sözü: beni güzel hatırlayamasanda, sakın unutma, olacak.
Uyandığında kirli bir sabaha, yatağın diğer tarafında koca bir boşluk karşıladığında seni
Sevincin ciğerini yakacak, anlayacaksın ki, gidenin yeri hiçbir zaman dolmayacak
Ve giden de bir gün seni unutacak!

Tuz buz olsa da anılar, içinden atmak uzun sürecek:
Sert geçen bir kışta uykuya dalacak acılarım,
Senden geriye kalan ölü sonbaharlar dökülecek zihnimden
Kurak bir yaz(ı)dan sonra rahmet kapılarında ıslanacak yaşlarım
Sonra baharla gelecek ve doğacaksın tekrar tekrar yalnızlığımda
Ama yeşeremeden sararacak adın artık tüm mevsimlerde.

Unutulacaksın sende, zaman kabuk bağladıkça iç kanamalarımda
Silik bir iz olarak kalacaksın tenimde.
Kader yazılmaya devam ediyor ve hala umudum var.
Konu sen olunca
Bir damla umutla, sayfalar dolusu ömür karalayabilecek kadar tutumluyum.

Yokum çok uzun gecelerdir kendimde, yalnızlık mesken edinmiş bizi.
Gittikten sonra hiç adım atamadım bana, hala izlerin var geçmişinde
Fakat tozunu aldığımda ruhunum, tekrar parlayacak güneş gecelerde.
Neşesi yok hala çağrılarımın, olacak!

Gönlüme ulaşamıyorum, alan kodunu unuttum aşkın; ezberimde değil numaran
unuttum

Tekrar yerleştim kendime, düşünüyorum kâğıtların ışığında:
Kaçırdığım cevapsız aramaları merak ediyorum
Tanrı hiç aramış mıydı acaba beni, benimle ilgili planlarını görüşmek için.
Konuşabilseydik zaman aracılığıyla ona iki çift sözüm vardı:
Gidenim ve onu geldiğim bu hayal ülkesinde istemiyorum Tanrım!

—burası bilinmeyen sevdaları unutma servisi, yanlış numara efendim
—yanlış olduğumu biliyorum, bende biliyorum kendimi ama o kadar kolay unutulmuyor
—alo, alo
—…

