Pages

Ads 468x60px

31 Ağustos 2013 Cumartesi

KADERİNİN BEKLEYEN RUHLAR DURAĞI

Kadere inanıyorsunuz bayan, hiç yakışmıyor güzelliğize.
Saçlarınızın düğümlerini rüzgara emanet ediyorsunuz, düşlerime değiyorlar dikkatli olun.

Kendinizden daha çok sevdiğiniz tek kişi yine kendinizsiniz,
Biliyorum yerim yok vaktinizde ama üzülebilirsiniz.

Yanlış bir ömre sapmışsınız belli ki, yolunuz yol değil  ağaçlar kuruyor damarlarımda.
Bu kadar inanmayın sözlerime, yalancıyım diyecek kadar dürüstüm belki de.

Kök saldınız geleceğinizi beklerken bayan,
(Bayan deyişim sizi rahatsız eder mi bilmem ama ben hiç hoşlanmıyorum,
size daha şık bir söz diktirmeliyim.)
Beklediğiniz her kimse sanırım geç kaldı, geç oldu bir hayli; öleceğiniz yere beraber gidebilir miyiz?

Cesaretinize hayranım tek başınıza büyütmüşsünüz sözlerinizi,
Sözünüzden de hiç çıkmıyor Tanrılar.
Özel bir aşka olsa gerek tüm bu hazırlıklar.

Bu kadar temiz bir ruh için çok çalışmış olmalısınız
Vücudunuzdan mis kokular geliyor içinizde düğün mü var?

Beklerken biraz daha bahsetmek isterim size gelecekten:
Kelimelerle oynarım kaderini bekleyenlerin karşısında,
ne garip hiç gelmeyecek gemileri bekliyorsunuz.
İşim iş anlayacağınız.
Size bir sır vereyim, gemiler gökyüzünden gelmezler
siz gitmelisiniz düşlerinizin içinden kalkan gemilere.


Belkide bir gün şair olurum, sevişiriz
Cennette havanızdan da geçilmez hani, ben zebanilere sesinizi anlatırım.

Geçen yine konuşuyoruz kalabalık bir delilik ortamında, sizden bahsediyordum yanılmıyorsam
ya da "ne olacak bu dünyanın yalnızlığı" ruh haline sahiptim emin değilim
Konu bir şekilde size varıyor aslında, elimde değil

Politik sohbetlerin en ortasında da, en öfkeli anımda, birden aklım size kayıyor bayan
tüm  gri bulutlar dağılıyor
o da ne gökyüzü maviymiş meğer!
ve Gökkuşakları merdivenlerde büyüyor, ne güzel günlere kaldık sayenizde bayan.

Bir hayli geç oldu  daha bekleyecek  miyiz,
Kuşlar uçuyor* elimizden kayıyor ipleri zamanın farkında mısınız bilmem
telaşlı bir heyecan içerisinde dudaklarınıza adayabilirim yeteneklerimi
derseniz "bir kadere sığmayız", yanılırsınız
çünkü ancak tek bir kaderde oynar iki cambaz
ve ben kadere inanmıyorum, sizinkine ortak olabilir miyim?

Şaban Sarı
* Cemal Süreya
resim : Ben Heine


27 Ağustos 2013 Salı

Ruh Parçaları #113

    Ruh Parçası  #113
      Ruhunda son hızla akıp giden taşkın bir selin önüne asla bir set koyamıyor insan. Engel tanımıyor duygular. İnsan kendini ifade etmeden duramıyor;  anlatmak istiyor sıkışan kelimelerini, diyemediklerini bir şekilde içinden atıp, nehrindeki kirli hüzünlerden kurtulup, akmak istiyor insan dört nala ömründe. Konuşmak istiyor, kendi gibi ruhlara karşı. Aynalardan sıkılıyor insan canları acımıyor çünkü. Yalnızlık öldürüyor duyguları, yazıyor ölümsüz kağıtlar söylenemeyenleri ama yetmiyor. Konuşup damarlarındaki tıkanıklığı açıcak bir el arıyor insan en çok.  Tüm delilikler ve intiharlar anlatamamaktan kendini. Tutunamamaktan belki de. Konuşun olmadı yazın! Yoksa çok duvar parçalarsınız.
Şaban Sarı


