Pages

Ads 468x60px

28 Şubat 2013 Perşembe

Aramızda Kalsın

kaldır kadehini gecenin şerefine ve doldur boşlukları...
Elini korkak alıştırma, bol koy yüreğime acılarını.
Senin yükün ağır, nezaketin sırası hiç değil
Ne konuştuysak bu sokaklar şahit, hepimiz taşırız sözlerini...

Doldurma diline kelimeleri, serseri kurşunlar gibi
Öfkelenme, burada kadınlar susarak öldürür!
Bilirim paylaşılan vakitlerin kanı akar en çok bu cinayette
ve bilirim ki en çok acıyı da iplerin kesildiği yerden alır insan...

Boşver. Boşver diyenleri de boşver.
Ateş düştüğü yeri yakar, ateş yakar...
Yaktığı yer sıcak soğuk demeden sızım sızım sızlar...
Kor bir cümlenin eriyen harfleri yapıştı tenine,
bilirim damlaya damlaya öldürür harfler çığlıklarını...

Akrebe sinirlenip, günahını yelkovandan çıkartma
Senin kanında yok masuma el kaldırmak!
Bırak biraz da başrol oyuncuları ölsün, hayat senin olsa da...
İsmini ismine beğendiklerin, seni sana küstürseler de
sen büyüksün, yine unutursun!

Bir kere kendini dalgınlıkla birinde unutursun
Eve döndüğünde ceplerini yokladığında anlarsın kaybolduğunu
ve Burada kaybedilen ruh, bulanındır ilelebet!

Ve aşk'a gelecek olursa bu gece sohbet
ne dokun, ne konuş, ne de unut kendini birinde
Aşk düştüğü yerden tutuşup varını yoğunu yakar...

Geç oldu, aramızdaki hesabı kapatalım artık
Unutmadan son kez, sen yaz...
Sen yazdıkça seni hatırlasın pişmanlıklar...

Sen aklına yakışana yaz,
Bırak o üzerine alınsın...

Geç oldu kalkalım artık, son kez şerefine kaldırıyorum kadehimi şair!

"Ş"aban "S"arı




16 Şubat 2013 Cumartesi

Ruh Parçaları #55 Yazar Burada Ne Anlatmak İstemiş Kime Ne?

      "Yazmak için söylenecek sözünün olması yeterlidir". dediğimde siz anlayın, yüreğimin peteklerinden nasıl bu kadar çok kelimenin damladığını...
      Hepimizin hayatın raflarından özenle, heyecanla ve merakla eline alıp, ilk sayfasına özenle adımızı ve hayatımızı geçirdiğimiz defterlerimiz oldu. Hevesli bir hayata başlamanın tadını bilenler için tarifi imkansız olan bu duygu; bilmeyenler için : hani yağmurlu bir havada camdan dışarıyı izlerken duyduğunuz toprak kokusu... Buram burum umut kokan bir yarın dan bahsediyoruz...
      Garip olansa, yeni bir yıla girerken "bu kez başaracağım" diye kendimize verdiğimiz emirlerin unutulması gibi, bu defterlere başlarken umduğumuzu bulamıyoruz, çoğu zaman. O güzel el yazımızla karalanan kaderimiz, gün geçtikçe çala kalem anılarla dolduruluyor ve her defterin sonu biraz da yarım kalmak; o yüzden hep bir sayfa boşluk var hayatlarımızda. Sil baştan başlanmıyor hayata, beyaz bir sayfadan hayata başlamak kolay ama eskiler kimseyi bir yere terk etmiyor...
      Yarası kapanmayan defterleri yastık altında saklayanların kabusları da geceleri gerçek olur. Ertelediğimiz kendimizken, zamanın neyi gösterdiği ya da takvime adını hangi ayın verdiğinin bir önemi kalmıyor; mutlaka birine geç kalıyoruz o sırada... Sen ne kadar "bu sefer" tamam dersen de, istediğin kadar uzaklara bırak; anıların sevsen de sevmesen de sadık bir hayvan gibi gelir bulur seni....
     Ne yapmalı...? Hepimizin hiç kapanmayan, durmadan kanayan derin yaraları var ve bunlar için bir tedavi olmalı; tıp bu konuda çaresiz kalıyor ... ama edebiyat var.
     Bize bu yaraları emanet bırakanların yükünü taşımakta bize düşüyor; kimileri yüklerini yazarak, kimileri okuyarak azaltmayı çözüm olarak kabullenmişler. Failler ise mutlu hayatlarına devam etmekte...
     Yazanlar için yazmak, yaralarını dağlayan kelimelerin, artık diğer yoldaşlarının da kalplerine ulaşmasını istemektir. Kaderleri ortak bir acı etrafında birleşen ruhların soğuk mevsimlerine, bir ateş olabilmektir; buz tutan geleceklerini biraz olsun ısıtabilmektir... Ölüm tatlı gelir fakat ruhların da yaşamaya hakkı var!
    Okuyanlar içinse durum biraz daha tanımı uzun bir tedaviyi işaret ediyor... Yazmak için herkesin söyleyecekleri vardır mutlaka fakat bazıları kelimelerin sesini, kağıda damıtamazlar; onlar damıtılmış hayatlarda kendilerini görebilecekleri aynaları ararlar. Bulurlar da....
   Bir şiirin ya da bir romanın tek bir satırı bazen saatlerce düşündürebilir yaptıklarını. O satırlar, tüm günahlarını dökebilir dallarından ve bir satır hayat kurtarabilir, bazen.

