Pages

Ads 468x60px

30 Ocak 2013 Çarşamba

BİZ: SADECE BEN

"Aynı şehirde;
 Sen varsın,
 Ben varım,
 Biz yokuz.
 Cemal Süreya"*

      "Kuş kadar hafif ve bir o kadar özgür bir ruhun delilik adı altında birleşen bu intihar denemeleri asla bağımsızlığını ilan edememiş hayallere armağan olsun" diyerek okkalı bir giriş yakışırdı ancak bu manifestoya.
*
       "Ortasından yırtılmamış bir defterin kopan diğer masum sayfaları gibi hissediyorum." Suçunu reddeden ve direnen bir katil olarak yaşadığım gerçeğini bu savunmada kurtaramayacaktır. İnsan bazen masum olduğuna inanmayı ve suçu başkalarına atmayı daha kolay buluyor. O sayfaların buruşturulup bir kenara atıldığı vakitlerde belki de ben güzel bir düşten geçmekteydim fikrinin sebep olduğu bu inkar, gerçeği asla değiştirmiyor ve aynalardan kaçamıyoruz. "Olay gecesi Neredeydin" sorusuna mantıklı bir cevap ararken düş çalmak için girdiğim çiçek bahçeleri aklıma geliyor. Sanırım hikayeyi en baştan yazmam için yukarıdan ek yaşam süresi talep etmelisiniz. "Anlamadım". "Boşver, kim anladı ki zaten". Evet, profesyonel insanlıktan önce amatör bir şekilde düş hırsızlığı yaptığımı inkar etmeyeceğim. Zaten gecelerin şahit olduğunu gündüzden saklayacak değilim. Binbir heyecanla sağlam duvarları aşılan yüreklerin, sınır ihlallerine rağmen, hayal kırıklığına sahip biri olarak tüm yüreklerin kilidini kolayca açabilecek maharetteyim ve hünerlerimi kötü emellerime alet ettiğim için şu nokta . kadar pişmanım ama bir ünlem süresi kadar sinirliyim. Aklımdaki soru işaretleri senin aklındaki üç noktalarla yarışacak seviyeye geldi, biliyorum ama ben bu kafayla uzun ve düzgün bir itirafı nasıl kaleme alayım. Ne diyorduk, düş diyorduk. Savunması düş'müş tüm kaleler fethedilmeye mahkumdur ve en güçlü kaleler hep en sevdiğimiz yerde saklıdır. Göğsümüzde. İnsanlığın ham meyvesi aşkın acı tadını tatmış tüm kadın ve erkekler kendilerini bu tattan uzak tutacak duvarlar örmeye başlamışlardır ve tuğlaları tecrübeden olan bu insanların kalelerinin en zayıf yerini ancak bir düş hırsızı bilebilir. Düşlerinin kokusuna engel olamayan bu çiçeklere bir arı gibi saldırmak hiç adil değil ama aşk kapısını hep aralık bırakan uslanmayan yüreklere müstahak belki de. En aşılmaz duvarları aşmış biri olarak o duvarların arkasındaki bahçenin güzelliğini ancak öldüğünüzde göreceğiniz cennetle anlatabilirim sizlere. Fakat günahkar bir el için, cennete dokunmak ne ifade ediyorsa; bir hırsız içinde bu bahçe o: Biraz umut biraz gelecek ve bolca vakit kaybı. Bahçenin en güzel aromasına ulaşmak için öldürdüğüm masum papatyaları, karanfilleri ve gülleri bir ömür tenimde iz olarak taşıyacak olmam sanırım bu soruşturmada pek işe yaramayacaktır ama ben yine de "aşk" çalmak için yatağını, dudağını ve tenini paylaşma teşebbüsünde bulunduğum tüm yapraklardan af diliyorum".... " Sana söylüyorum olay gecesi neredeydin!" . olay gecesi...
     Anlatayım. Düş Hırsızlığını sizin takvimlerinize göre kısa benim fikrime göre uzun bir süre önce bıraktım. Çünkü hayattaki işlerin, film ve şiirlerdeki gibi "romantik" bir şekilde ilerlemediğini; böyle şeylerin ancak filmlerde olduğunu  ve yaşamınsa Tanrı tarafından mutluluk sahneleri sansürlenmiş bir fragman olduğunu anladım. Yani ışığı gördüm.