25 Ağustos 2013 Pazar

Ruh Parçaları #112

Ruh Parçası #112

Ne yazmam gerektiğini bilmiyorum, ne söylemem gerektiğini de. Sussam anlaşılmayacağım ondan da eminim. Kendimle konuşmaktan bile  yorulmuşken, hala gözlerine haykırmak istemiyorum, anla anlayamadığın ne varsa mesela Bir kelime kaçarsa ağzımdan tut kanadından ve istediğin anlamı yükle, kabul.  Beklemekten daha iyi bir seçenek yok malesef. Birbirimize muhtacız ancak bir o kadar da farkında değiliz, daha ne kadar bekleyeceğiz akrep!  - pardon aynı ömrü mü bekliyoruz acaba? - pardon?, - hiç. sadece otobüs geçti mi diye soracaktım - yok.  Böyle boktan bir diyalog da ancak yazılarda olur zaten çünkü biz iki çift laf edemeyecek kadar gurur.  Geçip giden mutlu yarınların camlarında soluk benizlerimizde kırışmış umutları görünce dahi yan yana susmak anlamsız. Beklemekten yorulmuş olacaksın ölümün birinde bence gel otur gözlerime. Ortalık dağınık kusura bakma, senden önceki kiracı işte. Benim iyi bir ev sahibi olduğumu iddia etmiyorum yanlış anlama, keyfine bak.

Ne yapılır böyle anlarda hiç anlamam, ben vedaları bilirim, kırgınlıkları. Hiç temiz bir başlangıç yapamadım gördüğün gibi, ağzım eller(im) kadar iyi lafta yapmaz. Heyecanlıyım da biraz. Görüyorsun zaten ruhum titriyor karşında. Nasıl yapıyorsun tanrıaşkına bir kayayı heyecandan öldürmeyi? Excalibur gibisin kalbime saplı. Konudan konuya atlıyorum biliyorum ama ne demek istediğimi bilmiyorum ki. Sen anlarsın beni değil mi? Beni kimse anlamadı biliyor musun bugüne dek, belki de ben kendimi anlatamadım. Ne anlatmak istediğimi bende bilmiyorken bir şey anlatmak ne kadar da zor.

Ne kadar susarsın. Daha önce böyle renkli bir susuş görmemiştim. Çay var içer misin?

Şaban Sarı

20 Ağustos 2013 Salı

Bir Ceviz Ağacı

Bir Ceviz Ağacı

Bir ceviz ağacının altında uzanırken düştün aklıma
yapraklarında gözlerin vardı.
kokunu saklıyordu dallarında ki
haylaz bir rüzgar havalandırdı eteğini
duydum seni.
gölgene sığınmış yorgun bir yaşam işçisiyim
öpsen geçer sızılarım, unuturum senden başka ne varsa.

Bir ceviz ağacının altındayım, başımda nükleer gelecek planları
Sıcak dokunuşlarla cilveleşiyor doğa bıkkınlığımla
kirpiklerime ağır çekiçler indiriyor tanrılar
tehlikeli bir uykuya sarılsam bu vakitte bekler misin avucumda,
bir ceviz ağacının altında.

Bir ceviz ağacının altında gökkuşağının renklerini sayıyorum
yapraklar yeşil, gök mavi, sen kızıl bir rüya gibisiniz
uzanıp meyvelerinizi dökmekten korkuyorum
korkumun ecelime bir faydası olur mu bilmem ama
yırtılsın istemiyorum kelebek kanatların.
ne çok seni düşünüyorum radyoaktif bir ağacın sessizliğinde...

Tek tanesini dökmediğimiz zaman kırıntılarının sonunu haber veriyor bir ıslık
gitmem gerek bu ağacın gölgesine emanet ederek varlığını
bir ceviz ağacının altında yazıyorum sana söylemeyi düşündüklerimi
telekinetik yağmurlara güveniyorum belki de...

Yaşamına aç yorgun bir yaşam işçisi geçti yollarından
çağırsan susacak çığlıklarım.