"Ş"aban "S"arı - ekim12








6 Eylül 2013 Cuma

Ruh Parçaları #114

Ruh Parçası #114
Sıkıcı ve Uzun Bir Gece Muhabbeti

-Ne kadar da sessiz ve yıldızsız bir gece...
-Sen sevmezsin böyle saatleri.
-Sevmem için bir sebep yok ki. Ruhumu emen sonsuz bir karanlıktan başka bir şey hissettirmiyor bana.
-Bu kadar sıkılacak kadar yalnız kalmak senin için bile iyi değil. Sen artık kalabalık yalnızlığınla anlaşabilecek kadar huzurlu değilsin. İçinde, lanetinle kuraklaşmış çöllerde yeniden yağmurlar yağıyor, hissediyorum. Filizlenen duygular canıma batıyor, farkında mısın?
-Elimde değil. Ben öldürmeyi iyi bilirim içimdekileri, hissettiklerimi büyütebilmeyi hala öğrenemedim. "Kurumuş kuyulardan su çıkarmaya çalışmayalım tamam ama en susuz yazlarımızda bize serinlik oldu geçmişimiz."  diyerek buradan yaşamımın her hangi bir kaderinden talihsiz bir şekilde geçmiş bulunan tüm kadınlara da pişmanlıklarımı iletmeden geçmek istemiyorum bu nursuz suskunluklardan.
-Kes saçmalamayı ve yazını yaz! Bırak artık şu sararmış kağıtlarda kalan gönül sancılarını. El cümleleriyle acı çekilmez, hem sen giderken hiç bu kadar duygusal değildin, gitmeyi de iyi bilirsin de şimdi mi aklına geldi "elveda" demek?
- o zaman elveda demek hiç bitmeyecek bir romanın kaldığım yerine ayraç koymak olurdu, oysa bi tek ben biliyordum yarım bıraktığım hiç bir şeye geri dönmeyecek kadar unutkan olduğumu. Gitmek en çok kalanın canını yakar sanıyorsanız insanlar, siz daha önce gitmediniz mi. Acılarınız sizin sakinliğiniz, hatıralarınız  sizin yükünüz her zaman. Kalan tüm ağırlıkları size miras bırakıyor ve her girdiğiniz kapıda gözler ilk yükünüze takılıyor. Gitmek kendinden bir parçayı geride bırakmadan olmuyor, kalmak belki anlık bir yağmur damlası fakat gitmek daima soğuk bir mevsimin tatsız hatırası oluyor.
- sen kendini hep bir yerlerde unuttun, çok geç kaldın ölmeye de biliyor musun, ölmek için bütün olması gerekir insanın yoksa Tanrının seni parça parça kabul edeceğini hiç sanmıyorum. Topla kendini biraz, yakışmıyor delikanlılığına. Her ne günahın varsa ben affediyorum seni. Zaten mühim olan da insanın kendini affedebilmesi değil mi şu burnu uzun dünyada.
-bi siktir git ya. Sen benden de sıkıcısın bu gece.
- İnsan kendine küfreder mi, ne kadar da ayıp. Geceleri ne kadar yalnız uzuyorsa sende o kadar sıkılıyorsun, yalnızlığın ruhunun dört duvarını daha da daraltıyor anlaşılan.
- Konuşabileceğim aynalardan çok keşfedebileceğim hayallere ihtiyacım var. Keşke bu kadar hızlı tatmasaydım yasaklarını cennetin. Zor zamanlar için heyecanlar saklamasını öğrenmeliyim.
-Sende herkes gibi kendi yaşadıklarını abartıyorsun, arabesk ruhlarınız ancak bundan anlıyor  sanıyorsunuz ama bizler yeryüzüne düşmüş milyarlarca dileği tutmamış yıldızdan yalnızca biriyiz. Işığımız bir başka güzellik olmadan bir şey ifade etmiyor, anlıyor musun! Abartma acıların bir başka acının kefesinde ağırlık etmeyecektir. Yaşamana bak
-Ne o ağlayacak mısın yoksa?
-Güldürme beni, yaşlarım tanıdık bir ölümün başında kurudular. Gözyaşlarımız kelimelerimizdir, diğer tüm öksüz şairler gibi.
- Şapkam yollarına dökülen saygı karanfilleriyle dolu, büyüğümsün.
-Gururlu bir gün daha dünde kalıyor, günler sanki hep dün. Gurur tüm gündüzleri tutmuş bırakmıyor, zaman benden değil, ben zamandan geçiyorum ve nerede tüm sevenler?
- Gurur'a gittiler gelmezler artık.
- Dolunay biliyor Sirius ona aşık, Sirius'ta haberdar Dolunay'ın hislerinden ama aralarında kocaman bir hasret, yakıyor dokundukça birbirlerine gündüzleri. Hasretler göğe yazılıyor, suya anlatılıyor, mektuplara akıtılıyor ama seven sevene nefretten başka güvercin gönderemiyor, çok saçma.
- İnsanoğlu saçmalamak için yaratılmış bence. Yaratılış amacı aşk'a, O'na varmakken insanlık savaşmayı, öldürmeyi tercih ediyor. Gerçekten çok saçmaladık.
- Eğer deliler olmasa ve sanatı keşfetmeselerdi geceler çok daha uzun ve karanlık olabilirdi. Alkol çıplaklığında daha özgür hisseden tüm ruhlar için söyleyelim gelecek şarkılarını, sevişmek varken tüm uzun gecelerde yalnız kalmak, hemde herkes herkesi ölesiye severken, gerçekten çok saçma!!!
- kim lan bu yalnızlar, neden yalnız kaldı güzel kadınlar çirkin adamların yataklarında. Geceler uzunken kısacık dakikalara sığma çabası niye! Nerede romantik akrepler arayan sarışın yelkovanlar, kızıl kanatlı hazlar dönüyor sıcaklığında kadehlerin, bekletmeyin!
- susalım da yalnızlıktan ölsün herkes, sonra yine geliriz.

