Pages

Ads 468x60px

29 Aralık 2013 Pazar

Ruh Parçaları #145 : Cesur Bir Bulutun Uykusu

Ruh Parçası #145

CESUR BİR BULUTUN UYKUSU

-Anlamadığın bir şey var Zeynep. Anlatamadığım cümleler o kadar çok ki...
-Anlatmaya çalış Gökhan. Beni kalmaya ikna etmelisin.
- Kalmak istiyorsa bir insan söyler misin neden kalmaya da ikna edilmek istesin? Hem ben kimseye gitme demedim. Hayatın kalmak ve gitmekten ibaret olduğunu düşünüyorum ve istediğini yapmalı insan. Gitmek için kovulmayı; kalmak için daveti beklememeli.
-Galiba haklısın ama ben tam olarak ne diyeceğimi bilmiyorum.
- Bir şey demeni beklemiyorum zaten. Sen ve hatta diğer tüm kadınlar böylesiniz Zeynep. Bir şeyler yapmak için aynanın birinin sizi yönlendirmesi gerekiyor. Biri onaylamadan hareket edecek kadar cesur değilsin, gözlerinde görebiliyorum bunu. Ruhuna karşı duran bir beden seninkisi. Direnme artık. Ruh mu bedeni kapsar yoksa beden mi ruhu? Bana ne istediğini söyle Zeynep, çırılçıplak fikirlerinle, kadınlık içgüdülerinle ne istediğini söyle...
- Ben... Ben ne diyeceğimi bilmiyorum Gökhan.
-O zaman siktir git. Evet kesinlikle benim istediğim bu.
Yaşadığını sanıyorsun ama ölüyorsun Zeynep; yaşamak ölmektir! Şairin de dediği gibi " hayat kısa, kuşlar uçuyor*" Zeynep. Ölüm ardımızda değil, tam karşımızda ve ben zamanımı kaybetmek istemiyorum. Sana şunu söyleyeyim ve zaten sonra kendi isteğinle gideceksin Zeynep; korktuğun için gideceksin. Geldiğin gibi sessiz bir rüzgar olarak gideceksin.
Hangi kitabı okursan oku, filmi izlersen izle; ne yaşarsan yaşa hatta yaşayamazsan yaşayama hayat deneme-yanılma tahtasından başka bir şey değil. Abartma. Aklın ardında kalacağına yaşa ve bitsin, bu kadar basit bir kuralıadahi uyamıyorken ancak sever gibi bakıp kaçmasını biliyorsun. O kadar inanmışsın ki başkalarının hikayelerine, kendi hikayelerini onlara benzetmeye çalışıyorsun. Hayır, masallara inanma! Başkalarının hayatlarını kendininmiş gibi yaşamaktan vazgeç. Beyaz atlı prense inanıp, imkansız yaşamların ardında tüketemezsin güzelliğini. Bilmediğin bir adamı görsen de tanıyamazsın ve kaçarsın. Masallara inanma. Hangi yalanın koynunda kalman gerekiyorsa orda kal, hangi geçmişin gölgesinde ağlamak istiyorsan oraya git Zeynep. Benden uzak dur. Ben tanıdığın ya da tanıyacağın hiç bir adama benzemem çünkü ben kadınlardan ya da masallardan önce kendimi tanıdım. Sen bu korkaklıkla ve kendini bilmezlikle beklediğim kadın olamazsın Zeynep!
- Her erkeğin ben en iyisiyim deyip sonra gittiğini de sen unutma o zaman Gökhan. Artık bende bunlara kanmayacak kadar büyüdüm.
- Herkesin canı cehenneme. Sen yalanlara o kadar inanmışsın ve canın o kadar çok yanmış ki gerçeklere geçemiyorsun. Madem bana inanmıyorsun, neden buraya geldin ve beni buldun.
- Tesadüfen...
-Tesadüfen mi! ah bu insanlar, hiç anlamadınız. Hayatta tesadüfen gerçekleşen hiç bir şey olamaz. Kaderinde seçtiğin ve saptığın bir yol seni bana getirdi Zeynep. Acıların, tecrübelerin, hayallerin hatta duaların seni buraya getirdi.
-Belki de sen beni çağırdın Gökhan?
- Ben kimseyi çağıracak kadar aklı başında değildim gelene kadar ama daha ilk adımını atarken kokunu almış uyanmıştım ama sen şimdi korkup gitmeyi düşünüyorsun. Sana hiç yakışmadı. Yalanlarına sığınmaya devam edebilirsin ve teşekkürler ki uyandırdın beni de. Unutma ben gerçeğin ta kendisiyim ve dokunmaktan korkmadığın bir zaman yine beklerim, yolu biliyorsun artık.
- Beni yeniden istiyorsun üstelik kovuyorken..
- Kalmaya ikna etmedim diye beni kötülemekten vazgeç. Önce kendini bulmalısın. Değişmeyi öğrenmelisin biri için. Yarım kalan sevdiğim bir şarkı olarak aklımda kalacaksın.... Sana son bir tavsiye vereyim ve git.
Herkes bi şansı hak eder ama ikinci bir şansı asla.
Sana şans vermeden önce, kararını vermelisin. Şimdi git Zeynep, lütfen.
-Tanıştığımıza memnun oldum. Dünyada yalnız olmadığımı bilmek güzeldi, mutlu olasın.


Bulutlu bir gün başladı giderken Zeynep. Uykulu aklımı yıkarken aynaya baktım
- gelmeyecek biliyorum, gidenler hiç gelmez ama ben uyandım sorun değil. Elimden geleni yaptım.
Evet yaşam, nerde kalmıştık...

Bulutlu bir gün bitiyordu evden  çıkarken Gökhan...

Şaban Sarı


28 Aralık 2013 Cumartesi

RAKI RENGİ

RAKI RENGİ

Seninle hiç rakı içmedim
zamanımız yoktu sanırım ya da bahanemiz çok.
aklımızda kumdan kaleler, avucumuzda kandan ölümler
"yaşamaya ve sevmeye aklınız yok" demişti delinin biri  ve eklemişti
"saklanacak yakışıklı yalanlarınız var ya da çirkin korkularınız".

seninle hiç rakı içmedim
ince belli bardakların havaya nedensiz kalktığı beyaz gecelerde.
 gecelerimiz hep karanlık ve yalnız (çok basit bir laf oldu bu)
yalnızlık biraz da ikimizin ömür sarhoşluğu, karanlık sırların puslu aynası.


Seninle hiç rakı içmedim
şöyle kelimelerin belini kıra kıra, laflarımız bitene kadar hiç içemedik
belki rakımız yetmedi ya da paramız belki de bahanemi çoktu, bilemedik.

Seninle hiç rakı içmedim
ve hiç karşılıklı susamadık. Konuşmalıydık  çünkü sessizlik çarpabilir güzelliğimizi.
Her seferinde solumuzda yalnız isimlerden bir demet çiçek
aktıkça damarlarımda zaman ve alkol mevsimsiz özlemler büyüyor içimde
ve
senin kadar susan birini tanıdığım gün rakım bitmişti.
sövmüştüm. hem de çok sövmüştüm şansa.
Suskunluğun büyüsü bozuldu, anılar döküldü masaya
ortada yarım kalmış hikayelere, bitmek üzere olan mezeye ve Tanrıya
bakmıştım bulanık hüznümün ardından.
(sana da bakabilirim belki başka bir zamanda )

bir duble daha yaşıyorum ağzımda bozuk bir hayat tadı.
darmadumanım, biraz daha dönüyor dünya, tutamıyorum kendimi
seveceğim sonra gülecek ve en son ağlayacağım, sanırım.
Şerefe... (çak çak)

Seninle hiç rakı içmedim
Alkol bahanesiydi gözlerinin, ellerinin ve görülecek her şeyinin
hiç sarhoş olmadım bu masada, alkole sığındığım falan yok
sadece neden kimsesiz bu geceyi bırakıp buraya gelmedin merak ettim!
Alkolün bana verdiği yetkiye dayanarak kıyamete kadar konuşabilirim
belki  dudaklarımdan dökülürken görsen cümlelerimi, kağıtlardan farklı tadım
"seninle hiç rakı içmedim, özür dilerim" dersin.
Bu masada ağlamak ve özür dilemek yasak, öpebilirsin.

Ben seninle hiç rakı içmedim sabah ezanında
zamanımız yoktu sanırım ya da bahanemiz çok,
bilemedim.