Bir ceviz ağacının altında bırakıyorum kelimeleri.
 Şaban Sarı - Ş"S -

Fotoğraf: Ş"S (o ceviz ağacı)



17 Ağustos 2013 Cumartesi

Ve Siz Bayan Beni mi Aramıştınız?

 Ve Siz Bayan Beni mi aramıştınız?

Geceler gündüzlerden daha uzun ve sessizdi hep
Yorgun ayak sesleri yankılanıyor boş vakitlerimde.
Kimsesizliğin kara kubbesi altında, yıldızlar olmadan uyuyamıyorum
Uzak ufuklarda doğacağını bildiğim günü beklerken unutuyorum takvimleri
Sen bayan meçhul, tek sözünle kopacak aramızdaki kıyamet.

Dar kadranların arasına sıkıştırdığım nostaljik düşlerim var
Fikrimin iç cebinde tozlanmaya yüz tutmuşlar artık.
Ivır zıvır anılar medeniyetinde yaşamak yoruyor yalnız dudaklarımı
Kalabalık dağınıklığımda aradığım yerde bir türlü yoksa adın
Ne gerek vardı kabuğuma kazınmış bu kadar isme
Sen bayan kim,  çok karışığım istesen arar bulursun kimliğimi.

Aynı kelimelerin çevresinde dört dönen sevişmeler eskitti kâğıtları
Her gün baştan karalanan günler de tükenecek bir gün
Geç kalacağız ayrı yollarda aynı hikâyelerin sonlarına
Beraber beklemeliyiz oysa gelse de gelmese de artık fark etmeyen kaderleri
Sen Bayan Tanrı, yan koltuğunda sev çocukluğumu.

 Şaban Sarı -Ş"S-







15 Ağustos 2013 Perşembe

OTURAKLI ŞİİR

OTURAKLI ŞİİR

Oturup bir şiir yazacağım şimdi.
Kimseye adamadan hiç bir cümlesini, gelişine noktalayacağım her dizeyi.
zaten bilirim kimsenin üzerine alınacak hali de yok bu ciddiyetsizliği
ki zaten kendi kendime yazarım ben diyeceklerimi.

oturup  sonra, bir bardak çay koyarım kendime
hemde bu saatte.
geç vakitte demli sohbetlerde olmaz, karşılıklı susmayı tercih ederim kendimle
tek şeker yeter tatlandırmaya tadımı kaçıran ne varsa ömrümde.

Oturup kara kara düşünürüm, düşünmekten öleceğim şüphem yok
uzunca duvarın renginde boğulurum,
olur olmadık geleceklerin sularında yüzmek ne haddime!
Belki adı belli bir kadını düşünürüm, belki isimsiz gölgelere inanırım.
Düşünecek başka bir şey bulamadığımda da oturup bir şiir yakarım parmak uçlarımla.

kalkıp oturduğum yerden, rüzgar gibi geçerim çayın içinden
yarım kalır bu vakitte her şey, en başta şiirler.

bu kadar umutsuz bitmeye bilir istenirse bir oturuşta suya yazılanlar
ama
hüzünden beslenen mutlu şairlerden kim kaldı Allah aşkına!
Şaban Sarı - Ş"S -