   Bazı kelimelerin, cümlelerin babaları çoktan göğe yükselerek Tanrı'nın locasındaki yerlerini aldılar ve yeryüze emanet bıraktıkları kısa metrajlı yaşamlarını izliyorlar. Acılı nesillere miras kalanlar, düşlerimizin köşelerine kök salmış asırlık laflar, sanki ilk günkü tazeliğinde; buğusu üzerinde ve her döndüğünde seni kendine çeken bir koku... İçimizde sanki sonbaharın sessizliği de , kışın evlere kapatan çaresizliği de, baharın canları da yazın sıcak günleri de; aynı anda.
   Herkesin kapısını çalan ölümden kaçan kelimeleri koruyan okuyandan başkası değildir. Ölümsüzlük belki de umudun içine saklı bir hazine? Bir kitabın önce adı çeker ruhunu, sonra kapağını açtığında senin dünyanla, yazarın dünyası kesişir ve artık fark etmez zaman, mekan: sen, kendini bulmuşsundur...  Aynı kitabı, damarlarından belli bir zaman aktıktan sonra eline aldığında, farklı bir sayfasında duraklar saniyeler; çünkü bu kez yaşamın o satırlarda ölümsüzlüğe ermişlerdir. Bu sebeptendir heyecanla altına bu benim diye çizgiler çekilen satırların mutluluğu, bir başka sefere kadar taze kalır; diğer sefer de ise o satırların büyüttüğü umut; bir başka satırla sürdürür geleceğini... Kuş misali bir orada bir burada ruhlar için; değişmek ne muhteşem kelime... Her seferinde bilinçaltımızın aynasını bir başka satır üsteliyor. Her şairin, herkesçe farklı şiirlerinin en sevilenler listesinde olmasının sebebi de belki budur. Aslında en sevilen yoktur, canı en çok acıyanları en çok anlatanlar listesi vardır.
  Gidenin kattettiği yollar kaadar uzun bir yazının, bizim durduğumuz an kadar kısa tek bir mısrasının akla kazınması nın sebebi de , tarife sığmaz dediğimiz vakitlerin bizi en hazırlıksız anımızda yakalamış olmasıdır. Kitaplar, ruhlarını kağıda dökmüşlerin, ruhlarında birikenleri boşaltmak isteyen karanlıkların el fenerleridirler. Ve o sırlar her açıldığında fener bir başka karanlığını aydınlatıyor okuyucunun. Hal böyleyken aslında kimse o satırların nasıl bir ruhla yazıldığını önemsemiyor; genlerimiz bencildir ve satırlarda kendimizi aramaktan kaçamıyoruz.
     Yazarın yüreğinden kalemine düşen tüm kelimelerin onun damağında bıraktığı histen çok cümlenin dilinden yüreğine düştüğünde okuyanın hisleri olur artık satırlar.. Hiç bir yazarın "benim" diyemediklerine, bir gece yarısı "bu benim" diyenlerin gözyaşları şahit. O his, o an her şeyi flulaştırırken, o satırı berrak bir hale sokar; bir kelime böyle ölümsüz olur ... Bir başka yürek onu bulana kadar o yürekte ölümsüz kalır.
     Dengesiz ruhlara, aynı cümle gelecek zamanda yavan gelebilir fakat yine de kimse yazarın o satırda ne anlatmak istemediğini önemsemeyecektir...Zaten iyi bir yazarda bunun farkında olduğu için, bencil genlerini bir kenara bırakıp, başkaları için yazar; fakat asla başkaları için yaşamaz...Yazılanlar umuttur fakat yaşananlar mutluluktur; kimseye emanet edilemez...
     Uzun lafın kısası
     Aşk şairleri aslında aşık oldukları ya da acıdan kıvrandıkları için o isimle anılmazlar; onlar gözlemledikleri hayatları, aradığımız satırları, bizim yaşadıklarımızı;  bizlere altın bir tepside, tam istediğimiz gibi sunabildikleri için  öyle anılırlar. Onlar,en sağanak yağmurlarda pencere önünde beklediğimiz umutturlar... Hiç beklemediğimiz anda kapımızdan girip ruhumuzu ısıtabilirler;