Şaban Sarı




15 Aralık 2013 Pazar

Ruh Parçası #144 Son Bir Şans

Ruh Parçası #144 Son Bir Şans
-Yağmur yağıyor.... Tanrı bugün de siz insanlar için üzülüyor sanırım, kim bilir...
-Tanrı aşkına saçmalamayı keser misin Atlas, düşünemiyorum.
- Senin düşünmediğin görülmüş şey değildir evlat. Aklındakiler ne kadar karmaşık olursa olsun düşünmediğin tek bir an yok biliyorum. Peki bu kez, zifiri gecenin meçhule giden yollarında hangi düşüncelerini ateşe verip ısınmaya, yaşamaya çalışıyorsun?
- Düşündüğüm; içinde akan sonsuz düş nehirlerini kelimelerin sırtına yükleyerek kağıtlara saklanmayı ya da boğazımdaki düğümleri açmayı hiç başaramadığım Atlas.  Nedenini şimdi hatırlayamadığım sebepleri olmalı bunun. Her şeyin bir sebebi vardır değil mi? Tesadüfler kendinden habersiz, geleceğe bakmadan ölüme yürüyenler için olmalı.... Yanlış anlaşılabilirim Atlas. Herkes yanlış anlaşılmak istiyor, gerçek yüzü görünsün istemiyor ama ben bunu istemiyorum.
-Anlaşılmak mi istiyorsun?
-Anlaşılmak....Neyi nasıl anlamaktan bahsedebiliriz ki? Aynaya baktığımda gördüğüm yüzü, bakışı ve dudakları anlayabiliyor muyum, hayır. Ruhumun derin dehlizlerinde kapalı kapılar ardındaki duygularımın da bundan haberi olduğunu sanmıyorum. Kendimi anlamakta bu kadar zorlanıyorken, anlaşılmayı beklemek mi? Zamana ayıp olur. Kimsenin vaktini çalmak, yanlış yollara yönlendirip kaybetmek istemem kimseyi. Aklımın labirentlerinde kaybolmuşken, kimseyi sevmek istemem doğrularımla....
Kendinden emin olmayan bir yüreğin, geleceğin peşi sıra soluk soluğa ölüme koşmasını, korkusuzca kendini bir başkasına emanet bırakmasını Tanrı anlayacaktır ve o zaman ne kadar farklı ya da aynı olursa olsunlar, gezegenler buluşacaktır....
-Anlamıyorum, seni ben de anlamıyorum. Yine çok utangaç kelimelerin.
- Olmadı Atlas. Bin bir güçlükle çıktığım kafesimden başka bir gökyüzü olduğunu öğrendim. Sonsuz maviliğin içinde tanırken hayalperestliklerini insanların, düştüm Atlas. Göğün göğsünden düştüm. Kanatlarım kırık  ama hala uçmak istiyorum. Merak ediyorum Atlas, ömrünü merak ediyorum. Birini tanıma merakım sonum olacak, biliyorum ama ben o uçurumdan atlamak istiyorum. Aklımda soru işareti kalmamalı. Ölünecekse bir gün, cevapsız hiç bir yaşam kalmamalı.
       Bilmediğim ama hayal edebildiğim ve buna benzeyen bir yer var, ne kadar uzakta bilmiyorum ama gitmem gerek. Deniz beklemese de, istemese de rüzgar, ay aydınlatmasa da yolumu gitmem gerek. Kendime gitmem gerek, kendimden geçip ona gitmem gerek ve hepsini toplayıp göğe yükselmem gerek Atlas!
-Sen de farkındasın. Birinin yüreğinden, o kadının yüreğinden, geçmeden yola devam edemezsin. Çıkmaz bir ömre saptın. Elleri o kadar uzak, gözleri o kadar soğukken nasıl ömrüne katılacaksın? Her şeyin farkında ve  seninle oynuyor. Seni deniyor. Samimiyetini sorguluyor, anlamıyor musun! Kendinden taviz vermeyi ne zaman bırakacaksın! Artık değiştirme içinin güzelliğini, bırak kendini. Düşünme ulan!!! Eğer delireceksen, düşünme kimsenin ömrünü. Bırak ruhları yabani otlarla kalsın... Anlaşılmayacaksın, aradığını bilsen de onlar anlamayacak, kendini öldürdüğünle kalacaksın, artık düşünme! Sen, bu kadar ölümden döndükten sonra, bu kadar hayat çaldıktan sonra sırf sana benziyor diye düşe inandın. Anlayamıyorum seni. Sırf ruhlarınız benziyor diye nerden çıkarttın yaralarınıza iyi geleceğinizi. Yanıldın evlat. Tüm samimiyetinle yanıldın artık kabul et.
- Hayır asla! Önceki ölümler hataydı, istemeden öldü her şey. Aklım başımda değilken, kendimde bile  değilken yaşanmışlıkların günahını artık kendime ödetmeyeceğim. Yanacağım kadar yandım, birikeceğim kadar biriktim ve hazırım. Küllerimi güney rüzgarlarına emanet bırakan Tanrı , bu ömre boşuna sokmadı beni. Bekleyeceğim. Duysunlar istiyorum artık sesimi. Hiç bu kadar gerçek olmadım. İçim dışımdan kalabalık değil artık. Anladım ki, asla unutmak mümkün değil. Ne yaşarsan yaşa ve bunlardan ne kadar kaçmak istersen iste göğsünde gururla taşımayı istemedikçe hayatını canın yanıyor. Unutmak diye bir şey mümkün değil, bunca vakit boşuna kilitlemişim aklımı, engellemişim hislerimi. Geçmişim benim ayıbım değil. Aklımdaki isimler artık canımı yakmıyor Atlas. Özlemeyi bile öğrendim sonunda, mükemmel bir şey. Gelmeyeceğini, kendinden vazgeçmeyeceğini, kendinde o gücü bulamayacağını bilsem de özlüyorum Atlas. Hayatım boyunca hiç bir anı ve ya insanı unutmadım. Bir şekilde ömrüme girdiler ve çıktılar Atlas. Ah ne çok şey öğrettiler bana ama ben hep unutmak istedim sonra. Bir sabah uyanayım ve aklımdan gitsinler istedim Atlas ama bu kez, tüm sırlarım dökülmüşken yüzümden, bu kez unutmamayı seçiyorum!
- İnancını kaybetmiş bir keşiş için artık gökyüzünün ne manası olabilir evlat? Her kelimenin arkasındayım ama tüm bu yolculuk boyunca bıraktığın zamandan elinde bir kaç ömür kaldı. Dikkatli olmalısın. Verdiğin sözleri hatırlıyorsun, sözün onurun biliyorum ama beklemekten yorulduğunda ne yapacaksın?
- Koşacağım. Peşinden koşacak ve anlatacağım, anlatamadığım zamanlar yazacağım. Yukarıda bir yıldız var, benden haberdar mı onu bile bilmiyorum ama ömrüm buna değecek kadar hazır. Acı çekmeyi öğrenmem gerek belki de son bir ders olarak.  Dikkatli ol diyorsun bana, bundan kastın bu kayıp ruhlar ormanında tek başıma Tanrı'yı ararken önüme bakmamsa , kendimdeyim Atlas. Hiç olmadığım kadar kendimde. Beklediğim kimse yok, gidiyorum ve aynı düşlerin kadını aklımda. Umutlandırmak istemem seni ama asla umudumu kaybetmedim. Bana her hangi bir kötülüğü dokunamaz, keşke bunu anlatabilsem. Eğer inancım varsa, umudum sayesinde ve ben tüm umudumu bu ömre bırakıyorum...
- Kendini unutma evlat. Kendini birinde sakın unutma. O kadar benziyorsunuz ki Tanrı'ya şaşırmamak elde değil. Acele etme ama her zaman ki gibi...
-Acele ettiğim yok! Sadece geç kalmaktansa her zaman erken gitmek iyidir. Artık denemekten yoruldum. Deneyip aldığım cevapla geri dönmekten bıktım. Son bir şansım var ve onu sonuna kadar kullanacağım....
-Başka şansın yok sanırım, o zaman : "Mutlu olasın."


Şaban Sarı



12 Aralık 2013 Perşembe

Ruh Parçaları #142-143 "Zamansız Sevgiler" "Hiç Bahsedilmemiş Diyaloglar"

#142 Zamansız Sevgiler

        Zamanın yatağında akmaktan yorulmuş sığ bir nehir gibi hissediyorum, yağmurlu bir yaz akşamında. yorgunum. Artık yolculuğumu bitirip, dökülmek istiyorum bir dudağın uçurumundan... Korkularımızın üzerine gitmemiz konusunda ısrarlı bir psikolog , toprak kokusu duyuyorum...
        İki dudağının arasındaki tek bir cümle geleceğin olabilir, anlıyor musun?  Aynalarda prova ettiğin yaşamın yelkovan akrebe yetişinceye kadar gerçek olabilir... Rüyalarında dahi görmekten korktuğun uykular gündüzün olabilir... İki dudağının arasındaki tek bir cümle geçmişin olabilir, anlatabiliyor muyum... bi insanın huzurunun adı ne fark eder, insan zamansızdır. Beklemekle aşınmaz, yürümekle bitmez gelecek. Gideceksin.

#143 Hiç Bahsedilmemiş Diyaloglar

-sen beni tanıdıkça seveceksin, biliyorum.
 ama sen şunu bilmiyorsun, ben tanıdıkça uzaklaşıyorum sana.
-kapılarım açık, geldiğin gibi baş başa bırak beni.
Ne olur gitme. Çok soğuk ellerim. Sevebiliriz.

- ne kadar da tuhaf değil mi, dudaklarının kokusunu alıyorum. o kadar yakınız düşün ama ruhuna dokunamıyorum bir o kadar da uzağız anlaşılan.

- aynı hayalden başlayıp ayrı yönlere koşup bir daire çiziyoruz seninle. Hala neden öpüşemedik?

- kaçırıyoruz birbirimizin nefes izlerini şu an farkında mısın?

hep aynı imge: kalabalıkta yalnızlık. kendi kalabalığımda kayboldum başkasına yalnızım. varlığını kaybetmiş çocuklar gibi bakıyorum avuçlarıma. Avuçlarımda mutluluk, bekliyorum kaderini.

Şaban Sarı






9 Aralık 2013 Pazartesi

Kelebekler Zamanı

      #141 Kelebekler Zamanı
     Çok yorgun bir ruh için, kalkıp geleceğe uzanmak imkansızdır. Hayatında yarım kalmış her sayfa ağır gelir insanın ömrüne, hayallerine değen elleri düşer yavaş yavaş. Önce heyecanı kaçar tüm ilişkilerin. Sönmüş bir balon gibi, artık mutlu etmez hiç bir çocuğu sönmüş balon. Sonra içini kemirmeye başlar "neden?"ler çünkü bu gökyüzü altında hep eksik vedalar var. Gidenler, kalanlar kadar günahkar; kalanlar, gidenler kadar suçlu. Herkes biraz katili başkasının. Umut alır başını gider içinden, ölürsün umudun biterse. Farkında bile olmazsın. Cennet'ten kovulmuş Adem ya da Havva gibi öylesine saşkın öylesine pişman. Etin yaşasa da ruhun biter. Susarsın. Artık düş kanamalarına hiç bir yara bandı çare değil, düş kanayacaksın  oluk oluk. Düşün rengi mavidir, mavi kanayacaksın. Mavide boğulacaksın. Sonra kaçıracaksın bulutlarını Tanrının. Gözlerinin önünden geçecek hayatlar, elini kaldıramayacaksın. Belki korkudan belki yorgunluktan belki unutmamayı seçişinden. Ama unutmaya çalışsan da unutulmayacak içindeki. Ne mi olacak? Hayallerin tükenecek. Tüm bu depremlerden sonra şehrine gelecekler ve soracaklar "Hayalin ne?" diye. İstediğin kadar düşüneceksin, boşluğa sarılacaksın.
         Geçecek. Sadece saatler, aylar ve yıllar geçecek. Kaderler geçecek evinin önünden, ömrünün ta içinden ama geçmişin geçmeyecek, beklemen boşuna. Kaçacak, son hayalin de kaçacak işte o gün öleceksin.
        Evet. Bunların hepsini eski bir ölünün bedeninden yazıyorum. Şimdi mi? Şimdi ne mi yapıyorum. Yaşıyorum. Önce çok acıyor, yeryüzünün en derin acısı kadar acıyor canın. Ölmek kolay iş değil ama yeniden başlamakta hiç kolay iş değil. Susuyorsun. Kaçmak istediğin şeyin, kendi varlığın olmadığını fark ettiğinde duvarlar örüyorsun taştan. Hissetmiyorsun. Önce ruhundan hislerini çıkartıyorsun, atıyorsun. Hissettiğin sürece ölmeye devam ediyorsun çünkü. Sonra öfken kalıyor geriye, bir tek öfkelisin. Öfkenin mürekkebiyle kazıyorsun hayatını artık. Harf harf, cümle cümle yeniden yazıyorsun kaderini. Seçiyorsun, aldığın havayı bile seçiyorsun, o kadar korkuyorsun. Kozana kapanıyorsun. Dünyan seni koruyor. Bir kaç ömre dokunuyor ellerin, ağır ağır. Muhabbet kokuyorsun, yalnız olmadığını anlıyorsun. Tohumlar bırakıyorsun çorak iklimlerine. Sonra yağmurlar bekliyorsun. Çok ağlamak istiyorsun, ağlayamıyorsun. Çok ölmek istediğin zamanlarda ki kadar ağlamak ama yaş yok pınarlarında. Kuruyorsun. Sonra biri çıkıyor, güneş ya da  ay fark etmez. Puslu bir aydınlık alıyor gözünü, korkuyorsun. Karanlıktan değil, alışık ellerin karanlığa, aydınlıktan korkuyorsun. Düşmekten korkan bir bebek gibisin. Yeniden doğuyorsun. Bir gün cesaretli bir sabah yağmur yağıyorsun kendi içine. Bahar kokuyor ellerin. Bir umuda tutunup ayağa kalkıyorsun, eski hatalarının izlerini görüyorsun gözlerinde, bu kez ne yapacağını biliyorsun.
     Aklının sandıklaını açınca, hatırlıyorsun unutmaya yüz tuttuğun ne kadar acı ve hüzün varsa. Aralarından hala işe yarayan heyecanlar dikiyorsun. Sevecek gibisin, kozan yırtılmak üzere, bir el bekliyorsun. İşte şimdi cesur bir kelebek olmalısın, risk alıp uçurumdan bırakmalısın özgürlüğünü. Benzer yollardan yürümüş hayatlar daha dikkatli taşıyor gelecekleri, kulak vermelisin.
     Yırtılıyor korkunun gecesi. Rengarenk bir kanat açılıyor sırtında. Melekler gülüyor, gülüyor tanrı bile, sen bile. Bir gün geliyor koskoca bir ömrü yaşamak yerine, iki gün mutlu bir kelebek olmayı istiyor insan!
     Şimdi ne mi yapıyorum beklerken, bir kaç hikaye karalıyorum.


