Pages

Ads 468x60px

28 Ocak 2014 Salı

Ruh Parçaları #147"bazen öyle yapman gerektiği için öyle yaparsın"

Ruh Parçası #147
"bazen öyle yapman gerektiği için öyle yaparsın"
                                                                       1
Bazılarının en büyük korkusu birini incitme korkusudur. Bu korku onların ruhlarına sinmiştir ve ne kadar yağmur yağarsa yağsın üzerlerinden çıkmaz. Daha önce birini incittiği, onun hayatına ettiği için değildir bu korku. Sadece kendisi incinmek istemediği için başkasının da incinmesini istemez. Her şey karşılıklı... Karşılıklı bir korku içerisinde ürkek dokunuşlarla dokunsalardı insanlar daha önce bu kadar hayal kırıklığı içerisinde olmazdı belki de memleket. Tüm şehirlerin göğü paramparça ve her yağmurda birileri ölüyor... Birinin ölmesi için silaha ya da cinayet aletine ihtiyaç yok, bu göğün altında pekala insanlar hayal kırıklarının açtığı yaralardan sızan umutsuzlukla da ölebiliyor. Hepimiz  şimdi insanlık namına ayağa kalkıp haykırmalıyız çünkü hepimiz birilerinin katiliyiz. Bir şehirde iki insan karşılıklı çay içmekten bile korkuyorsa, iki lafın belini kırmak yerine, oturup makinaların başında gizlice gözlüyorsa birbirini ya da karşılıklı iki tek atmak yerine başkalarına anlatıyorsa isimlerini lütfen biri bu cinayetlerini üstlensin....
çünkü bazen öyle yapman gerektiği için öyle yapmalısın!
                                                                            2
Birini incitmekten korkanlar gerçekten cesur olmalılar. Kolay değil bu yaşta hakim olmak kendine. Mesela özlemi yeni keşfetmiş bir bebek annesine koştu diye neden ayıplanıyor, anlamak güç. Korkularla değil heyecanlarla yeşermeli gelecek, anlatabiliyor muyum? Hepimizin elleri kanlı, kabul edelim. Bu günahı örtemeyiz artık. Bazen öyle yapmamız gerekti ve yaptık. Abartmayın. Ölmedik, yaşıyoruz çok şükür... Her şey olması gerektiği şekilde devam ediyor, oyunu terk etmek korkaklığına gerek yok, önce konuşalım  çünkü yıllar sonra hala aklımızda birer kıymık gibi kalan bu korkaklıklar yüzünüden öleceğiz. Şimdi düşünmeyi bırak ve yap. Bazen her şeyi öyle yapman gerektiği için yaparsın. Basit bir kuraldır bu, yaşamın başka kuralı yok zaten.
                                                                       3
Saçmaladıkça açılır zihinler, bir kaç kere saçmalayın. "Asla" dediğiniz bir şeyi yapın şimdi.Çıkın dolaşın geceleri sokakları mesela. Şehirler gece güzeldir. Kadınlar da. Belki erkekler bile. Her şey gece gerçektir, karanlıkta yalan söyleyemez kimse... Belli bir saatten sonra her kelime birine aittir. Çok düşünmeyin, ben sizin yerinize her şeyi düşünürken gidin ve yaşayın lanet olası insanlar! Sonra gelin ve aynaya bakıp deyin ki
"bazen öyle yapman gerektiği için öyle yaparsın" "çok takma dostum rahatla hadi, kam onnnn!!"

Şaban Sarı


27 Ocak 2014 Pazartesi

Özledin mi?

bu gece de olmadı.
beklenen yine seni terk etme zahmetine bile katlanmadı.
Saat 3.
gecenin tam üçü.
ya Fikret Kızılok  arka fonda ya da başka manidar bir şarkı.
bu gece de olmadı. Beklenen beklenmeyi seviyor belli ki.

bu gece bir yerlerde biri seni özledi
sen birini özledin,
aynı kişi aynı kişiye de hissedebilir aynı şeyi
bir başkasına hissedebileceği gibi.
bu kadar çok aynı duyguya rağmen
Bi haber aktı gitti yaşam damarlarında insanın
bu gece de özledik, bu gece de özlendik
ruhumuz duymadı.

kelimeler öyle notaların sırtında uçtu gitti,
zaman da durmadı. kanatlandı.
bazen durur gibi oldu, seni yalnız bırakmayı istemedi ama
sen konuşmadın, sustun. çok ayıp ettin...
ayıba yüklenen suçlar kabardıkça kabardı defterimizde.

bu gece birileri muhakkak sevişti ayıp demeden
mutlu olmalarına gerek yoktu, denemeleri yeterdi.

bu gece kimileri hiç cesur davranamadı
baktı baktı ve sadece baktı.
uzaktan. öylece.
aklından geçenleri, aynalara söyledi.
sustu.
özlemek gecenin 4üne doğru sarktı
dayanılmaz bir hal aldı...
sızdı.

gece bu saatten sonra uzatmaları oynatıyor
sessizliğin dayanılmaz uğultusu içinde oynanıyor yaşam
birileri hep ofsaytta saklandığı sürece
bitmez bu.

kalk çayı ısıt
gerisini siktir et.