     Senaryosunda hata yapılmış yaşamımın gözden çıkartıldığı haberini aldığım melekler toplantısında kulak misafiri olduğum bir başka konu olan aşk'a değinmek istiyorum. Çünkü tüm bu olaylar etrafta ölü bedenlerle dolaşan aç kurtların aşk'ın kokusunun peşinde et(en) derdine düştüklerinde başladı. Suçu kadere yıkıp buradan kaçabilirim evet ama artık yazacak gücüm yok o yüzden bir nefeste itiraf etmem gerek.
      Gerçeği dinlemeden önce her şeyin iki yüzü olduğu gerçeğiyle karşılaşılır ve o zaman anlıyorsun ki gerçekten anlamak için her iki tarafında tanıklık etmesi gerekiyor bir yaşama.  Gecenin diğer yüzünün gündüze, karanlığın sonunda aydınlığa; yalanın ötesinde doğruya; yanlışın diğer köşesinde gerçeğin var olduğuna inanmadan asla birini aramaya çıkmamalısın. El fenerini unutmuş bir dağcı, oksijensiz dalış yapmış bir dalgıcı ve kalemsiz yaşamaya kalkmış bir şairi düşün ve anla madalyonun iki yüzüne kazılı farklı senaryoları. Fakat "yazı" veya "tura" ihtimaline sıkışmadan burnunun "dik"ine gidecek kadar da cesur olmalısın, özellikle aşk iddiasında.
      İddianamelere geçecek kadar suçlu bulunan zaman ve mekan aslında öldürülen geleceklerin sorumlusu. Ben ve benim gibi parmakların izi var sadece maktüllerin üzerinde fakat yaşam ince bir ipte iki taraflı oynadığımız bir denge  gösterisiyse eğer aktrobatlar ve şairler ölmemeli! Bu cinayete şahitlik etmek istemeyen tüm melekler kaçıyor ama gerçek aynadaki sır'da yatıyor! Yanlış zamanda, yanlış mekanda kullandığın sihirli kelimeler, en büyük numaranı bir fiyaskoya çeviriyor ve bu Sirk'in yıkılmasının tüm suçunu yalnız şairler yükleniyor. Adalet böyle bir kelime işte. Aşk ölmedi, onu sizler öldürdünüz! diye haykırsa da çığırtkan yüreğim; hiç bir ikiyüzlü beden ortada görünmüyor. Hamile düşünceler, yalnız göğüsler ve çıplak ayaklar alev alev yanıyorken, aşkın tek tatlı meyvesi masumiyetin simgesi çocukların günahı ne!
       Eğer bu gece burada bir suçlu ilan edilecekse Tanrım, ben o değilim. Olay gecesi ne yaptığımı sorup duruyorsun bana ben senin sildiğin kaderi yazmak için temiz bir sayfa açıyordum defterimde. Hani senin şu ortasından değil de gelişigüzel koparttığın yaşamımın defteri. İşte aşkın öldürüldüğü o gece ben unuttuğum geçmişimden sen ve senin gibi aydınlık hikayeleri temize çekmekle meşguldüm. Ellerimdeki aşkın kanı değil, gerçeğin mürekkebi, hala anlamıyor musunuz, katil içimizde!
      Aşk iki farkın toplamının bir ettiği yanlış bir matematik işleminden çok; yozlaştırılmış bir kutsallık. Aşkın kimyası, matematiği ve özellikle edebiyatı olamaz. Aşk bizim müfredatımıza giremeyecek kadar çetrefilli ve yasaklı. Tümevurma çabası içerisindeki nesillerimiz için 21gramlık bir etten ve erken sonuçlanan bir zevkten ibaret olan aşk, bizim literatürümüzde ancak sex ile karşılığını bulabiliyorken; 1+1 in iki ettiği evrensel işlevlerde, aşkın evrenselliği yerini ataerkil bir işleme bıraktığından bununda terimsel karşılığını tecavüz oluşturuyorsa; kelimelerin de ırzına geçmeye çalışan yapay acılarla beslenmiş damarların yazdıklarına hayranlık duyan bir edepten, cilt cilt isimsiz "sevda sözleri"* koleksiyonu yapmak edebiyat sayılıyorsa eğer; Ben tüm bu cinayet suçlamalarından beraatimi istiyorum! Dediğim gibi tanrım, Aşk'ı öldürenler içimizde!
      İfade ettiğim bu durum eğer huzurunda masumiyetimi kanıtlamayacaksa eğer ben zaten bu oyunu en baştan yanlış anlamış ve yanlış oynamış oluyorum. Yani asıl oyunbozan benim fakat Tanrım herkes gibi sende biliyorsun ki ben masumum.... " Masum olduğunu bilmeyen yok, ben sadece seni şahitlik etmen için tutuyorum orada" .