üç günlük dünyada iki gün kelebek olmayı istemek, hala çok mu hayalperestlik?

*http://www.youtube.com/watch?v=SU_s8Z8xJyY&feature=youtu.be

Şaban Sarı


7 Aralık 2013 Cumartesi

Ruh Parçaları #140 Şimdiye kadar

         Şimdiye kadar ne yaşadığın umurumda bile değil. Benim yaşadıklarım da senin umurunda değil. İki ayrı kader, kör topal şimdiye kadar gelebildiğimiz için şanslıyız. Şanslıyız bir şekilde karşılaşmış olduğumuz için. Senden önce geçmişiyle kavgalı, aklının kapılarını sıkıca kilitlemiş ve yaşayamadıklarına öfkeli bi adamdım. Sense büyük ihtimal, öfkesini insanlardan çıkartan düşleri yaralı bir gelecektin. Muhakkak aynı gecelerde, ayrı insanlar için üzüldüğümüz vakitlerde buluşmuşuzdur; kim bilir belki de aynı şarkının sözlerinde ayrı hayaller kurduk ama bunların hepsi geçmişte kaldı... Geçmişte kalmış anıları çok kurcalamak iyi değildir der dedem, bence gel dedemi dinleyelim. Şimdinin ya da geleceğin tadını çıkartmak için harika bir gece değil mi? Şimdi istediğin kadar kız, bağır, çağır, aynalara mutluluktan makyajınla gülümse; gün  geldiğinde bunu senden başkası düşünmeyecek. Herkes bi şekilde var olmaya çalışıcak ve unutulan yalnızca güzelliğin olacak. Bu kadar emin konuşabiliyorum çünkü senin girdiğin ormanın yollarını, Tanrıyla birlikte ben çizdim.

          Şimdiye kadar sürdürdüğüm yaşamdan öğrendiğim tek şey, hiç bir şeyin nedensiz olmadığı. Nedenler çerçevesinde yorumladığım olayların ışığında, ruhumun hissettiği şekilde yaşadım. Şimdiye kadar senin kadar temiz bir ırmak da görmedi gözlerim. Neyse konumuzla alakası yok bunların. İçimdeki aydınlık karanlığına yetmeyecektir, neden geldiğini anlamadım bile. Bence bu kez ben yanılmadım. Eminim Tanrı bu kez beni sınamıyordu. Anlatacak çok hikayem var, yıllardır anlatarak bitiremediğime göre hala heybemde bir kaç sır kalmış olmalı, dinlemek istemiyorsun. Sizler dinlemek istiyor musunuz sanki? Şimdiye kadar yaşadıklarınızı arıyorsunuz, yalnız olmadığınızı  görmek sizi güçlü kılıyor ve cesaretiniz hiç bir zaman kurtarmıyor zamanınızı. Oysa tek yapılması gereken, şovu bir şekilde herkese rağmen devam ettirmek. Eldeki iplere tutunacak cesur bir ömür cambazı olmak. Geçmişi kurtaramazsın, bırak gitsin yoksa geleceği de kaybedeceksin. Değmez, emin ol.
         Ölümle karşılaşınca insan, hayatın ne kadar kısa ve anlamsız olduğunu, insanların kendine ne kadar çok anlam yükleyerek başka insanların kaderlerini orta yerinden kestiğini anlıyor. Ölümle karşılaşınca çok geç oluyor, bilmelisin. Anlatamadığım bir hikayem var, ölümle ilgili.
        Şimdiye kadar umurumda olmadı ama sanırım hala insanları sevebiliyorum, oysa insanlar beni sevmek yerine bana dertlerini emanet bırakıyorlar. Sıkıldım. Sıkıldığım işleri yapmaya devam ettiğim görülmüş iş değildir. O kadar çok ruhun kapısını çaldım, o kadar çok yudum aldım ki hayatlarından artık gökyüzü kadar yıldızım var, eksiğim güneş, anlamadılar. Samimiyetimi sorgulayan bakışların, çok haklılar. Bu kadar samimi birini görmeniz imkansız. Hakkımda ne düşünüldüğü umurumda değil sadece öfkeliyim aklımın almadığı mantık hatalarına o kadar. Mesela, insanlar neden konuşmuyorlar, susuyorlar. Toplumca konuşma problemimiz yeterince büyük, yanlış anlamak en büyük hobimiz ve insanlar kendimizi anlatmamızı istemiyorlar ve kalkıp samimiyetimizi sorgulama cesaretini gösterebiliyorlar.
        Şimdiye kadar hiç kişiselleştirilmiş yazı yazmadım. Ben sadece bir aynayım, kelimelerim camın sırrı. Ben yaşar, görür ve aktarırım. Bunları seninle de yaşamış olabilirim, adını asla bilmeyeceğin bir hayaletle de. Önemli olan mesajı alabilmek. Şimdiye kadar hep öfkemi kustum, insanlara karşı. Sen gelene kadar öfkeliydim. En çok kendime öfkeliydim herkesin aksine. Genelde insanlar başkalarını suçlar her şey için, her şey için ben kendimi suçladım. Sen gelince anladım ki ben hiç bir şeyin cezasını çekmiyorum, sadece çok doğru ve duygusal yaşıyorum o kadar....!
     
Şaban Sarı


4 Aralık 2013 Çarşamba

Ruh Parçaları #139 Duvarlarımda Portreler

Ruh Parçası #139

 Duvarlarımda Portreler
       Öylece hayatıma girip, duvarlarıma özenle astığım heyecanlarımı bir müzeyi gezer gibi hayranlıklara gezdikten sonra "teşekkürler" deyip çıkamazsın. Diğer ömürlerde işler nasıl yürüyor bilmiyorum, diğer insanlar ne kadar yalan söylüyor umurumda dahi değil; ben kelimelerle oyunlar yapamam anlıyor musun? Kapım zaten aralık, kendimden kaçamadım, başkalarından korkacak değilim. Kendimden neden kaçmak istediğimi de unuttum. Sızmışım, rüyalar görüyorum. Papatyalar görüyorum, sever misin bilmem ama ruhumun bi kenarında biraz kalmış olacak istersen al. Unuttum neyi ne zaman nereye koyduğumu. O kadar güzel unutmuşum ki, tadını hatırlamıyorum ilk öpüşmenin. Sence ilkler mi daha önemlidir, son mu? Bu toplumsal hapishanenin soğuk koridolarında cevap arayamayız, daha sessiz bi yere gidelim. Bence bana gidelim, bu saatlerde sessizlikten zamanı bıraksam canı yanar. Canın yanmıyor değil mi? Soğuk çünkü ellerin, gözlerin acıyor mu? Öylece hayatıma girip, bi arkadaşa bakıp çıkmak yok, en baştan anlaşalım. Öyle güzel bakma, yalan söyleyebilirim gitmemen için ama önce izninle aklımın kapılarını açmam gerek, içerisi çok havasız.... Sen rahatına bak, yabancılık çekmeyecek kadar aşinasın hikayeme; senaryolarımız aynı. Kahramanların adlarını değiştirmiş Tanrı, o kadar. Ruhunun yaralarını sarmamız gerek, hemen en güzel cümlelerimi getireceğim. Hayır mı? Unutmak istemiyor musun? Peki ama neden? İzi hep kalacak. Sen unutmak istesen de zaten unutamayacağın bir anıyı, unutmamayı seçmen şuan benden başka kimsenin umurunda değil. Hayır sana aşık değilim, yanılıyorsun ama izin verirsen bir gün her şey olabilir, biliyorsun bu ülkede her gün yeni bir hayata başlama ihtimali var. Duvarlarımın savaştan kalma olduğuna bakma, bende bilirim unutulmayı, unutmayı. Korkuyorsan kal, dışarısı karanlık, insanların için karanlık, doğru benim de aydınlık olduğumu iddia edemeyiz ama en azından küçük çocuklar gibi hevesle balonların peşinden koşmuyorum. Evet hep böyleyim. Bana öyle inanmayan sözlerle bakma. Ciddi bir şey konuşuyorum, sen neden susuyorsun. Susma, çok sessizlik iyi gelmiyor bana. Yanlış anlama, yanlış anlaşılmaktan hiç hoşlanmam ama sana bir sır vermek istiyorum. Kimse ikinci bir şansı hak etmez ama herkes ilk şansı hak eder. Hiç şansım yok değil mi? Çünkü çok gerçek konuşuyorum, çünkü çok sakin konuşuyorum. Biliyor musun sanırım annem beni sevmiyor, çünkü ben ona hiç iyi ki varsın diyemedim, biliyor musun kimse beni sevmiyor çünkü ben kimseyi sevdiğime inandıramadım. Bu yüzden bu kadar sakinim ama sakinliğime bakma çabuk öğrenirim. Neyse zaten hiç halimiz yok. Göğe bakalım mı? Gitme. Ben kendimden çok vazgeçtim, senin kadar dikenli yollardan çok önce yürüdüm, hayallerim var hala. Çok hızlı öğrenirim, cesaretin varsa biraz bana sevmeyi öğretebilir misin? İlk adımı atarsam, sanki koşacak gibiyim. O kadar büyük bir çocuğum ki hala uçurtmalardan hoşlanıyorum. Hala bulutlara bakıp hayalgücü yarıştırabiliyorum. Zamanı boşver, ne zaman bizim istediğimiz vakti gösterdi ki? Dostlukların da tadı kalmadı emin ol. Adım çıktı biliyor musun dost meclislerinde, neymiş efendim rakıyı ağzımı buruşturarak içiyor muşum. İnsanların dertleri bitmiyor biliyor musun, sözüm sana değil, anlatmaktan başka bir şey bilmiyorlar. Dinleyip dinlemediğin bile umurlarında değil, herkes kendi hikayesine öyle gömmüş ki kafasını kaldırıp "ya sen" diyecek akılları kalmamış. Ben seni dinlerim, sende beni dinlersen. Şarkılara sığınırız, kitaplara sığınırız. Sığınaklaraaaaa!!!!! Gitme, ben yalan söylemeyi bilmem. Kendimi kaybettim yeterince zaten.Sen otur ben biraz öleceğim.