Şaban Sarı


24 Ocak 2014 Cuma

Ruh Parçaları #146: Kendime Mektup

Ruh Parçası #146

Kendime Mektup

Birazdan okuyacağınız mektup 20. yaşını doldurmuş, insan olma çabasındaki bir delinin kendine notlarıdır. Bu mektuptaki tüm kişi, düşünce ve kelimeler gerçekle uzaktan yakından sıkı bir bağ içerisinde olmakla birlikte, yazar ilk kez burada tüm samimi duygularını satır aralarına gizlemeden kendiyle paylaşacaktır. Lütfen aklınızın emniyet kemerlerini bağlayınız ve sadece okuyunuz.

not: okunduktan sonra bu mektup kendi kendini bir şekilde unutturacaktır.
                                            Tüm unutulanlara ve kaybettiğiniz hayatlara...
                                                                                                             Bir dost.
Sevgili Şaban,
       Bugün hayatının ilk yirmi yıllık periyodunun son günü. Hayatındaki pek çok insanın bildiği doğum hikayeni burada tekrar belirtmenin bir anlamı yok diye düşünüyorum. Ben senin içinde ve aklında tuttuğun, kelimelere dökemediğin ve bizzat her şeyine şahit olmuş yeryüzündeki tek insanım. Kendimi şanslı ya da şanssız hissetmediğimi belirtmek isterim.Tüm samimiyetimle her zaman seninle olduğumu bilmen belki sana biraz güç ve umut verecektir.  Bazı yazılarında beni "Atlas" olarak adlandırdın, bazen isim bulamadın. Bir kadının ardına sakladığın zamanlar kadar, kendi içine de sakladın beni. Çünkü biliyordun ki sana en iyi gelecek kişi yine kendindin, diğer tüm kişiler sadece buna yardımcı olacak güzel yürekli insanlardı... 
       Doğduğun an hayata karşı verdiğin savaş başladı. Henüz çok erkendi  savaşmak için... Sana  bu haberi verdiğim için üzgünüm  savaşın tüm bu yirmi yıl boyunca bitmedi, bitmeyecek. Devam etmelisin. Sana devam etme gücü vermesi için  hayatından bazı kesitler vereceğim, her tükendiğinde ayakta kalman için... 
       Büyük ve birbirine bağlı bir ailenin ilk evladı, ilk torunu, yiğeni.... yani her şeyi olmak kolay bir iş olmasa gerek. Yapacağın en ufak hata ardından gelen tüm kaderleri etkileyecekti çünkü. Her zaman bu yükün altında savaşmaya gayret ettin. Ve şimdiye kadar bir kez bile dizlerinin üzerine çökmedin. Kutlarım. Hayatın boyunca hissettiğin gibi gerçekten ilk olduğun için en çok sen sevildin. Bu sevgi hayatında hissettiğin ilk sevgiydi. Şimdi ölüme daha çok inansan da aşk'a inandığın zamanlar hep bu karşılıksız sevgi dolu günlerden başladı... 
      Sana dair hatırladığım  aklımdaki ilk anılar hep bu aileyle ve sana duyulan saygıya karışık sevgiyle alakalı. Belki bu mektubu okuyan pek çok insan aile konusunda kendini şanslı hissediyor. "Bir daha doğsam aynı aile içinde yer almak isterdim" diye içinden geçiriyor... Haklı olabilirler, aile hem toplumumuzu hem de kendi iç dünyamızı - karakterimizi- oluşturan ilk ve en önemli parça... Ailenin üzerine kurduğun 20 yıllık hayatın boyunca bu yüzden onlardan başkasına değer vermedin.... Babanne'nin annen kadar değerli olması belki de üzerindeki emeğindendir. Senin için değerli olan şeyler emek harcanmış ve karşılık beklenmemiş işlerden oluşuyor çünkü. Senin nazına ve inadına dayanabilen tek kadın belki de Babanne'n.. Seni elleriyle besleyen, koruyan, kollayan, bazen senin için ağlayan... Yeryüzündeki kadınların en güçlüsü. Doğayı sevmeni sağlayan, insana değer vermeni sağlayan kadın. 5 yaşında dağda bir başına kaldığın o bir kaç saatte hissettiğin korkuyu hatırla evlat. Ona kavuştuğunda duyduğun heyecanı ve mutluluğu... Biri tarafından karşılık beklemeden sevilmenin o dayanılmaz hazzını düşün... Tüm iyi niyetiyle bacağına ip bağladığınız o yeşil gövdeli böceğe hiç bir zarar vermeden eğlendiğin ve bunu o kadından öğrendiğin günleri unutma evlat... 