    öyleyse "Yazar Burada Ne Anlatmak İstemiş Kime Ne?"

"Ş"aban "S"arı

Not: buraya kadar geldiysen, senin satırın var mı sayın okuyucu?






15 Şubat 2013 Cuma

YANIK DÜNLER

YANIK DÜNLER

Ben böyle biri değildim, beni çoğul zamanlar bu hale getirdi,
Ruhumdaki ateş, damarlarımda katran karası isler bıraktı,
Duygularımı saran kötü niyetli bir tümörün adı: insan.

Gözlerim renksizdi, ama rengarenk görürdü herkesi,
Hümanistti, aşıktı, inanmış bir vatanseverdi;
Reddettim hislerimi ve bedenimi, bir intihar notu bıraktı biri,
Gitti; oyunbozan bir isimdi, en sevdiği oyunu bırakıp gitti.
Sevdiğimdi, bana gerçeği gösterdi: nefretimdi.

Tüm benliğimi kendimden uzağa sürgüne gönderdim,
Naftalin bir geleceğe sardım hisleri,
Kilitledim varlığımı, büyüler içerisine sakladım kendimi,
Büyülü sözcükleri unuttum sonra, yuttum boynumdan büyük lokmaları.
Sus’tu adım, yok’tu varlığım
Kimliğimde bir adım vardı, birde Tanrı: dayanağımdı.

Kapalı kapılar ardından, parmaklıklar ardında
Saklı kağıtlar, gizli tarikatlar arasında,
Bir kahvaltı sofrasında, bir gölgeydim, bir ruhtum bir cesettim:
Duygu tanımadığım bir kızın adıydı.


Duygularımı gösterdiğim tek yer bir cenazede bir tabutun başıydı
gelmişte geçmişte o an ben'dim;
elime bir kitap verdiler okuyamadım,
sadece ağladım: ben ölüme hiç alışamadım.

Yanık geçmişteki et kokan sevdalara, arkadaşlıklara ve ölümlere hiç ama hiç alışamadım: MIŞ gibi göründüğüm bir hastalıktım, idam edildim
Yargısız infazcı dişi bir cellâdın ellerinde,
Yetimdi, öksüzdü ve kalpsizdi: o sen’din.

Duygularımı gösterdiğim tek yer, bir cenazede bir tabutun başıydı:
O benim kanımdı,
Ardında kalan ucu yanık bir fotoğraftı:
Babası ölü bir çocuk kucağında.

Bir gün bir fotoğraf çekeceğim
Sevdiklerimden çok sevdiğimi sandıklarımı model yapacağım:
Bu bir oyundu herkes kaybetti:
Ben gitme demeyi hiç düşünemedim,
Ölümü hiç sahiplenemedim.