Şaban Sarı

3 Aralık 2013 Salı

Neyin Yok Artık!!!

Siktirin gidin. Herkes şimdi tamda şuan da hayatımı sikmeyi bırakıp, siktirip gitsin. Acılarınızı, hayallerinizi ve heyecanlarınızı da toplayın ve lütfen, siktirin gidin.

Şaban Sarı.

30 Kasım 2013 Cumartesi

Mavi Korkular

Bir renk tut yüreğinde.

gökyüzü utangaç bir çocuk gülüşünde
ürkek neşeler kanatlandı az önce içimden, sana.

Bir ömür tut aklında
gülüşelim.
yoruldun ama bir ömür daha gül içimde, lütfen.

sabırsız saatlerim, tutulmaz akrep kolundan
yolun kaderime düşerse öldürebilirm yelkovanı alnından.

Bir ölüm tut avucunda
koşalım uzaklara,
yorulur özgürlüğümüz elbet, sırt sırta göğe bakalım, lütfen.

Mavi olsun rengi ismimizin, yakışır sana
mavişelim tüm gece.

Bir ömre sığalım ikimiz,
boşver gitme
ağlaşalım karşılıklı iki kadehle.

siktir et şimdi saati, gözlerime romantik notlar bırak
ellerin soğuk, tut bak ne kadar gerçek sözlerim.

ölelim, aklımızda dudak tadı
sevişelim, korktuğumuz  her ne varsa.

Şaban Sarı


Bir Şehir, İki Yalnızlık ve Çokça Şey

Matbaada taze kağıt kokusu
aklını kaybetmiş hikayeler göğün göğsünde uykulu.
Sıcak cinayet haberi caddenin ortasında
bir kıyamet koptu uzak yürekler cennet çığlıklarında.
çok uzağa gitmiş olamaz şehir,
düşer birazdan çıkmaz galaksiler üzerine....

Zaman kadar yalnız eller, boşluğunu yokluyor
tekinsiz saatler bu anasının gözü günaydınlar.
Bakışlar öldürüyor duyguları, faili meçhul bi' hüzün aşk.

Avucunda camdan ölümlerle ömürler aşındırıyorken
yolculuklar kadar telaşlı bir yalnızlık seninkisi.
canı burnunda birazdan  geriye düşer gözlerin
teslimiyet ve biraz mahremiyet ikimizin
                                              hikayesi.

Caddelere dağılmış ayrı kaderler güneşin kör vakti
uykusuz ve yorgun umutlar henüz gözünü açıyor
kalabalıkta kayıp ismin, ismin kayıp aklımda
sebepsiz bir uzaklık gece ile gündüz arasında
aynı şehrin sokaklarında sen ile ben arasında.

Eli kulağında kopar kıyamet ya da
                    düşer elinden ölüm
şehrin dedikodularını süsler güzelliğin
bir intihar daha yazılır cennet kapıları için...

bu kış çok sert geçecek yalnız, öyle dediler
üzerine bir kaç ceset al.
bir kaç sözcük bırak köşe başına sığınmak için
yağmur yağacak, çok yağacak gözlerinden
ağlarken göğe bak, oralarda bir yerlerde olacak Tanrın....

Matbaada taze kağıt kokusu
sıcak cinayet haberi aklımın tam ortasında.....

Şaban Sarı


23 Kasım 2013 Cumartesi

Ruh Parçası #138 IT'S NO COINCIDENCE

IT'S NO COINCIDENCE
      Olağandan daha sıkıcı bir gün. Hava dahi gülüşünü almış yerini eskimiş bir kartpostal gibi duran bulutlara bırakmış. Yaşamı yakalamaya erkenden başlamaya ta'kati olmayan bir adam uykusunda imkansız  düşlerle zamanı bir makaraya sarmış. Saat vakti vurduğunda, göz kapakları açılıp, fikrine zaman dolmaya başlamış. Soğuk sular zihnini açtıkça, ısındıkça görüntüsü netlenen tüplü bir televizyon gibi dünyası netleşmiş. Adam usulca giyinmiş bu sıradan bir gün için. Rutinini her zamanki el çabukluğuyla akrebin ve yelkovanın kaşı gözü arasında tamamladığında, aynada göğe kaçak kat çıkan asi saçlarını sol eliyle düzeltirken sağ eliyle de oynatma listesinden en hareketli parçasını açmış (http://www.youtube.com/watch?v=6teOmBuMxw4)....             Kaderini ortadan ikiye ayıran metal kaplı bir köprüden geçip, geleceğine gitmek için araca atlamış adam. İnsan trafiğinin yoğun olmadığı mesai için geç bir saatte, her sabah ki gibi gene okuluna sapsağlam ve yalnız müziğiyle ulaştı. Kendini atması gereken sınıftan önce günün en güzel anı olan sıcak çay ve poğaça için kafeye yöneldi, oradaki adamı selamladı; birine, özellikle tanımadığın birine günaydın demek ciddi bir medeniyet göstergesiydi çünkü ona göre; çayını biraz eline biraz pantolonuna dökerek ağır ağır çıktı merdivenleri*.... Sınıftaki yabancıyı da selamlayınca, kız güldü nedensiz. Adam poğaçasını yerken aktı diğer ruhlar aynı kadere doğru ve saat dersi vurduğunda başladı gürültüsü günün.... Gün koşarken aklı karışıktı adamın. Aklında cevapsız kördüğüm olmuş soru işaretleri, aklında faili meçhul kadın cinayetleri.... Adam bir şey istiyor ama ne,? Adam birini özlüyor ama kim? Adam cevapları biliyor ama cevaplar elinde değil? Bakışlarını kaçırıyor adam hayattan, korkuyor sanki. Dramatizasyonu yüksek kelimelerle, enerjisi yüksek bir yaşam eksik anlatılıyor derken ders bitiyor, cadı avından bahsediyor kadın....İçimdeki yasak sevdalarımı öldürmeliyim yoksa içimdeki rüzgarlara kendimi mi asmalıyım diye düşünüyor adam.... Herkes teker teker hayatından çıkıyor, o kadının birini tanımak için sohbete davet ediyor. Adam şaşkın, kadın yabancı. Adam iyi bir oyuncu kadın iyi bir izleyici; oyun eksiksiz sahneleniyor. Birbirlerini selamlayıp, gözlerini kaçırıyorlar: birini tanımaya çalışmanın o ürkek heyecanı. Bir çocuk gibi çekingen ama bir o kadar merakla parmağını uzatmak başka bir ömre, işte hayat bu. Adam kendini, kadın kendini anlatıyor; oyun unutuluyor... Adam nedenlerini, kadın kimlelerini anlatıyor. Riyasızca. Çekinmeden ve bir şey beklemeden. Adam aklındaki esas kadınla da bunları "keşke" yapma fırsatım olsalarla saate bakıyor. Aklındaki kadının umrunda bile değil biliyor ama adam kadının ruhuna aşık zaten.... İlk kez aşkını itiraf ediyor, utanmadan. Merak etmeden....
      Dersini 24 kasım bozdu. 24 kasım aklına hiç kabuk bağlamamış eski bir anıyı getirdi. Acı bir gülümsemeyle bu sene kutlayan umarım yanımda olur dedi. Kalabalığa karıştı. Kalabalık sıkıştı, kalabalık aklını dağıttı, uykusunu getirdi; kendini çok karakterli biriyle dışarı attı, kendini kendinden atamadı bir türlü.... Aylardır beklediği filme konuşarak gitti. Konuşmak iyi geliyordu, konuşmak istemese de kimse o kendiyle de konuşuyordu. Geç kaldılar. Hayatı boyunca birine ya da yere hep geç ya da erken kalan adam gene geç kaldı. Karnındaki zillere kulak verip aklındaki vedalara dur dedi. Hem konuşarak dağıttı aklını hem hızlıca besledi ruhundaki aç canavarı.... Hava hiç gülmeden karardı. Dostu onu yordu o dostunu yordu, tatlı bir yorgunlukla ayrı kaderlere devam ederlerken adam müsait bir ölümde indi.... Adam cehenneme girdi, hızlıca.       Adam için plansız günler başladı, adamın içi sıkıldı. Ruhunu, müziğini ve sorularını kaptığı gibi doğaya attı kendini. Notaların sırtında yalnızca koştu, aklını kaçırdı onu kovaladı biraz ama bi süre düşünmemek iyi geldi. Sonra sıcak suya bıraktı kumdan düşlerini, su hayallerini aldı; dalgalar dağıttı saçlarını saçları dalga oldu aklını başına getirdi. Adam oturdu kendini yaşadı. Kendini ödüllendirdi bu yaşa kadar yaptığı her güzel iş için. Sevdiği, sevemediği; saygı duyduğu duyamadığı her şey için ama sonra adam durdu....
      Sıkılmıştı adam. Herkesten gene sıkılmış, bi şey deneyecek yeni bir umut arıyordu. Aklındaki kadın ona bunu vermedi, ama adam umutsuz değildi asla; dua etti, sığınacak tek ve yıkılmaz limana sığındı.... İçinden yeni bir yol diledi, gemilerin geleceğe gittiği. Aklındakinin mutluluğu için kendinden gidecek kadar cesur bir adamı tanımaktan kaçmak ancak bir fırtınaya yakışır güzellikteydi, adam güldü. Adam yeni şarkılar dinledi, yeni yazılar okudu. Bekledi, gelirse diye bekledi, ararsa diye bekledi. Sessizdi. Olağandan daha sıkıcı bir gündü. Oysa "It's no coincidence** " diyordu şarkı..... Tesadüf yoktu, ne yaptıysa deniz kızını kendi karasularında tutamamış kaybetmişti okyanusta, o bir damlaydı ve arayamayacak kadar küçüktü....