7 yaşında ilk kez, uykulu gözlerle köy evi'ndeki salonun tahtası üzerinde karaladığın defterin sayfalarını düşün. Yazmaya karşı olan heyecanını ve isteğini. O evde senin merakını çeken tavan arasını düşün. Anlamaya ve sorgulamaya karşı dayanılmaz isteğin hep o günlerde başladı. Tüm tehlikesine rağmen risk almadan gerçeğe ulaşılmayacağını o zaman keşfettin, unutma. Unutmamalısın çünkü günler gelecek kendini o kadar yalnız ve tükenmiş hissedeceksin ki şu insan kalabalığında, işte o zaman bu anılara sarılmanı istiyorum evlat. Tüm kadınlara küssen bile yeryüzünde küsemeyeceğin iki kadından birini hatırla evlat! Hatırladığın kadar yaşayacaksın çünkü.... Anneni hatırla sonra. Herkes hayattaki tüm emeklerin karşılığını bir şekilde ödeyebilir biri hariç. Sen annene karşı emeğini asla ödeyemeyeceksin. Anneler karşılık bekleyerek bir şey yapmazlar. Sadece siz mutlu olun, daha iyi bir hayat sürün onlar için  yetecektir. Tabi ki birde hatırlanmak ister her insan. Yaşlılığındayken ve sen onun yaşındayken asla onu ve yaptıklarını unutma evlat. İlk kez evden ayrılıp, bilmediğin bir şehirde yaşamaya başladığında senin için akan yaşları, aylar sonra eve girdiğinde sesindeki titremeyi hatırla evlat... Yıllar sonra hala her yolculukta senin heyecanla bekleyen birileri olduğu için yaşa ve gülümse.
       Asla erkekleri sevmedin. Hatta onların basitliğinden ve bayağılığından o kadar nefret ettin ki, insanları hayatına alma konusundaki titizliğin konu erkek arkadaşlar olunca daha ince eleyip sık dokur oldun... Her şey dedelerinle başladı. Doksan küsür yaşındaki, aksakallı ve parkinsonlu o dünyanın en sıcak kanlı insanıyla başladı erkeklerle arandaki ilk güzel hatıra. Herkesin korktuğu ya da çekindiği insanlara ayrı bi sempati duyma huyun da onunla başladı. Aksi ve huysuz gibi duran adam kalbini yalnızca sana açtı. Evindeki o gizli odanın kapısını ilk sana açtığını kimseye söylemedin, söyleme. Sadece hatırla o an'ı. Öldüğü günü hatırlıyorum da hayatında hiç bu kadar huzurlu bir ölü görmemiştin. Sadece bir daha kalkmayacağı bir uykudaydı, senin saçını okşamayacak; sana yazı yazdırmaya çalışmayacaktı artık. Sakalları hala tüm gürlüğü ve temizliğiyle tabutun içinde yüzünde huzurlu bir tebessümle uzanıyordu. Ölüm bir insana ancak bu kadar yakışıyordu. Birine seni bıraktığı için kızmamayı ilk kez orada öğrendin.
    Dedenle devam ettin. Dürüstlüğün ve çalışkanlığın nereden geldiğini hatırlamak istiyorsan onu düşün. Sol iç cebinde daima çocuklar için duran akide şekerlerini ne çok severdin. "Her şeyin başı su" deyip dağlarda  adım adım su arayıp, ağaçları ve vahşi hayvanları susuzluktan kurtaran bir adamın torunu olarak doğa için direnmen çok normaldi. Soğuk köy akşamlarında, divanın içinde sırf sen üşüyorsun diye bacaklarını kendi yaşlı bacaklarıyla ısıtan adama saygını asla kaybetmedin... Büyüdükçe, hayatı tanıdıkça yani biraz asi ve anarşist olunca da bu saygını kaybetmedin. O seni, sen onu anladınız ne kadar farklı görüşlerden  olsanız da. İkiniz de doğru yol diye bir şey olmadığını, tek yolun O'nun yolu olduğunu bildiğiniz için birbirinize kırgınlıkla değil, şefkat ve anlayışla bakıyordunuz... Diğer deden büyük zorluklarla mücadele etmiş bir adamdı. Belki de herkes ona kızarken, kimse onu anlamazken; yeryüzünün tüm seslerine kulakları kapalıyken onunla konuşmaya çalşman bile ne kadar iyi niyetli ve samimi olabileceğinin  kanıtıydı... Unutma.
     Sana asla bir çocuk gibi yaklaşmayan ve seni yönlendirmek yerine, kendi yolunu bulmanı isteyen; babasından nasıl bir özgürlük gördüyse seni de o kadar özgür yetiştiren adam babandı. Babaların oğullar üzerindeki baskıcı etkisiyle değil, karakterine saygından ona büyük bir aşkla bağlıydın. "Babandan daha iyi bir adam ol" mottosunu benimsediğinde işinin kolay olmayacağını da biliyordun. Dürüstlüğün her şeyin üstünde olduğunu; kavga etmek yerine konuşarak anlaşılabileceğini öğrendin. Her şeyin  yeri ve zamanı olduğunu ve mutlaka bir kaç adım öte hamlelerin planlanarak yaşanması gerektiğini "aklındaki 40tilkiyi kuyrukları birbirine değdirmeden  seninle konuşan adamdan öğrendin. Ve "deli"liğini aldın babandan... 