13 Ağustos 2013 Salı

Ruh Parçaları #111

Ruh Parçası #111
NEREDE O ESKİ HEYECANLAR

(Bir bayram sabahı siz uyurken yaşanmış gerçek hisler...)
      Mahmur düşlerin sersemliğinde, seher vakti düştüm çocukluğumun beklediği yollara. Soğuk bir köy kahvesinde sıcak bir sohbetle açıldı kapılar. Eskiden, çok eskiden isminden korktuğum yerlerde oturunca anlıyor insan: zaman elde tutulmuyor...
      Masumiyetini sakladığın şehre gün doğarken, tertemiz inançların gölgesinde büyüyen adetler insanın umudunu yeşil tutmaya yetiyor. Çocukların geceden kalma heyecanlarla yataklarından fırladıkları sabah saatindeyim, birazdan başlayacak şekere batırılmış elleri öpme telaşı. Bir uçtan bir uca, ayrılmadan koşturan geleceğimiz bize sanki bir şeyler anlatmak istiyor: " Çocuk kaldıkça ancak gerçekten güleceğiz".
      Kaybettiklerimizin huzurunda, mermer  taşların üzerinde otururken gerçeği tüm çıplaklığıyla fark ettim de ne kadar sevsek de bu dünyayı ve içindeki birilerini, sonsuz bir uykunun son durağında inmek zorundayız. Ardımızda bıraktıklarımız da bir şekilde kendi yolculuğuna devam ediyor...
      Birinin kulağından girip ötekinin kulağından çıkan huzur kelamının tınısı bile ruhumu titretmeye yetiyor. Solumdan göz kırpan günün ilk ışıkları, sesi gür bir dedenin uzayan sesini karşılıyor dağlarda. Yorgun gözlerden akan yaşlar yalan olan masalları anlatıyor yeni uyanan güneşe.... Dağların havası fikrimin perdesini aralıyor, olur olmadık düşler kuruyorum. Gün ışığı aydınlatıyor tozlu hatıralarımın karanlığını. Süzülen geçmişin sisi içinde kaybolurken, kalbimin eski bir odasında ağırdan çalan bir pikap mırıldanıyor " nerde o eski bayramlar"...
      Küçük avuçlara dolan neşeler tükendi artık. Seneye de giyilmiyor bayramlıklar, bir köşede yalnız bekliyorlar. Büyüdükçe geride kalıyor en mutlu zamanlar. Geçmişin can yakan sıcaklığında dokunulmuyor o en mavi zamanlara... Tam da böyle bir gecede uykudan uyandırılınca bir düşe düştüm, anlatılmayacak...
      Çok geç olmadan vakit kalkıp sarılmak lazım eşe dosta, düşmana... Kırgınlıkları yamamak, küslüklerin sertliğini yumuşatmak lazım. Söylenmemiş cümleleri bir sonraki seneye saklamadan söylemek, söylenmiş kelimelerin yolunu gözlemek gerekir belki de; pişmanlıklardan arındırılmış köy gibi geleceklere....


 

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Ruh Parçaları #110

Ruh Parçası #110

-Keşkelerine rağmen yine de mutlu musun?
-Bilmiyorum, bu sorunun cevabını zamana bırakmak istiyorum... Ama her keşkeden sonra insan kendinden bir şeyleri ardında bırakmak zorunda kalıyor...
-Nasıl yani?
- Yeşil bir ovadasın, gözünün görebildiği, kollarının kucaklayabildiği kadar engin yer ve gök.  Özgür kuşlar gibi koşuyorsun ve bazen hiç fark etmesen de tel örgülerin içinden geçiyorsun. O kadar sarhoşsun ki mutluluktan etin acımıyor, çizilmiyor bile hiç bir yerin. Ama en sevdiğin kazağın takılıyor ve sen koştukça sökülüyor ardında. Yaşam kavgasında koşuşturmaktan farkına varmadan akıp gidiyorsun ve durup baktığında kendine çırılçıplak kalmışsın. Sonra durup kendine bir "keşke" diyorsun. Boşlukta uçup gidiyor...
- Hayat böyledir, çok düşünmemelisin. Dinlen biraz?
-Böyle iyiyim ben... Her insan iki kişi barındırır içinde aslında. Biri bize görünense, diğeri gerçektir. Ne kadar gülerse gülsün, ne kadar vurdumduymaz sanılsada insan içindeki fırtınaları kimse göremez çoğu zaman. Dalga kıranların ardında bir başına mücadele etmek ister pek çoğu.
-İnsanlar tüm bunları paylaşabilseler, keşke.
-Paylaşamazlar... Zaaflarını yamamayı öğretmek yerine, zaaflarından korkmayı öğrettik insanlara. Zayıflıklarından su alıp batmaktan korkuyorlar oysa bu yanlarını bir kalkan gibi dimdik kabullenerek kullansalar asla batmadan denizler görebilecek insanlar...
-Kendilerini nasıl anlatacaklarını bilmiyorlar.
-İşin sırrı da burada başlamıyor mu zaten. Herkesin hikayesini anlatacağı bir yolu vardır ancak kaçımız ruhumuzun sesine kulak veriyoruz. Kendimize bir ülke kurmuşuz ve bu ülkede en büyük hakka sahip olan kişiye yani ruhumuza söz vermiyoruz. Tanımıyoruz kendimizi. Her şey kendini tanımaktan geçiyor aslında...
-Bu tanımsızlık ve yardım eli uzatanlara karşı saldırganlık onları en ufak esintide kırılan zayıf dallar yapıyor. Böylelerini hiç sevmiyorum
-Sevmelisin... Bir olayın senin üzerindeki etkisi ve senin tepkinle bir başkasınınki arasında öngörülemez farklar vardır. Bu kadar yaşama rağmen, ardımızda ayrı ayrı parmak izleri bırakırken aynı tepkiler vermemizi beklemek haksızlık olmaz mı?
-İyi de insanlar tepki vermek yerine önce düşünseler daha akıllıca olmaz mı?
- Şimdi de şunu düşün; Bir mekanda oturuyorsun, masalar dolu ve koyu bir sohbete dalmış herkes. Tam o anda elektrikler kesilse pek çok insanın vereceği tepki koca bir "Aaaa....aaa"dır. Bu saniyeden daha kısa sürede verilen bir tepkidir, bunu kontrol edemezsin. Anlıyor musun,  Herkesin kodlanmış bir programı vardır ve bunun dışına çıkartamayız. Saat işliyor ve hepimiz ayrı bir dişliyiz. Uyumu bozamayız, kabullenmeliyiz belki de?
-Her şey programlıysa neden bir şeyleri değiştirme çabasındayız diye sormazlar mı ?
-...