       Tanrı duydu heyecanının ve bir yol karşısında, adamın elinde yol çok ama aklı hep çıkmaz sokak.....
* Ahmet Haşim - merdiven
**http://www.youtube.com/watch?v=6teOmBuMxw4



21 Kasım 2013 Perşembe

AKLIM DURDU

AKLIM DURDU.

fotoğraflar sonra, bir yıla takılı kalacak aklın
aklın darmaduman,
karmakarışık cümleler aklım.

anılar kalbime sıkışmış, belki
bir gece yarısından kaldı, belki de
telveye bırakılmış bir kaderin acı hatırası
hatırlamak güç şimdi seni, aklım adında kaldı.

o an, şimdi, dile gelebilir aniden 
hatta
öpebilir sesimi, değil mi?
oysa kuşlar göçtü içimden,
çok geç değil mi?

rüyalar kadar inanılmaz ve ters susuşlardan seninkisi
aklımdan hikayeler yazıyorum kaderin üzerine, kaç zaman sonra ancak 
korkmadan diyebilirim sanki sözlerini, sözlerimle.
hiç konuşma fırsatı olmayan iki antika daktilo gibi
onlarca kelime içimizde kaldı, rüyalar da kaldı hikayeler
                                                           tıpkı bizimkisi gibi.

durdu aklım, aklım dağınık, adın yerli yerinde tek
aklın darmaduman, aşklar sonra bir gün ancak sevebilirsin
                                                               geçmişi, belki.

ölüm sıcak, kaçmak sıcak, sıcak tüm yalnızlıklar
yanımda taşıyabilirim sohbetini, soğuk çünkü yolculuklar.
saklasın cennet ölü kadınlarımı 
travmatik çocuklukların gözlerinde.

fotoğraflar sonra, hasta aklım isimleri unutur kesin
fikrim karışır, dilim şaşırır çok sonra
o an, şimdi dile gelse, gelecek geriye dönse
sağanak cümleler yağsa, romantik romantik
ıslak yanaklar öpülse bir pazar kahvaltısında

mevsimler hep en sevdiğimiz, cennet hep nefesimiz 
aklım gökkuşağı, aklın toprak kokusu
kanatsız rüzgarlar saçlarımı dağıttı, aklım karıştı
artık
ismini unutmaktan korkuyorum her fırtına öncesi
ve
amacından sapmış ilişkiler arifesi.

aklın darmaduman hala 
ve 
aklım durdu, tam da sende.

Şaban Sarı  

19 Kasım 2013 Salı

Ruh Parçası #137 Duvarların Ardından Geleceğe Ufak Bi' Uyarı Atışı


#137

"Biz kazanmayı  bu kadar çok hak edecek kadar kaybettik mi?" #89

Duvarların Ardından Geleceğe Ufak Bir Uyarı Atışı

         Meçhul eylüllerin birinde, turuncu günün  sonunda iki ayrı kader tek bir durakta bekliyordu geleceğini... Hayatın yorgun koşuşturması içinde penceredeki fesleğenden alınan derin bir nefes kadar huzur yüklü o anda tanıştı iki insan....
         Aşk, kesinlikle şans işi olmalıydı, o anı tekrar düşündüğümde bu cümleye inandım ki şansa asla inanmam.... Aramayla, beklemeyle, bundan sonraki aşk olacak avutmalarıyla aşk asla bulunamayacaktır.... Seçtiğin kaderlerin üzerinde karşına çıkan insanlar kadar yakınsın aşka; hiç girmeyeceğin caddelerdeki düşlerle yıpratmak ruhunu, yolundaki yıldızlara haksızlık değil mi?.... İşte böyle günlerin ortasında yağmurdan kaçarken yaşama tutuldu adam.... Kendinden kaçıp, ardında bıraktığı ayak izlerini gecelerin kapatmasını beklerken temize çektiği ömrünün ilk satırlarını, son sığındığı liman olan şehrin göğü altında karalıyordu... Temiz başlangıçların en zor yanı geçmişe atılacak neşter darbelerinin hayati önemi; ya hep ya hiç ömürler durağı. Kiminle yürünecek bu yol, kim cebinde kalacakken kim göğün sonsuzluğunda bir hatıra olarak yer alacak.... Cevapları ararken kaybolacağını bilmiyordu.... Bilseydi belki acemi gözlerinin aydınlığa alışmasını beklerken elini bırakmazdı geçmişin, belki bilseydi başına gelecek kıyameti bu kadar iyi niyetle sevmezdi tutunduğu düşleri; bırakırdı ve rengarenk uçurtmaların aklını boyamasına izin verirdi, olmadı kanatlarından koparılmış sonsuz umutlar birer birer düştü yere, sözlerinin salıncağında dinlendiği hayatlar birer birer yapraklarını döktüler.... Kimsesiz bir bedenle, kocaman bir şehri tek başına öğreniyordu, değerli yalnızlığına almayı istemediği eski bir ismi ardında bıraktığında en son " yorgunum.... kuyruğumu kovalamaktan, elimde ölümün ışığıyla isimler aramaktan yoruldum.... Lanetli sözlerimin cinayetlerinden bittim artık duruyorum..... yorgunum" dedi ve kapattı perdesini en sevdiği oyunun....
       Kanatsız da uçmayı öğrenecek, özgürlüğün içinde yeterince olduğunu keşfedecek ve içindeki büyük bir savaştan çıkmış görüntüsü veren yıkıntılarını,  düş kırıklarını, dost kazıklarını, gönül sancılarını bir bir temizleyecekti. Hızla iyileşiyordu ruhunun yaraları. Etini kesen bıçakların izleri geçiyordu elbet ama insanın ruhu yırtılınca, o kadar basit olmuyordu işler. Kendinden kaçan artık başkalarından kaçıyor ve kendine aşılmaz duvarlar örüyordu. Yaşamayı bilenler için her tecrübe ayrı ders ama yıllar sonra farkına varıyor ancak insan her tecrübede aldığı ders kadar kendinden bir şeyler de bıraktığını.... Duvarlar daha da kalın, kapılar daha sıkı kapalı ve ruh daha ürkek, dokunmaya korkuyor cennete, o derece yani....
      Standart bi gün hiç hesapta yokken karşılaşmak ancak basit senaryolu bir filme konu olabilirdi. Herkesle arkadaş olan adam o günde hayatına farklı bir bakış kattığı için mutluydu ama saat sohbette ilerledikçe fikirler farklı bir hal alıyordu ki insan ruhunun kokusu olduğuna inanıyordu bu yüzden kaliteli ve kalitesiz insanı ayırt edebiliyor, kendine iyi gelecek insanı seçebiliyordu artık. Bu kadında değişik bir şeyler vardı ama korkuyordu, hazır değildi henüz.... Ancak heyecan bir kere yakasından tutarsa ona karşı koyması imkansızdı insanın.... Koymaya çalıştı, gecesi gündüzüne karıştı ama karşı koydu....  Evrenin o mesajı belki de hiç gelmemeli, iki kader asla karşılaşmamalıydı ama düş kesilmiş ve kan akmıştı. Konuştular, birbirlerinde hayallerin buldular ama kadın ürküyor, adam korkuyordu. Kadın kırıktı, adam yorgundu.... Kadın adama sordu adam "benden uzak dur, ben seni incitirim" diyecek kadar cesurdu. Kadında adamın gökyüzüne girmeyecek kadar saygılı.... Sonra çok uzun zaman geçti, duvarların ardından dünyayı izlemeye devam etti adam, kadın bir daha hiç ufukta görünmedi; evren artık onları ayırmıştı çünkü....
      Aşk şans işi olduğu kadar cesaret işiydi, adam hayattaki tek pişmanlığını asla unutamayacaktı.....

Bu tarz bi öykü de ancak benim kadar beceriksiz bi elden çıkabilirdi, ana temayı ben bile anlamadım heralde, çok kasmayın az cesur olun bi şey deneyin de sonra pişman olmayın falan demeye çalıştım heralde. Sizi seveni sizde sevin.... Sevgiyle ;)

Şaban Sarı

12 Kasım 2013 Salı

Canı Yanan Kabuslar

üç kabus gördüm gün ölmüştü avucumdan aktı zaman
yarı aralık dünyanın kapısı, içim dışımdan kalabalık
kulaklarından kesiliyor makaslar kağıtlar tarafından
üç kabus gördüm sevgilim sonbahar intihar etti....

gelecek geçmişte kalmış eski bir din
iki gezegenin arasına sıkışmış inancım
içimde çocuklar travmatik duygulara tapıyor
çocuklar içimde can yakan kabuslarla uyanıyor....

Tanrısını kullarından kaçıracak kadar
kıskanç bir peygamber içimde,
içimde inançsız sevdalar, meleksiz kalmış vahiyler
gökyüzüne yazılmış sessiz kitaplarıyla
içimde kıskanç peygamber....

gezegenin en karanlık noktası gözlerim, galaksiler öldürüyor bakışlarım
ölümden sonra sevişmek yok, yaşam olsa ne fark eder
ne fark eder ölmüş ya da geç kalmış bir cinayet,
bir cinayet saati şimdi en karanlık odalarda uykular...

kim cesaret edecek sözün kemiksiz harflerine  Tanrı olmaya
içimdeki cadı avında yaralandı sihirli öpüşler,
Tanrının boğazına durmuş isyanlar, ulu orta şirk koşuyorlar kadınlara....
kutsal kitabını kaybetmiş acemi peygamber içimde
ne söylese inanacak gibi  sanki tanrısı.
ne söylese sevecek gibi sanki yarısı....

ritüeline göre dans eden ölü şamanlar içimde
boynunu mabed eylediler - ah ne kadar kutsal.
sesinin tınısına kulaksız notalar kurban ediyorlar
dudaklarını cennet eylediler - an ne kadar  da romantik.

dağınık kabuslardan geliyorum üstüm başım kan
içimde mezhep çatışmaları, can kopuyor aklımdan gece yarısı
canın yanıyor
hayatını yokluyor gözlerim savaş pistinde sızmış bir sabah
ölmüş kuşlar isyan etti, yüreğimde kanatlı atlar zamanı, canım kanıyor.
sesinin içinde kayboluyorum.