    Kardeşlerini çok sevdin herkesten çok. Onlarla bazı dostlarınla geçirdiğin kadar çok zaman geçiremesen de onların seni sevdiğinden, "abi" olarak örnek aldıklarından asla şüphe etme evlat. Bu sana güç verecektir.
     "O kadar çok insan tanıdın ki, çok yoruldun" diyen bir dostun oldu geçenlerde. Hatırlayacaksın. Kendini aradığın sıla kokan yolculuğunda ne çok hayatın içinden, kıyısından ya da bir yanından geçtin. O kadar çok insana rağmen sadece insana güvenmedin. 20 yılın hatırına , yanında olmaktan zevk duyduğun yirmi insan bile yok... Olmasını da istemiyorsun, biliyorum. Sana bu işin kolay olacağını kimse söylememişti. Sen yine de insanları merak ettiğin için onlarla yaşadın. Tanıdın, bazıları o kadar zehirli olmasına rağmen hayatına aldın. Yaralandın, düştün; gelenler, gidenler; gelmesini istediğin ama gelmeyenlerle, gitmesini istediğin ama gitmeyenler; kısacası insanlar... Ne çok düşündün onları. Tüm iyi niyetinle herkese yetmeye, yetişmeye çalıştın. Onların gözünde asla tükenmeyen enerjin ve umudunla daima gülümsedin. Ne zaman yorulsan, adeta şarjı biten bir makina gibi, dinlenmek istesen izin vermediler. " Sen şabansın böyle olamazsın, gül" dediler yanlış soruyu sormak kaybettirdi onlara. "Hayatta kimse vazgeçilmez değildir" dediğin ilk gün kazanmıştın sen. Gidenlerin yeri daima doldu. Dosttan ve muhabbetten yana şansın daima yanındaydı... Adlarını burada sıralamayacağın nadide bir "kaliteli insan koleksiyonu"n var. Hala insanların anlaşılmaz hareketleri için yeni insanlar tanıma hevesin var mı bilmiyorum... Şuan çok yorgun ve tükenmiş bir şekilde, kendini en güvende hissettiğin bir "kardeş"in kanatlarında dinleniyor ve izliyorsun... Sadece yukarıdan hayatları izliyorsun. Bir şeylere yukarıdan bakarsan detayları çok iyi görebilirsin çünkü ve ona göre hareket edebilirsin. Kimin kalacağına kimin gideceğine, raflara kaldırılacak defterle ve unutulacak hatıralar... Canın yanmayacak ama kaybettiğin zamana biraz üzüleceksin... Sen hiç kaybetmedin. Bunu kimse bilmiyor ama ölümden öte köy yokken kaybettim diyebilmek için çok gençsin... Kırıldın, incindin ama yıkılmadın asla. Hep tutunacak bir sebebin vardı. Yukarıdakiler yalnızca açığa çıkanlar, içinin ulaşılmaz derinliklerinde daha ne hayatlar var, bilmiyorlar. 
      Hayatındaki herkes biraz sana benziyor... O yüzden seni anlayabiliyor ve karışmıyorlar sana... Seni yalnızca sen olduğun için kabul edebilen bu insanları, diğerleri ne çok kıskanıyor değil mi? İnsanların hayatına olan merakı ve senin onlara olan ilgisizliğin seni büyük bir "egoist" " narsist" yapıyor ama sikinde değil ki? Eskilerden birinin dediğini hatırla " ne zaman nasihatlarımı dinliceksin şaban" " ben istediğim zaman". Herkes konuşur. Sen herkesi dinlersin ama harekete geçmek senin kararın. Bunu anlamayan insanların senin hakkındaki onlarca yanlış düşüncesinden biri olan bu kavramlar seni bağlamaz. Kendine verdiğin değer ve duyduğun saygı kadar karşındakilere değer ve saygı gösterdiğini bilmek zorunda değiller. Gereği yok. İnsanlara gösterdiğin kadarsın ve onlar görmek istedikleri kadar zayıflar. Bu böyle oldu. Sen gördüğüm en derin adamlardan birisin evlat... 
      "Düşünmekten öleceksin" " İyi niyet sonun olacak" " çok fazla samimi" " inanılmaz bir enerji".... Bunları sen kendine söylemedin. Seni narsist yapan sevdiklerindi. Anlamadılar değil mi?  Oysa ne çok düşünüyordun... En vurdumduymaz anlarında bile bir B planın vardı. Sadece insanların doğru soruyu sorması ve cevabı alması gerekiyordu. Aklındaki fikirleri kendinle bile paylaşmadığın zamanlar varken, insanlar bu kadar kendilerini nasıl önemli sanıyorlar anlamıyorum Şaban... Kendine bu kadar hakim ve kendinin bu kadar farkında olman onlara tuhaf geliyor... Kokularını alıyorsundur....