"Ş"aban "S"arı
                                  


8 Şubat 2013 Cuma

ŞİKAYET DUALARI



      Yorgun bedenin siyah bir köşesine kıvrılmış uyuyan sözlerimi usulca yerine kaldırırken döküldü eteğimdeki zamanın emanet bıraktığı güz kokulu mevsimler. Yazılır gibi olduysa da uykulu cümlelerim, hala diyemediklerimin rüyasını görmekte noktalarım. Gecenin bu saatlerinde susuşların bile dile gelişini seyrediyorum. Feryat figan edilen kavgaların ortasında kopacakmış gibi sanki kıyamet ve içimizdeki aykırı görüşlerin mücadelesi yırtıp ortaya çıkartamıyor kendini. Birinin olur dediğine olmaz; birinin aşk dediğine hayır  diye diye bu saatte hala ayakta yıldızlar. Yan tarafımdaki kelimeler de ha uyandı ha uyanacaklar sanki. Sen sustukça benim içimde, her iki tarafta kan kaybediyor, can kaybediyor... Seni öksüz yolculuklara yetim vedalarla uğurlandığın an'dan beri başımdan eksik olmuyor kardeşin kardeşle girdiği çıkmaz öfke... Sonu(m) yok, sen hala asla ayrılmaz denilen etimden tırnağımdan ayırdığım hayallere sırtı dönük bir şekilde, kalbimin ve fikrimin Orta Doğu'sundaki amansızlığa seyirci kalıyorsun... Gazi bir kent kadar yaralı, hayalet bir şehir kadar kimsesiz bedenimden daha yorgun coğrafya yok! Evsiz, sensiz, yarınsız kalan masum kelimelerinde yatacak yeri yok... Yalan(cı) avuntularla sulandırılmış gözyaşları, sütteki bir çocuğun düşlerine senin hamurundaki güzellik kadar faydalı olmuyor; onlara senin yokluğunu hissettirmemek için uğraştığıma şahit olan tüm melekler bile ağlıyorlar... Sözüne toz kaçmış replikler gibi bakma, düş' biraz Olmazlar ülkesindeki ütopyalarından çünkü onlar benden fazla seninler...
      Sessiz sedasız süregelen mevsimlerin ardından onlara dokunmadan yaşayacak bir yüreğin yok, senin yüreğin camdan sevgili dokunsalar kırılacak gibi... Sana en çok yokluğum(uz) dokunuyor biliyorum, kısır bir inadın seni mutlu edemeyeceğini sende adım kadar iyi biliyorsun; öyleyse o dönülmez yolları son sürat geri katet ve rüyasında meleklere seni anlatan kelimelerin, dünya dillerine tercümesi ol.... Bilirim, gitmek her zaman dönmekten önce gelir ve her zaman en kolayıdır gitmek. İçin için seni kemiren pişmanlığınla, yalın ayak yüzünde gezinen huzursuzluğunuda, sönük bir alevle gözlerinde eriyen hasretinlede sevecektir seni, seni tüm acılarınla, günahlarınla sevmeye yemin etmiş bu adam.... Sakın susma, çocukların oyunlarını terk ettikleri bu vakitlerde tenhalaşan sokaklarımda kol gezsin tının, bırak en azından hayalin bizimle kalsın, sen dönünceye kadar...
      Şikayet dualarını geceye saklamayı adet edindim galiba. Hoş hangi kapıya sığınsam yanlış adres diyerek reddediliyorum. Hataların bedenlere ait olduğu yeryüzüne müdahale etmek isteyen meleklerce engelleniyor aşka ettiğim tüm yeminler, belki de bu yüzden hep meşgul karşı taraf sevdalarıma... Hiç tanımadığım limanlar, kaçtığım fırtınalarda sığınma umuduyla tutulduğum bu limanlar.... bu liman tutulduğum kaçıncı kimsesizlik, bilmiyorum. Terk edilmiş bir şehrin kokusunu taşıyan dalgaların arasında kayıp yaşlarım; kırık dökük hayallerin pencerelerinde asılı paslanmış rüyalar, anlıyorsun ki senden önce bir başkası yağmalamış limanı. Sığındığın bu diyar, senden daha yaralı bi dünya: aşk bu saatlerde iki yıkık dünyanın galakside kendilerine yeni bir umut kurma çabası... Sen, kendini terk edecek kadar korkarak kaçtın fırtınamdan, belli ki kaçarken tutulduğun son limanda seni bir kasırga vurmuş... Bekliyorum... Beklemek bulutların kaderi belkide... Uyutulmuş, terk edilmiş tüm geleceğin anısına saygımdan hala sendeyim... Ardından yollarına bıraktığım kağıttan gemilerin batışını izliyorum her gece... Her gece içimde bir armadanın mürekkep oluşuna şahitlik ediyor yakamoz, nağmelerin arasından çıkıp gelen gözü yaşlı bir notayla anlıyorsun ancak : Seni bu şehirde tutacak bir yalan bile kalmadığında, elde avuçta kalan kor bir yalnızlık yaktığında ciğerini; gitmek tüm duaların son cümlesi oluyor... 
       Sessizliğimi duyan kelimeler uyandılar, dökülüyorlar çığlık çığlığa ve yırtıyorlar yaşamımın bu karanlığını... Yukarıya gönderilmiş tüm bu şikayet dualarına şahit olmuş kırık cümlelerce devriliyor vakit senden sonraya... Oysa  bitkisel bir hayatı dahi seninle paylaşacak kadar cömert bi ölümü bulmuşken sendeki bu yaşama aşkı beni gerçekten öldürecek. İşte o zaman, Tanrı'ya bizzat ileteceğim tenime işlediğim kelimelerin isteklerini... 
"Ş"aban "S"arı


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...