üç kabus gördüm içinde yasak meyveler
sırılsıklam ağladım içimden, göğsü yırtılmış sevdanın
içimden intihar etti, sessiz bir veda etti
ve bitti....


içimde kıyamet kopmuş,
hep Masumiyetin canı yanmış....

Şaban Sarı


10 Kasım 2013 Pazar

Elimde Kaldı 39

Bu uzun olması planlanan bir teşekkür yazısı gibi başlayacak ama aynı zamanda değeri de yıllar sonra anlaşılacak bir açık mektuba dönüşecek garip bir şeydir....

"Oku" (Alak 1)

         Unutmamak için yazdım. Geçtiğim şehirlerin isimlerini unutmamak, dokunduğum ömürlerin yüzlerini unutmamak için yazdım. Okuduğum hayatları sonsuza dek yaşatmak için durmadan yazdım. Kırmızı, kahverengi, turkuaz defterler; beyaz kağıtlar harcadım bu yolda. Dükkan açtım, dükkanda kadınlar ağırladım, arkadaşlarla sohbetler ettim; dükkana ortak aldım, beraber büyüdük beraber okuduk ve düşündük, vakti gelen her ölüm gibi dükkanı kapattık... Eskiye sünger çektim biraz da, kıyametten sonra yeniden nefes aldım sanki. Şimdi üzerine gelecek inşa ettiğim geçmişin tozlu arazilerinden bahsetmek, unutulmuş eski bir şarkının o hatırada kalan son ezgileri gibi hüzünlendiriyor beni ama dedikleri gibi "öldürmeyen şey güçlendirir".
          Savaştan çıkmış yıkık bir kenti yeniden kalkındırmak gibiydi başkentin ilk güzü. Ömrümü terk eden tanıdık caddeler, ömrümden sürgün yiyen sıcak sohbetler; Tanrı eğer gerçekten izliyorsa bulutlardan, muhakkak ağlamıştı çünkü çok yağmur yağmıştı geceleri. Biraz büyüttükten sonra düşleri, bi şey denedik: burayı açtık.
          Kahramanlar değişse de senaryo hep aynı.... İnanın bana. Yeryüzündeki herkes benim arkadaşım olabilir, çok kapı aşındırdım bu yüzden. Çok sohbet dinledim, çok laf ettim ve gördüm, yaşadım ya da duydum ki herkes aynı acılardan, aşklardan, ayrılıklardan, hüzünlerden, arayışlardan geçiyor. Hep acı değil tabi herkes aynı mutlulukların düşünü görüyor. Fakat kimileri düşlerini kanatıp, umutlarını yırtıp intihar edebiliyor. Kimileri çığlıklarını duyuramıyor, bir köşede sessiz ve kimsesiz ölebiliyor. Bu yüzden yazabilen, ömürleri kelimelere gizleyebilenler sessiz çığlıklara ses olmalılar; bestelenmemiş şarkılar bestelenmeli, hiç adı geçmemiş şiirler büyümeli bi anda ki ölümler yerli yerinde olabilsin. Düştük, kirlendik; günaha boyandı tenimiz, sesimiz komploya kurban gitti, terkedildik, unutulduk; hiç söyleyemedik bazı sevdalarımızı öyle içimizde sakladık; kaçtık, belki dövüştük ama yaşamasını da yazmasını da iyi bildik; yaşadık yaşayamayanlara cesaret olsun; yazdık yazamayanların karanlığına ışık olsun diye....
        Kırk yıllık kahveler eşliğinde biriktirilmiş dostların adınadır bu yazılar. Onlar kendilerini bilirler, siz hiç üzerinize alınmayın eski hikayeler.  Görmeden de saygı duyduğumuz özlediğimiz vakitlerindir bazı kelimelerimiz, olmasalardı asla yazılmazdı bazı yazılar....
        Yazıları yazmak için en doğru zamandı belki de 10Kasım.  Bu sene utandığım için gitmedim. Bundan sizene tabi ama bence hepimizin ayıbı bu ve ben gitmedim. Geçen seneki yazıyı yazarken hissettiğim öfke bu sene yerini çaresiz bir umutsuzluğa bırakmıştı, buruk yürünen Aslanlı Yol da bıraktım belki de tüm umudu, bilinmez.
        Ama o günden bugüne kadar ben,  yolda bırakılmış hayatları yazdım; sizleri anlattım biraz. Biraz çokça kendimi yazarak size ayna tuttum çünkü sizleri eleştirsem değiştiğiniz de beni suçlayacaktınız ama ben kendim üzerinden sizi eleştirdim. Değiştim tabi bende ve kimsenin haberi olmadan geceleri gizli gizli aşk'ı yazdım, siz yine okudunuz. Önceden yazmak yerine söyler geçerdim işi artık ciddiye alır oldum ya da çok yoruldum bilmem... Ben belki seni yazdım, sen başkasını düşündün okurken sonuçta kelimelerin kanatları yoktu. Ben bazen kendimle konuştum tıpkı eski bir dostumla konuşurmuş gibi; geldiğim yolları ve gidemediğim çıkmazları görerek, sizler tüm o  yollardan kazasızca geçtiniz. Ben narsist bi şekilde kendime hayrandım, siz kelimelerimin cilasına tutultunuz; canınız yandı. nasıl yanmasın ben dahi okurken acıyorum bazen....
      Bundan sonrası için kimseye söz veremem daima hayatımda sizden esinlenerek yazılar yazacağım; içtiğimiz her kahvede, oturduğumuz her rakı masasında bir şeyler öğrenip suskunlara öğreteceğim diye. Çok iyi öğrendim ki kimse sonsuz değil, herkesin ömrü var başka bir ömürde. Gelin konuşuruz, yazarız hemde çok yazarız ama ölünce çok üzülmeyin.
     Ata'yı dahi huzurla yatırmadık ki biz neden huzurla yazalım, hep biraz aşık biraz deli ve biraz suskun kalacağım; ne sen ne de bi başkası yazamadığım cümleleri bilemeyecek. 1 yılın hatrına elimde kaldı 39 hatırlık bir kaç satır ömür. Yanılıyorsunuz herkes benim hiç bir şeyim; sadece samimiyetimden ve merakımdan her şey.  Sizde meraklıysanız penceremden görünenlere konuşuruz sonra uzun uzun kahveler eşliğinde;

Eyvallah. 1 yılda 5.000 kez uzaktan, gizli ya da alenen yolculuğumda bana eşlik eden tüm ruhlara : daima kanatsız özgürlüklerle  yaşarken arada dinlenmek için uğrayın buralara; bol şans, özellikle yaşamda....
       
Şaban Sarı

tutamadığım sözleri hatırlatmaktan çekinmeyin, ben unutkan bi filim....


9 Kasım 2013 Cumartesi

İntihar Sevdası

Konuşamıyorum, dilime öksüz bir yalan oturdu
içimde infilak etti tüm intihar sevdalarım.
Göremiyorum, gözüme koca hayat kaçtı
ağlamaklı pencere önümde lilyumlar,
Birazdan dile gelecekse güzelliğin, yalan yanlış da olsa cümleler kur
belki dağılır renksiz bulutlar...

Şaban Sarı



7 Kasım 2013 Perşembe

İsimsiz Bir İntihar Mektubu

1
Gece utangaç bi' fahişenin ağzındaki sakız gibi,
uzadıkça uzuyor, içinde karanlıklar.
Şehirden uzak fabrikalarda işçiler ölüm vardiyalarını doldururken
akrebi ağır ağır sabaha itiyorlar.
Zaman kanatsız, zaman kimsesiz...
Gökyüzü de uyuduysa artık kızıl gezegenin koynunda
şişeler ruhlara işkence etmeye başlarlar.
Kimsenin umurunda değil hiç bir şey,
umurunda değil kimsenin köprülerin bacaklarına bırakılan yaşamlar.
Ölürken sakın intihar etme, ölüler yüzemez çünkü.

2
Ağzımda romantik jiletler, tehlikeli bir hal aldı konuşmak.
Dilim mürekkep kokuyor, gülüşümü kesiyor paslı sevdalar
kan döküyor bulutlar kelimelerimin göğsünden,
senin göğsünden başladı oysa kıyamet, saç uçlarıma kadar yıkıldım....

3

Ölümsüz denklemler kuralım Tanrının kalbindeki bir sirke
cambazlar intihar etsin gece yarılarında kasıklarımızda.
ölmek günah, günah severken sesini ölmek, unutma
unutma o gün gelecek
ve
Tanrının kalbinde çözülecek çıkmaz kaderler.

4
Sınırlarına sığmayan bir kuş, kafesinden kaçmak istedi diye
Diriler mutluluğunu elinden almamalılar.
siz ölmeyin özgürlükler, ölüler çok üşürler kendimden biliyorum
geceleri, işçileri ve tüm herkesi sonbaharlarla avutun
bırakın beni, çocukluğum yüzmeyi öğrensin.

Şaban Sarı








4 Kasım 2013 Pazartesi

Ruh Parçaları #133-136

#133
        Sessizce ağlayan bir gökyüzünü yalnız bırakmalıyız. Dokunmadan dalgalanan saçlarına sadece uzak bir pencereden izlemeliyiz olan biten her şeyi... Ve bir adım geri çekilip ömrümüze dökülen yaprakları şöyle bir düşünmeliyiz... Düşünelim.

#134
        Geriye dönüp baktığımda, geçmişten öğrendiğim tek şey : eski heyecanların bile unutulabilirliği ve hiç kimsenin vazgeçilmez olmadığı gerçeği.

#135
        "Durup durup ardımda mısın diye bakmaktan çok yoruldum, yanımda yürür müsün?" dedi sonbahar romantik renklerin hepsine.

#136
         Ayrılıkklar Hep Aynı  
ayrı şehirlerde aynı şeylere sevinip, öfkeleniyoruz.
aynı saatlerde aynı gökyüzüne bakarak düşler yarıştırıyoruz
Bir sokak ortasında yalnızken durmuş bir çifte iç geçiriyoruz, ayrı ayrı
isimsiz ve habersiz birbirimizi arıyoruz, ayrı şehirlerde.
Ne garip.