      En çok aşk.... Aşkın içine doğup, aşkla büyüyünce, aşk peşinde koşman çok mantıklı.... İlk acıların, ilk heyecanların, ilk muhabbetlerin, ilk öpüşün bir kadını yanağından, ilk ağladığın zaman biri için.... Denemekten asla vazgeçmedin. Tecrübe ettiğin kadar yanıldığın hayatlar oldu... Rol yaptığın zamanlar da çok mutluydular, hissettiğin zaman da.... Birine istediğini vermek çok basitken istediğini alamamak... Değecek bir hayat için ilk gitmeyi öğrendin... Zamana o kadar anlam yükleyen insanlar, gitmenin büyük bir erdem olduğunu anlamadılar. Gittin çünkü ikinizin de zamanından çalmanın anlamı yoktu. Koştun, yoruldun, kendinden parçalar kaybettin. En çok umudun zarar gördü. Tam yeter dediğinde bir başkası geldi.. İlkler heyecanlara, anılar mekanlara, hayatlar hayatına karıştı. YAŞADINIZ! yaşayamadıkların için bile yaşadın şaban! Doğru söylediğin için pişman oldun bir eylülde; cesaretinle bir şey denedin bir ekimde; biri gelip seni buldu kasımların birinde.... Ortadoğu'nun yangınlarında yürüdüğün zamanlar; gözleri yaşlı "unutamam, gitme" deyip sevişenler; canını yaktıkların, dokunmaya kıyamadıkların, gözünle uzaktan sevdiklerin.... Bir insan bir kaç kez aşık olabilir.  Birinin "kaçıncı" olduğu değil, senin olduğu zaman önemli ve sıkıntın yok biliyorsun ki Godot gelecek!!! 
       son zamanlarda en çok " e şaban bu ara kimle takılıyorsun ?" sorusuna ve "kız düşkünü" tanımlamasına güldün heralde. O kadar iyi gizliyorsun ki kendini insanların aptallıklarına gülmeden edemiyorsun. Düşünülenin aksine ne az insana aşık oldun. Ne az insanın tenini okşarken cümleler kurdun ve bu sırrı bu mektuba gizlemek istiyorum. Hiç hissederek "sevmedin". Sevmeye çalıştın elbet ama duvarları vardı insanların. Uğraşmayacak kadar tanıyorsun insanları... Cesur yürekli bulutlara binip uzaklar gitmek istiyorsun, geç kalmadın. Kaybettiler o kadar.... Seni bana kazandıran ve kendini bulmana yardımcı olan o onlarca kadına teşekkür etmeyi asla unutmadın.... Aşkı aramıyorsun artık, aşk o cenazede öldü... aradığın şeyi sana ben yazacak değilim...Onlara seni tanımadan sevemeyeceklerini söyle ama tanıması için herkese şans vermeyeceğini belirt... Denemeden bilemezsin. Unutma! Dikkatli ol...
      Evet evlat... 20 yıl tek başına inşa ettiğin bu ömrün en zor kısmını çok güzel bir şekilde atlattın. Hayallerinin temelini kendinden atıp, duvarlarını insanlardan örerek hiç yıkılmadın ve kaybetmedin. Her yıkılan duvar biraz üzdü ama yeniden inşa edildi... Hala hayatında olan güzel yürekli insanlarla devam edeceksin yoluna... Bir sonraki 20 yıl içerisinde çok şey değişecek.... Tüm bu hikayeler sana örnek olacak ve iyi bir baba, eş ve çalışan olacaksın, şüphem yok. Asla kaybetmediğin geleceklerde de kelimelerin koynunda ve düşlerin sırtında görüşeceğimizden şüphem yok. 
     Tüm samimiyetin ve dürüstlüğünle, seni seven ve sevmeyen herkese kocaman bir tebessümle bakmayı asla unutma... Beyaz ancak siyahların arasında kıymetlidir.  Sana nasihat vermiyorum, yalnızca hafızanı tazelemen için yazıyorum bu mektubu....
    Senin huyundan ve suyundan etkilendiğim için asla veda etmeyi beceremedim. Hoş bu bir veda değil, sadece mektubun sonu... Yaşadığın sürece kelimelerin ve fikrin çalışacak, kim ne derse desin. Biliyorum.... Ne zaman istersen arayacağın o kadar çok insan varken, O'na inanıyorken yalnız kalmayacaksın, baktığın her yerde birileri olacak. Üzülme ve pişman olma.... 
       Bol şans evlat, iyiler ilk görüşte tanınmaz ama daima kazanır, er yada geç.
                                                                                                           