Şaban Sarı -Ş"S
fotoğraf: Metin Demiralay


4 Ağustos 2013 Pazar

Ruh Parçaları #109

Ruh Parçası #109
Duvarın Ötesi

"En çok kanayan yerden yazıyorum bu mektubu"
       Sahil kenarına kumdan düşler yapan çocuklarda kuş olup özgürlüğe kanat çırptılar.  Ceplerinde düş kırıklıklarıyla göçtü gitti kim varsa sınırımda. Dalgaların menzilinde gelecek kovalayan son çakıl taşı benim. En çok kanayan yerim ruhum, ruhumdan damıtarak yazıyorum bu mektubu ileriye... Duvarın ötesini görecek tüm bulutlarla seslendirsin rüzgarlar şarkılarımı...
       Düşe kalka, ite kaka bir yerlere getirdik takvimleri. Biraz nazla biraz yaşla kör topal yürüdü vakitler. Dönüp ardındaki ayak izlerine bakınca insan anlıyor ki ne çok ölü dün kalmış ardında... Aynalarda eskimiş bir maske, ceplerinde yarım yalnızlıklar, saçlarında boynu bükük fikirler, yüreğine kazılı kabuk bağlamış isimleri taşıyor ancak insan geleceğine. Bu kargaşada yorgun düşüyor umutlar, kalabalık caddelerin yüzyıllık yalnızlıklarından kaçacak bir huzur arıyor insan. Huzur insanın içindedir diye düşünen ruhların kendine inşa ettiği hayattan duvarın ardında yemyeşil bir umut birikiyor.
       Duvar örüldükçe ömrümün önünde dizlerim kelimelerime dokunuyor, sessizce köşemde bekliyorum. Her tuğla da yalnızlaşıyorum daha da; yaralarım sızıyor çatlaklarından ve güvensizlikle karılıyor duvarın harcı... Yaşadıkça kaybediyoruz kuyruğumuza takılı parıltılı kahkahaları, sırtımdaki anılar yırtıyor aşkların perdesini düşüyorum dört duvarın ardına. Aşabilene aşk olsun... Truva atı gibi yalancı baharlar yetmez içimdeki savaşı bitirmeye, zaman Berlin duvarı gibi yıkar belki bir gün korkularımızı, kim bilir...
       Duvarın ötesi benim çocukluğum. Kuşlar uçuyor üzerimde, özgürlüğe dokunuyorum. Duvarın ötesi  çıplaklığım. Kapılarımı ölüm zorluyor, biraz daha yaşam diliyorum sözlerinden...

Şaban Sarı- Ş"S



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...