Şaban Sarı




4 Eylül 2013 Çarşamba

MAKE LOVE NO WAR

MAKE LOVE NO WAR
Tek bir kıvılcıma muhtaç önlenemez bir yangın yerindeyimha koptu ha kopacak yaşamla ölüm arasındaki kıyamet. Savaş istiyor canı yanan yüreğim, diyetini ödetecek kaza eseri kopsada aramızdaki bağlar. Dişe diş, kana kan bir mücadele veriyorum yokluğunla varlığın arasında. Kin ve nefret arasında soluksuz kalan hoşgörü can çekişirken, Pandora hala kutusunda saklıyor o bi damla umudu, inatla! Hayat hiç adil değil, konu insan olunca.
Coğrafyamdaki şiddet ve ayrılık havasında mülteci yarınlarımın irticai failiyetten unutulan geçmişe sığınma talebini reddediyor Anı Yaşatma örgütü. Şimdi de kayıp zaman, yarında kaybolacak ceplerimin karanlık ve soğuk kuyularında oysa daha dün yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi akreple,  yelkovanla su sızmazdı aramızdan. Hayat hiç adil değil, konu aşk olunca; şimdi kanlı bıçaklıyım takvimlerle de.
Doğal bir afet güzelliğin, yüreğimin tam ortasından geçen fay hattını aşk adıyla faaliyete geçirdi, bi anlık sarsıntının etkisinin bir ömür süreceğini kimseler tahmin edemezdi. Yapılan resmi açıklamalarda, senin benden geçtiğin dakikalarda yıkılan boğaz köprüsünden dökülen sözlerim kaybolmuştu iç denizimde. Dört bir yanım yaşlarla çevriliyken hiçbir sözüm boğulamazdı belki ama bu kez çok şiire ateş düşecek ve benim can evim, ölümle tanışacaktı. Başsağlığı dilemeye gelecekler, yanımda olmak isteyecek başkaları; benim senden başka teselliye ihtiyacım yok, yok ulan! Gidin, siz gidin; hem yaşamım hem ölümüm olan O gelsin; bu kez ben sağolayım, vatan bildiğim tenim batsın, özgürlük dediğim sözlerim hapsolsun içime, bu kez aşkta ölsün! Sen olmayacaksan kapımı çalıp, usulca ruhuma sokulan, tüm sınırlar kalksın, aşkta ölsün artık ve yokluğunla baş edebilmek için yardım kampanyaları düzenlensin. Hayat hiç adil değil, konu biz olunca.
Sensizliğe sebep olan mevsimlermiş gibi intikam hırsıyla sınırötesi nefretler seslendiriyorum sonbahara karşı. Ölü ele geçiriyorum turuncu gündüzleri, elimde kalan hep soğuk ölüm geceleri. Masum tüm yapraklar biliyorum, biliyorum aramızda hala bizi ayıran kader. Aramızdaki hukuka uygun olsaydı cinnet, ayrılığın elebaşı hasreti bir gece yarısı yok eder, sonra gelir aşkına teslim olurdum. Hayat hiç adil değil, konu adalet olunca.
Nefretle yerle bir edilen cennetteyim, cehennem çok uzak değil, hududun öte tarafı yanıyor. Uzaklarda, bir maşanın üzerindeki kuklanın parmağı var bu savaşta; bu kez sağ olmasın Tanrı dahi, Cennet-cehennem savaşına kurban giden aşklar'da sağ olsun sol yanımızda artık! Tezkere bekliyorum yukarıdan, alır almaz koşacağım kaderin bizi ayırdığı an’a, keseceğim yolumuzun ayrıldığı köşe başında önünü, diz çöküp seveceğim geleceği! İşte o zaman hala adalet olduğuna, savaşmadan da, ağlamadan da mutlu olunabileceğine inanacağım; Tanrı’yı göreceğim, seni seveceğim.
Hayat hiç adil olmadı bana karşı, istediğim ne varsa uzak şimdi ellerimden. Belki de yeteri kadar istemeyi ya da hayallerimin peşinden gitmeyi istemedim. Hazıra alıştım, tek atımlık aşklar ister oldum. Bu yüzden yalnızlığımla verdiğim amansız savaş ve iki tarafta ağır kayıplar veriyor ruhundan; yorgunum, yorgunsun. Gözü dönmüş hislerimin, saldırıyorum çevremde kim varsa, yakıyorum, yıkıyorum ve buna adalet diyorum; kaybediyorum, kaybediyorsun… bilmiyorsun daha kim olduğunu dahi, öylesine sesleniyorum: Bitsin artık aramızdaki bu savaş; sevişme zamanı. Ellerimi uzatıyorum yokluğuna, tut ellerimi, bitsin bu Ortadoğumuzda süren savaş.

Hayat hiç bi zaman adil olmayacak, kimseye karşı fakat Tanrı hep adildir onu hatırlayanlara karşı.

Şaban Sarı
- 8.10.2012 tarihli yazı, diğer blogumdam buraya  (suriyeyle savaşa hayır demek için) aktarılmıştır.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...