"Nosce té ipsum" 

                                                                            Senin içinden sana ait bir dost...

      


22 Ocak 2014 Çarşamba

AYNADAKİ

AYNADAKİ
       Tüm hatıralarını soyunup hayatın unutulmuş, karanlık bir köşesine bırakmak istedi. Unutmak istedi. Bu isteğini ilk kez takvimlerin yapmak dökmediği tembel ve belirsiz bir günde dile getirdi. Sonra bu isteğini de diğer tüm istekleri gibi unuttu. Unutma hastalığına yakalandığı teşhisini en sevdiği çocukluk hayallerini hatırlayamadığında koydu. Çocukluğunu kaybetmiş bir kadının gelecekten artık beklentisi kalmıyordu... Her fırsatını bulduğunda gitmekten bahsediyordu kendine. Gitme arzusu. Neden ya da nereye olduğunu bilmeden. Sadece "gittim" diyebilmek. Hissettiği tek arzu buydu... İçinin umutsuz karası tüm renkleri boyamış, ağır geliyordu artık gökyüzünün maviliği. Özgürlüğün gitmekte olduğunu hissediyordu. Renksiz dünyalar içinde. çocukluğu kayıp. hatıraları cam kırığı. bir kadın. Canı yanıyor kadının.Kadın benim. Uykusuz gözlerim ve solgun tenimle tam karşımda dikiliyorum. Ruhsuzluğumun ta içine bakıyorum. Aynanın karşısında kendimi sorguya çekiyorum. Arkamdaki ışık banyoyu adete bir sorgu odasına çevirdiğinden olsa gerek öfkeleniyorum. Aniden. Bir sebebi yokken. Sadece kendime bakarken. "Bu gece ben soracağım, sen cevaplayacaksın" diye bağırıyorum. Kendime. Kendi kendime. Aynadaki hiç bir tepki göstermedi. Hiç bir değişme olmadı suratımda. Öfkeliydim ve onun da benimle öfkelenmesi gerekiyordu. Ayna boş gözlerle bana bakmaya devam ediyor... İmkansızdı. Aynadaki bendim. Kendim olmam gereken karşımdaki sanal görüntüm benimle birlikte hareket etmiyor. Öldüm sanırım. İmkansız bu. Ayna bozuk. Bir yalan gibi ayna. Herkes gibi yalancı. İmkansız bir aynanın yalan söylemesi. Görülmüş şey değil çünkü bu. Aklım almıyor. Yanaklarımda iki damla yaş. Sinirimden ağlıyorum. Karşımdaki sadece bakıyor. Habersiz ölüyorum galiba. Tanrım... Aynadaki bu iç savaşlarımı soğukkanlılıkla izliyor. Adete tanrı gibi bakıyor hayatıma. Kendi hayatımı uzaktan sadece izliyorum. Beni tanıyor. Benden daha gerçek  ve hislerimi, henüz gün yüzüne çıkmamış hislerimi dahi, bilen. Benden önce harekete geçen. Aynadaki... Ben yorgun ve uykusuz. Öfkesinin kime olduğunu bilmeyen bir kadın. Cevaplarını arayan eksik ve korkak bir soru. Bir sayfanın kenarına unutulmuş önemsiz bir not. Çalakalem karalanmış bir zaman damlası ömrümün üzerinde. Yalnız ve hatırlanmayı bekleyen... Gecelerin sessizliğini ve karanlığını iliklerine kadar hisseden, yaşadığını sanan bir ceset... Ben! 
       Ben bu kirli dünyanın kapılarında, ayna karşısında ağlamaklı. Kendi halime bakıp durmadan ağlıyorum. Sanki yüzyıllardır burada aynaya bakıyor ve  durmadan ağlıyor gibiyim. "Neredesin?". İlk sorum bu. Başka sorum var mı bilmiyorum henüz. Şu an tek merakım bu; nerede olduğum. Çocukluğumun yarı aralık dünyasında mıyım, gençliğimin ilk kaybedişlerinin gölgesinde ağlıyor muyum? Nerede kaldım, terk ettim kendimi ben? Tükendiğim bir yeri arıyorum. Başlamak için bittiğim yeri bulmalıyım... Beni tüketen biri olmalı. Bir şey belki. Neydi? Kimdi? Nasıl düştüm aynanın içine ve kaldım orada.... Ben konuştukça ayna susuyor. Susmayı ne zaman öğrendim... Susma. Lütfen konuş benimle. Kelimelerden bu kadar çok korkan ama onlar bu kadar çok seven birine göre çok fazla susuyorsun. Bir kaç kelime istiyorum. Aklımın ucunu yeniden yakalamam için sadece bir kaç kırıntı. Unuttuğum saadetleri saklıyorsun. Ver onları bana! Ver dedim sana. Ver.... Lütfen.
       Kadın dizlerinin üzerinde. Aynadaki hala suskun. Kadın ağlıyor. Bir kadının gözyaşları deliyor göğü. Yağmur başlıyor gezegende. Bir yerlerde yağan her bir damla bir kadının gözyaşıdır. Kadın sessizliğin içinde perişan... Aynadaki bekliyor. Bir insan kendi üzerinde bile bir hakka sahip değilken başka hayatlara adım atıyor. Kadın korkuyor. Korkusu biraz daha ağlatıyor. Canı yanıyor kadının. Kadına kimse yardım edemez. Aynadakinden başka.... Zaman yanaklarından damla damla süzülüyor, gece vardiyasını güne devretmeye hazırlanıyor...Kadın kalkıyor, kendine bakıyor. Dağılmış saçlarının arasında kırmızı bir çift göz. Aynadaki hala aynı ruhsuz ve sessizlikte. Aklını kaybediyor kadın. Çığlık çığlığa kendine saldırıyor. Ayna paramparça tıpkı kadının kalbi gibi... Ayna tuzla buz tıpkı kadının geleceği gibi. Aynadaki kayıp bir çocuğun masumiyetinde. Kadının canı kanıyor. Bir kadın ölüyor, kendi içinde....

17 Ocak 2014 Cuma

Gün Ölürken

O günü hatırladım.
Eylül.Yarım bir ekim.Kimsesiz kalmış bir kasım.Soğuk ve yalnız aralık.
Hatırladım.
Aklım acımadı ilk kez.
Oysa
hayatın öncesi hatırlanınca aklı acır insanın, bilirim
                                               Acıtmadı adın
Gülümsediğimi iddia eden kuşlar bile olabilir gökyüzünde
bulutlar mevsimlerce geçti hayatımın içinden, sen gittin, göremedin
ben
u n u t m a m ı ş ı m
Az kalsın unutup ölecektim, ama nasıl mümkün!
Rüzgarın sesinin turuncu göğü karanlığa çevirdiği
                                                              o gün
                                       o günün beklenen gecesi
                                                                ve
                                                            sonrası....
unutmadım.
unutması imkansız hikayeler; kısa ama unutulmaz hikayelerimiz...
İstedim. Evet, farklı hikayelerle, bedenlerle, rüyalarla denedim unutmanın serumunu kendimde
ama kendimi öldüremedim. Aklımı kaçıramadım güzelliğinden.
Biri öğretti ki unutmak diye bir şey yok, kaçmayı bıraktım
ve....

o günü hatırladım
Benim gibi seven renksiz gözlerini ve açık hatıralarından sızan hüznü
tanıdım uzaktan kendimi, sevemedim.

yapabilirdik elbet. Unutulabilirdik birlikte yalnızlığımızın değerli heyecanında
kıyamet kopmazdı bir gece uyusak birlikte ama çok
                                                                 korktuk....
Senin taze yasların benim kördüğümlerim vardı.
Doğru insanla yanlış saatte tanışmış iki insandık,
şimdi karşılaşsak ortak kaderlerde, tanımayız yüzlerimizi....

ama ben hala korkuyorum dokunmaktan birine
                                                     ya sen?
sen
s
e
v
d
i
n
mi hiç?

ben iki kere intihar ettim. üçüncü kırık bir ayna içimde.
hiç beceremedim ölmeyi koynunda, gizli saklı tanımaya çalışıyorum seni
unutursam ölürüm çünkü.

doğruyu söylemek en büyük yalanım mıydı
                                                        sence?