Şaban Sarı



31 Ekim 2013 Perşembe

Ruh Parçası #132 Dört Mevsimin Bir Gece Yarısı Hikayesi

  Ruh Parçası #132  Dört Mevsimin Bir Gece Yarısı Hikayesi*
       -Ağzımıza sıçtılar bizim dostum.Bence kocaman bir devrim yaptılar zevkçi ruhlarımızda, haberleri yok tabi bundan. Biz savaşta kaybedilmiş önemsiz şehirleriz ne de olsa; ezilmiş köylerden biriyiz. Şehirlerinde güneş doğarken, onların güzelliği bizim ağzımıza sıçtı dostum. Tek kelimeyle durum bu.
       -Aslında ağzımıza bu kadınlar  bir şey yapmadılar. Biz hızlı tükettik damarlarımızdaki yaşamı, bittik lan resmen heyecansızlıktan öleceğiz. Kıçımızın donduğu karlı gecelerde, ağırlaşırken gözkapaklarımız  bir anda imdadımıza yetiştiler o kadar. Ölecektik hemde hiç bir şeysizlikten ölecektik ve bizi kurtardılar. Uçurumdan düşerken yakamıza  taktığımız karanfiller oldular dostum, o kadar. Bizi asıl mahveden ayıldığımızda karşımızda göremediğimiz geleceğimiz oldu. Tadı damağımızda kalan sohbetler, fikirlerimizin en fiyakalı köşesine çöken hatıralar bizim sonumuz oldu. Ulan ikimizde kocaman iki hayalle uçmuş bir vaziyette boşlukta dalgalanıyoruz, o kadar. Abartma....
       - Bizi belirsizlik öldürdü dostum. Çağırdığımız hiç bir geleceğe icabet etmeyen karanlık suskunlukların sebebi bunlar. Evrenin durmadan mesaj yağmuruna yakalandığımız uğursuz gecelerin suçu, suçlayacak o kadar şey arasında tabi ki en büyük suç şu fıçı kadar kocaman olan ve aklımdakileri yüreğine dökmeme sebep olan gururun suçu ; aynı senaryoları farklı kadınlarda yaşayacak kadar yakın arkadaşlarız ama ikimizinde elinde ilaç kalmamış, sarhoş olalım haydi....
       - Sarhoşluğumuz içtiğimiz sıvıdan kaynaklanmıyor, duygularımız bizi uyuşturmuş. Damarlarımızda alkol değil, hüzün var dostum; aklımız bu yüzden bu kadar bulanık. Aslında ne var biliyor musun, uyuyacaksın. Birileri elbet merak edip seni arayana kadar uyuyacaksın çünkü bi uyuyunca geçiyor birde yazınca.
        -İnanmak sosyal bir aktivite, toplumsal bir olayken hala, sevişmek bile dostlara danışılmadan yapılamıyor bu yüzyılda biz hala aşk, heyecan, gelecek falan diyoruz ya bırakalım bence düşünmeyi de kapanalım mağaralara. Konuşsak geçecek gibi ama görülmemiş bir kaç rüya kaldı önce. Geçecek ama, her zaman geçti; bir' olma çabası yakacak yağmurları ve yıldızlar doğacak gene, korkmuyorum ben ya sen?
         -Ben korkuyorum. Bu kadar yakınına tırmanmışken aydınlık fenerlerin, patlamış bir ampul yüzünden düşecek miyim soğuk sulara, hayır. Ne ben ne sen bu kadar kolay sırt çeviremeyiz, ben korkuyorum koşarken nefesimiz kesilecek diye. Geceler bir hayli uzun artık, kim bilir hangi kaderleri planlıyor onlarda; anlayamadığım için korkuyorum, neden kaderler ayrı ayrı yaşanıyor, konuşarak anlaşılabilir, dediğin gibi.
        -Sanırım dökücem içimdekileri çırılçıplak kalacak sözcükler, utanır mı insan sevdiğinden?
        - İnsan yabancılarla konuşur, sevdiğine susar halbuki ne var utanacak haklısın.....
        -Zaman akıyor gözlerinden, uyuyalım.
        - Ölecekmiş ve geçecekmiş gibi yaşayalım, uyuyalım....
Şaban Sarı
* tamamen olmasa da çoğunluğu hayal ürünüdür, dikkatli okuyunuz, kendinizi bulunuz.


30 Ekim 2013 Çarşamba

Ruh Parçaları 125- 131

Ruh Parçaları

#125

zamanın gölgesi düştü üzerimize, üşüyorsan geleceğimi al.

#126

sığ bir nehrin yatağına uzanmış soğuk suların içinde yaşıyor gibiyim... Ürperiyor canım ölümün nefesine kulaç attıkça.. yağmurlara dokunuyorum, dökülüyor saçlarımdan yaprak yaprak düşlerim; aklım şimdi çok uzaklarda. Bekler insan, uçurumun kenarında tutunacak tek bir dalı bekler, yalan olsa da inanmak ister.

#127

hiç yanlış anlaşıldığın oldu mu? Sevmeye çalışırken, bir cümleyle öldüğün oldu mu hiç? İnandığım tüm değerlerin gece yarısı ansızın sorguya götürülüp bir daha onlardan haber alamadığın oldu mu hiç? Hiç severken unutmaya çalıştın mı? Hiç bu kadar depresif bir şair gördün mü peki?

#128

İnsan bazen, belki de çoğu zaman, ya da ne bileyim işte öyle anlarda. Bu tip belirsiz kelimelerle yoğun ya da öylesine anlam yükler bir şeylere. Değer verir yani. İnsana değer verir, hayvana değer verir, doğaya, taşlara, kitaba ve belki kendine değer verir. Sevgilisine değer verir; onu öpmek ona dokunmak bir değerdir kimisi için, bir başkası için ona dokunamamanın verdiği haz değerdir. Mezun olmak, derslerinde başarılı olmak birileri için değerken, bir başkası için hayattın sınavında kalmamak daha değerlidir... Herkesin değeri farklıyken ve bunca ayrı yüzler, fikirler kol gezerken gezegende hala "bir" yapmaya çalışmak kendini, birilerini saçmalıktır... Hele ki duyguları standartlara sığdırmaya çalışarak bunu aramak en büyük saçmalıktır; değer anlık bir şeydir, kimisi için saniye kimisi için ömür süren. Yaşasın bireysel duyguların güzelliği, hıh?

Zaten gün gelecek değer verdiğimiz ne varsa kaybolup gidecek, hiç bir şey olmazsa ölüm var; en güzel filmlerin bile bittiği, en edebi romanların sonuna dahi nokta konulduğu evrende her şeyin sonu var, var ama görmek isteyene... Bitişin o bir anlık boşluğunda anlıyor ki insan, bitmek başlamaktır... Başlamak bitmektir, böyle kördüğüm olmuş döngülerin içerisinde bir o yana bir bu yana savrulan düşlerine rağmen insan yine de umut edebiliyor... Hayret....

#129

canım acıyor. etime değil bildiğin canıma batıyor düş kırıklıklarım. doğru bildiğim bir yolda hep can kırıklarıyla yürüdüm, çırılçıplak. gülleri hiç sevmem, kasımpatı belki ya da fesleğen. canımı acıtan dostlara da yazıklar olsun... Nefesim kesiliyor, yüreğimdeki çocuğun üzerine kapatılıyor kafesim. aşina bir korku parmak uçlarımda, kelimelerimde izleri. Batıyor her harf geleceğime. etim soğuyor, canıma batıyor kıymıklar, yalan söyleyen geçmişe de yazıklar olsun!

#130

-Sıra sende.
-Düşünüyorum izin verirsen.
-Neden bu kadar çok düşünme ihtiyacı hissediyorsun ki, alt tarafı bir yaşam, hamleni yap.
-Neden mi? Elim uzanmıyor artık kırıklarına canımın, batacağı kadar battı zaman en derinime. Almam gereken derslerin pek çoğunda bir hayli başarılıydım. Umutlandıkça düştüm dizlerimin üzerine, tam uzanacakken ellere, bir tekme daha geldi göklerden. Şimdi yaşamak için düşünmezsem yarın ölümle buluşabilirim ve ben o gün yarın olmamalı.
-Bana acıtasyon yapma!

#131

Tanımsız hisler sözlüğünde aradığım manaların karşılığı olabilecek bir yerin var yaşamımda,
varlığına duacı bir mü'min gibiyim.

ama ruhumu hissedemediğin zaman beni bana bırak
kendimle yaşıyorum belli ki.
yeniden döneceğim güzelliğine.
bazen kaybolurum içinde, bulamazsın bazen beni aradığın yerde;
alışacaksın.

çok sevdiği için çok üzer insan, insanı. Sevmemeliyim belki de seni.
canımın bu kadar acıyacağı günleri hayal dahi edemezdim
günahlarımın bedeli olabilir misin meleğim?
bazen ömrüne ne anlam yüklersen yükle eksik bir yanın
sana ihtiyacım var gibiyim, anlayacağın.
noktala damarlarımı isminle, tenimde geleceğini bırak
seveceksin...


28 Ekim 2013 Pazartesi

Çimenli Filli Şiir

Çimenler de filleri sevebilir neden olmasın,
filler her şeyden habersiz göç edebilir ölümlü geleceklere...
Bir gün,
özgürlük gökyüzünden intihar ederse 
ancak o zaman
yağmurlar başlar Afrika çöllerinde....

Sonra baharla birlikte yeni çimenler eski hikayelere aşık olurlar
filler ağır ağır uzaklaşırlar, ardında ezilmiş düşler...
Bir gün,
susuz yazlar yaşanır en bereketli fikirlerin yeşilliğinde,
belki o zaman
kurumuş düşler dökülür eylülün yapraklarından...

tüm emekler soğuk bir başkent gecesinde havada asılı kalır
Bu coğrafya da çimenler fillere aşıkta olamaz, hakları yok.

toprağın günahlarını örter çimenler 
bir gün,
tüm filler suya hasret kaldıkların bir gün
geç kalırlar ölümlü çimenleri  fark etmeye.

Şaban Sarı


27 Ekim 2013 Pazar

Ruh Parçası #124 Sessiz Bir Ölümden önce Veda Etmek İstediğim Kadınlar Var.

Ruh Parçası #124
Sessiz Bir Ölümden önce Veda Etmek İstediğim Kadınlar Var....

      zaman asla kendini unutturmaz. Bir köşe başında ansızın karşına çıkar da başını eğersin. Utancından değil, korktuğundan.
      