O günü hatırladım
             tesadüfen karşılaştım,
-seninle karşılaşmamızın vakti değil henüz-
acımadım. Aklım ayık, o tanıdığın çocuk öldü içimde
aynı günler ve aynı hayaller içindeyken beklemek, insanlar bunu seviyor
ama ben ölüyorum, yakalamalıyım eteğinden hayatı:
n e r d e s i n?

sana en güzel yalanlarımı hazırladım, seveceğim
                                                       inan bana...

Şaban  Sarı


16 Ocak 2014 Perşembe

Ruh Parçaları #146 : Sınırlar içinde bir Soru: Neden?

   Ruh Parçası #146
   Sınırlar içinde bir soru : Neden?

      Gecenin tükenmişliği içerisinde devam etti konuşmaya "Kitabı olan bir peygamber olsaydım ve Tanrıyla konuştuklarımı yazdığım o kitabın ilk cümlesi "Neden" olurdu." dedi. 
      Ne demeye çalıştığını anlamak için çayımdan bir yudum aldım. Biraz zaman kazandım, kendimce.  En azından ben öyle düşünüyordum ama onun için zaman, zamansızlıktan ibaretti. Hızlı olmalıydım.
      "Neden" dedim biraz ironi kurmaya çalışarak. O benim kafamın içine girmeye çalıştıkça ben geceyi bulandırıp kaçıyordum sanki. Aramızda çocuklukla filozofluk arasında ince bir oyun vardı.
      "Çok basit" dedi  kendinden emin bir şekilde. "Tanrı, sınırsızlıkları içerisinde sınırları olan insanı yarattı. O kusursuzluğunu, kusurlu bir insan yaratarak kanıtladı. Eğer buna ihtiyacı olmasa melekler ona yetebilirdi ama o bir fabrikanın defolu ruhları olan insanı yarattı ve cennete bıraktı...." dudakları kapandı. Düşünüyordu ve aklında kelimeleri arıyordu. Gözleri gece karanlığında aydınlık bir sokak lambası gibi aklına ışık tutmaya çalışıyordu. Her şey orada gizliydi o sadece insan diline çevirmeye çalışıyordu düşüncelerini. 
      "Sınırsız olmalı." dedim . "O, yarattığı cennet'e hiç bir sınır koymadı. Sonsuzluğun içinde tek bir kural belirledi. Böylelikle hem insanoğlunun benliğini oluşturan o önlenemez merak duygusunu uyandırmış hem de sadakatini denemiş olacak böylelikle kendi de insan da sonsuz bir'liğe kavuşacaktı...."
      "Aynen öyle" dedi. Aynı pencereden dünyaya bakıyor oluşumuz bizi buluşturmuştu ve onun yarım bıraktığı cümleyi tamamlamak bana düşüyordu. Şimdi o devam ediyor benim fikirlerime. 
     "Sınırları insanlar koydu. Elbette  sınırsızlık imkansızdır. Sonsuzluğun bir kırmızı çizgisi olmalı ki insan nereye kadar gidebileceğini bilsin fakat bu çizginin üzerine tel örgüler - adetler, toplumsal baskılar, yasalar, korkular, ayıplamalar; insan ruhunu engelleyen her şey bu tel örgülere giriyor- , çekmemeliydi. Özgürlüğü sınırsızlık olarak algılamakla bile büyük bir hata yaptılar. Özgürlük; tel örgüleriyle ya da değil o kırmızı çizginin ötesine ulaşma ya da ulaşmama seçimini bireyin kendisi yapmasıydı. Tanrı tek bir çizgi çizdi yaratılış hikayelerinden bildiğimiz kadarıyla. Elma. Kendinden bir parça olarak yarattığı ve bilginlikle ödüllendirdiği insanoğluna tek bir kusur koydu; merak ve tek bir çizgi çizdi; yasak. Sonsuzluğun sınırı olan o elma tabiki insanoğlunu uyandırdı... Sonrası yasaklarla ve korkularla dolu nesilden nesile aktarılan ölümlü bir yaşam oldu...." 
    "Sence Tanrı bunu bilmesine rağmen neden engel olmadı" dedim. " Eğer engel olsaydı insanın hiç bir farkı kalmayacaktı. Kusursuz olmasını istemedi. "Neden" diye sorarak cevap aramasını istedi ve Adem o cevabı buldu.Dünya onun sürgün yeri değildi, hikayenin başını araması gereken başlangıcıydı. Son o an'dı çünkü  ve Tanrı olsaydım tüm bunların üzerine, bana en yakın olanlar "neden"lerin peşinden giderek, korkmadan, beni bulanlar olabilirdi.... "
    "Neden diye sorulmuş tüm soruların cevabı sorunun kendinde gizlidir zaten. Fakat insan o tel örgüleri uzaktan gördüğü için oraya ulaşma korkusu, kendini kaybetme korkusu ağır basar ve cevaba ulaşamaz. Geceleri uzun, gündüzleri fani geçer gider ve cevapsız ölür. Bunu istemeyenler ancak ölümden korkmayanlardır. O sınıra, sonsuzluğun ve özgürlüğün iradesine kavuşanlar her şeyin farkındadılar...."
    "Farkında olmak için önce yokluğunu kabullenmeliydi insan. Varlığın ispatı ancak yokluğun kabulüyle gerçek olabilir" dedim. Neye inandığımın bir önemi yoktu o an. Önemli olan kendini kabul ederek yaşamaktı. Kendini bilerek. Ancak kendini bilmekten geçiyordu gerçeğin yolu. 
    Saat 3.13. Sohbet insanın birliğine ve yokluğuna geçmeden önce çayı tazelemek için kalktım. O, içeriden bağırdı :" şuan beni özlemekten alıkoyan tek engel umduğum gerçeğe ulaşamamak" . Neden bahsettiğini çok iyi bildiğim için " Seni engelleyen tek şey, kendinsin. Bırak olduğun gibi sev, gerisi Tanrı'nın işi."
    Geri geldiğimde yüzündeki tatlı tebessümden özgürlüğün dünyasına çoktan gittiğini anladım. 
   Saat 3.14 : elimdeki kitapta ölümden ve insandan korkmuyor kahraman. İnsanlar kitaplardaki kadar gerçek değiller sanki. Uyumaya çalışıyorum, aklımdaki özlem tadıyla....

Şaban Sarı

 

15 Ocak 2014 Çarşamba

Öteki Eşi Kayıp Hayat

Aynı.
aynı isimler.yüzler.gökyüzler.
aynı her şey.
aynısının öteki yüzü hikayeler. acılar. hayaller.
diğer yüzünde ölüm.zaman.aynı.
aşkı aynı ben.ayrılığım aynı o.
aynı sen.ben aynı.

aynı.
Aynı ikimizin de hayatı.
aynı sıkılma  yalnızlığı.kalabalıkta.
haydi baştan al aynı şarkıyı.ayrı kelimelere sığınacağız.aynı gece.
aynı ben.sen aynı.belki
aynı yalnız hüzün ve aynı unutma hastalığı
aynı.
dolunay vardı aynı o günkü gibi.
aynı ilk günkü gibi.
aynı...

Şaban Sarı


11 Ocak 2014 Cumartesi

ÇOCUKLAR ÖLÜRKEN SEVMEYİN SAKIN

Ben de bilirdim o adamlar gibi sevmesini, evet
ama ölüm vardı... Bilmiyordun.
Huzursuz saatler aklımı kurcalarken
gördüm:

Bir çocuk vardı, Tanrının masumiyeti yüzünde
ve eminim hiç kimse kadar hak etmemişti ölmeyi.
Bir kadın vardı, rengi ismi ve güzelliği bana benzeyen
ve eminim çok sevmek istiyordu benden başka herkesi.
Bir ben vardım, inandığım her şey için yaşıyorken
gördüm:

Bir ölüm çocuğun omuzlarına çökmüş, gidiyorlar
hatırlamadığım bir yolculuk şimdi o koridor,
ağlıyorum zaman zaman, kalabalıklar içinde
sebebini kimse bilmiyor....

bir kadın çökmüş dizimin dibine
"benim için üzülme" diyebiliyor ölmemiş, henüz.

yazılmış tüm kelimeler boşuna.
Kadınlar yalanlara inanmaya bayılıyorlar.

Aşk, kadın, hayat ve ben bir çocuğun ömründe ölü uzanıyoruz
bir çocuk öldüğünde ışıkları yakmayın ağlıyorsanız
ve yalan söylemeyin sevmesini bilmiyorsanız....


Şaban Sarı


                                                         

2 Ocak 2014 Perşembe

"şimdi nereye gitsem?"

"şimdi nereye gitsem?"

Nereye gitsem şimdi uzaktayım.
Cama dökülmüş saçların, ne kadar gerçeksin
                                                    öyle misin?
Aklımın ipleri kopuk, boşluktaki bir cambaz Tanrım
puslu dağlar gibi kapalı gözlerim, görebilir miyim?
Şimdi nereye gitsem yalnızlık.

Nereye gitsem şimdi  isminleyim, ölüyorum
Tarifsiz düşünceler döküyor bulutlar göğsünden
bembeyaz masumiyet.
Gün teninden sıyrılıp canımı alıyor
parça tesirli veda sevişmesi gökyüzünde
masmavi hürriyet.
Delireceğim ellerinin tadından ve sonra dudaklarının
şimdi nereye gitsem aklımsende.

Nereye gitsem şimdi hep eksik bir şehir
sığdıramıyorum kendimi ve seni gri ağaçların odalarına.
aklıma sığdığın kadarsın;
üzerinde bordo bir kazak, belki başkasının üzerinde bordo kazak,
belki başkasının üzerindesin, kırmızı yatak; işte adalet.
kıştır mevsimlerden her zaman , gel ve git ak sokaklardan
kimdir şimdi elinden tutan bilmem,
ben başkalarında seni yaşama telaşı, sen uzaklarda kendini unutma seansı.
şimdi nereye gitsem tatsız bir şiir elimde.

Şaban Sarı





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...