       Aklımın dağınıklığında hala bir umutla en sevdiğim geleceği aramam çok yoruyor beni. Düşünmekten, özellikle sonu nereye gidecek belli olmayan kaderleri düşünmekten çok yoruldum.İçimde bilmediğim bir yerlerde saklanan hislerimin kırıntılarını yazmaya da korkuyorum artık. Umuda sarılıp karşıma hiç beklemediğim yerden çıkan heyecan, kelimelerimin de kafasını karıştırdı. Aklımdaki bulanık düşleri ne zaman dökmeye çalışsam, cümlelerim bir şekilde senin yörüngende kayıp bir yıldız oluyor... Kendi oyunumda kendime yeniliyorum ve artık yazmaktan da korkuyorum. Ölebilirim. Bu ölüm sessizliğinde, bilmediğim bu yaşamın düşü içerisinde ansızın sesim soluğum kesilebilir. Her şey yarım kalabilir....
     Beynimin içinde ağını ören bu kader, yaşanmış zamanlardan kalma acılarla süslüyor fikirlerimin duvarlarını. Hayalgücümün tablolarının dili tutulmuş, lafını esirger olmuş dudaklarımdan. Korku ülkesinin sessiz bir vatandaşı olarak kendi deliliğimde boğulacağım sanırım... Artık afilli laflar edemiyorum, demek istediklerimi gizli bir kitaba bırakıyorum. Gözlerim de  o kadar dalgınlar ki başka hikayelere de ortak olamıyorum, kusura bakmayın ama sanırım eski günlerdeki gibi geçmesini bekleyeceğim bir köşe de. İkinci kez pişman olacağım adım gibi biliyorum geleceği kaçırdığım için ama tanıdık birinin de dediği gibi; ciddi zamanlama problemlerim var. Yanlış zamanda yanlış yerlerde heyecanı buluyorum, ben kendime naptıysam hep bunu ararken yaptım ve ardıma bakmadan kaçmaya çalışıyorum sanki söylesem dilimdeki son sevda sözlerimi, kuşlar uçacak ve gidecek oda.... Bir kere kaybetmişsen kelimelerini,  yolun bitme ihtimaline katlanamıyorum artık....
        Güldüğüme bakma, gönül sancım başladı gene. Denedikçe yanıldığım, onurlu yaralar edindiğim zamanlardan kalma bir hatıra, heyecanına karışıyor. Haberin yok ama senin haricinde herkes tanıyor içimdeki yerini. Takdire şayan övgüler alıyorsun haberin olsun ve adın ne zaman geçse soğuk düşler damlıyor alnımdan, ağlasam geçer mi Tanrım?
         Cehennemin kapılarını merak ederken işlediğim günahlar öğretti ki, aşk iki insanın birbirinin zamanından çalmasını yasaklıyor, kaçıyorum bu yüzden. Gururlu bir şehre taşınacağım; asla gelecek sezon ekranlarda yer almayacak bir senaryoya inanmakla ne kadar hata yaptığımı biliyorum. Tadı damağımda misafir zamanlarımın ancak senin için her sabah pencereni aşındıran basit bir meltemden öte değil ismim. Gitmem gerek.... Ve eminim ki tüm bu günahların bedelini ödemek için uykudan uyanır uyanmaz bir sabah vakti, ikinci kez çaldım kapını; şimdi her gitmek istediğimde karşıma çıkıyor güzelliğin, Tanrım bu kadar acıdan sonra cenneti görebilir miyim? Hayır Tanrım, onun cennet olduğuna inanmayacağım, artık sahnelenmeyecek oyunlarda başrol olmaktan çok yoruldum, anlıyor musun?
         Hep kendimi ararken merak ettim, bir insan bambaşka bir insanın ayak seslerini nasıl gözler, nasıl hasretle bir yudum sohbetini bekler, diye. Şimdi anladım ki kendimi ararken ne çok kaçırmışım sevdaları. Tam kendimi suretinde bulmuşken berrak bir aynanın karşısında, uğursuz bir belirsizlik bozdu büyüyü. Kendime dönmeye o kadar hazırdım ki hemde seninle.... Görüyorsun ki kelimelerim yine seni bulmayı başardılar. Sesimden çok onlarla konuştun ne de olsa....
         Öğrendim ki sevmeye engel değil tanımadığım üçüncü tekil şahıslar ve öğrendim ki umuttur yaşatan da öldüren de insanı.... Birini sevmek için iki kişiye ihtiyacı yok der eski mevlevi şeyhleri oysa ne çok yanılmışlar,Sevgili'nin aşkına giderken ikinci bir güzelliğe ihtiyacı var en kara düşlerin bile... Bekleme sevgilim, yolunu kaybetmiş bülbül gibi, gül rengi şaraplarda öleceğim....
        Daha çok söz edilir de üzerine alınmanı istemiyorum, diyeceklerimi gül güzeli yüzüne saklamakta inatçıyım, hem gittikçe melankolikleşen gecemi seninle daha da derinleştirmek istemiyorum, izninle susuyorum, yine. 

Şaban Sarı


22 Ekim 2013 Salı

Ruh Parçaları #123 Tanrım Orada Mısın?

   Ruh Parçası #123  Tanrım Orada Mısın?
       Aydınlık bir geleceğin perdelerini aralamak için bu karanlık koridordan geçmeliyim. Ellerimden tutar mısın bayan Tanrım, yoksa sende tüm sevdiklerim gibi beni yolun sonunda mı karşılayacaksın? Kaderine terk edilmiş metruk bir ev gibiyim,  korkuyorum Tanrım. Korkuyorum, duyuyor musun aklımın seslerini. Takvimlerden dökülen anılarımın yaprakları merdivenlerde ruh gibi bekliyorlar. Ömrümün satır aralarında bir komploya hazırlanıyor olabilir ölümler... Önyargıların çığlıkları çekip alıyor üzerimden geleceğin örtüsünü; kuralların dalları kesiyor etimi,  sökük hayalleri yamama telaşında hala ruhum; riyakar sözlerin gölgesinde üşüyorken, sevecekmiş gibi bakan gözler var karanlıkta; ölecek gibiyim Tanrım... Buz gibi ve zehirli bir ağızdan umut içiyorum, içer içmez bir ayaz düşlerimi titretiyor, yolun sonuna gelebildim mi Tanrım?
       Kimse(m) yok mu Tanrım? Kaderime ortak bir heyecan bulamaz mıyız bu saatte bana uygun? Senin de mi saatin çoktan yasak? Tanrım, gittiği yere kadar dayanamayabilirim, izninle dökebilir miyim dilimdekileri? Yoksa dilsiz bir peygamber mi olacağım sessizlik ülkesinde yine? Kelimelerimi üzerine alınma Tanrım ama bokunu çıkartıyorsun artık! Nereye Tanrım, bir dakika nereye! Nereye götürüyorsun sevdiklerimi de? Havada asılıyken yüzmeye mi çalışıyorum sence de? Yüksek duvarların  ardından umut doğarsa kıyamet alameti mi sayılır? Tanrım tüm bu rüyalarımı sadece suya mı yazıyorum. Beyhude bir telaş içerisinde, bu karanlık ormandaki bataklıkta aşk'ı aramak çok mu saçma sence de?
       Dönemem Tanrım bu yoldan, dönemem üzerim çok günahlı ama sil baştan sevebilir misin ömrümü Tanrım?
       Sabrımı avutmaya yetecek kadar senaryom kalmadı Tanrım, ölecek gibiyim... Söyler misin, daha çok var mı cennetin kapılarına Tanrım! Tanrım! orada mısın Tanrım...

Şaban Sarı

fb/ Sbn.Sari
Twitter/ SbnSari8


20 Ekim 2013 Pazar

HÜZÜN SAATLERİNDE

HÜZÜN SAATLERİNDE
Gece lanetli bir vakit bu şehrin üzerinde asılı dururken
Karanlığın nelere gebe olduğundan kader bile bihaber bu saatlerde
Uykusu kaçık akıllıların işi bu bekleyiş
Gözü kara korkakların sabrı bu haykırış
Zalim yüreklerin şefkati bu sözler
Aşkın tıkırtıları hepsi, bu hüzün saatlerinde

Bu hüzün saatlerinde takılı kalıyor akrebin gözü güzelliğinde
Görüyorsun işte zaman dahi tutuk senin karşında
Kadranın gönlü el vermiyor bir saniyede geçip gitmeyi
Boğaza düğümlenmiş sevda sözlerinin tutsaklığını gördükçe
Aksa sabaha varacak an dinecek bu lanetin sızıları
Aksa geceye varacak yine zaman akacak açık yaralarından yaşam
Bekleyecek oysa ruh takvim yapraklarının başında umutla- kalem sürçmesi işte- umutsuzlukla


Sözler asla söylenemeyecek ölü cümleler yazılamayacak gerçek hisler
Ertelenmiş bir gelecek uzatılmış bir hasret ve sabırlı bir düş
Akamamış gözyaşları kurumayan mürekkebin veda damlası ve kaderin cilvesi
Bu hüzün saatinde can evine sığınmışlılar
Susuyorlar yas’lı bir yüreğin pişman bakışlarında çaresiz

Asla arkası gelmeyecek yarınların onunla
İnadı inat huzurun bu ülkenin sınırlarına uğramayacak
Vakit kaça dönerse dönsün küre’de
Saat hep yüzün yürekte

Uzun uzadıya anlatılmalı ihtimallerin düşü
Çünkü olmayacak duaların son kabul tarihi de doldu artık
Ne kadar istersen iste geleceği biriyle
Bu cennette zor, zor seninle iki cihanda bir yakada buluşma ihtimali

Sen nereye kaçarsan kaç karanlıkta
Ben hep o hüzün saatinde saygı duruşunda
İster git ister sev ister sus
Ama bil vakit burada yüzündeki hüzün

Gönül sancım nisan yağmuru kadar kısa düşüm
Toprak kokunu unuttun geçip giderken şehrimden
Baharı bıraktın üzerimde ve yine de kış soğuk geçiyor içimdeki yokluğunda
Zamansız yağdım rahmet kapılarından yüreğine biliyorum
Hiç yakışmadı bana baharın onu da biliyorum
 Çünkü bahar en çok sana yakışır
Ben yine kışı alayım.

Aşk gibi bir ateşin içinde üşüyorsa ten
Vakitlerden hüzün vaktidir kesin
Tan karanlığın içini ürpertiyorsa sol boşluğu yalnızlığın
Vakitlerde hüzün vaktidir kesin.

Tüm verdiğim huzursuzluğun bir özrü olarak
Geride bırakırken umudumu yatağında,
Son bir veda cümlesi koyuyorum başına
“şakadan daha ciddi bir nisan’dır aşk”

Öptüm yokluğunu giderken
Sen rahat uyu, daha erken vakit: hüzün saatlerinde!


Şaban Sarı

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...