*

       Yalancı şahitliğin ciddi bir meslek olduğu saatlerde kendini kandırmaya çalışan milyonlarca rüya görülüyor şuan. Aklını kaçırmış bir kaç deli dışında hiç ses yok caddelerde. Ben yıldızlardan yeryüzüne dökülen bir yağmur damlası gibi hissediyorum kendimi ve ağlayan bir çocuğa eşlik ediyorum. Dileği kabul olmamış, içimizde müebbet yaşayan çocuklar. Gerçeği delilikle damgalamış ve ortadan kaybolan her yalan zihniyetindeki örümcek ağları aslında şahit olduğumuz katliamın sorumlusu. Yani özgürlük! için hapsettiğimiz kendi çocukluğumuz. Hayalleri naftalinlerle emanet ettiğimiz, ilklerimizi kulağına fısıldayıp ağzını diktiğimiz, söylenmemiş sevdaları bileğine çarpık harflerle yazdığımız ama hep kaçtığımız o çocukluğumuz bizim en büyük yalancı şahitliğimiz. Kabuslardan kabus beğenmeye ilk başladığımız zamanlar, çocukluğumuzun ilk karanlığa terk edildiği vakitlere denk gelir ki bu da kendimize söylediğimiz yalanların... Ardına bakmadan kaçtığın pişmanlıklarla aslında geçmişine şahitlik etmiş masumiyetini de bıraktığının farkında bile değil ve yalnızlıktan kainatın dört bir yanında ölürken insanlar, son sözleri hep "aşk" oluyor. Gariptir ki son nefesinde tövbe etmek bize cennet'in anahtarını vermiyor. Elinde çocukların gözyaşları varken gerçek bir sevişme yaşayamazsın, vakit ölüme ondan geriye doğru sayarken uzandığın ütopyalarının kahramanı da artık seni unutacaktır; en iyisi sevgilim sen çok geç olmadan önce aynalarda itiraf et kendini kendine, sonra içindeki çocuğun beraatına karar ver ve onu karşıla içinde; sonra sana uzanan zeytin dallarını diken olarak görme, diğer yüzünü görmeye çalış gerçeğin; aşk'a inan ve hayallerindeki kadar gerçek adamlara tap eğer aşk'a inanan kutsal bir kitapsa sözlerin.... Vakit çok geç olmadan bırak bu yalancı şahitliği ve kendine en çok yakışan evin arka bahçesinde koşsun masumiyetin! Ben gökyüzünden, gözlerinize hatta yüreğinize damlayan kızıl bir mürekkep damlasıyım; elçiye zeval olmaz sevgilim.... Uyandıysan devam edelim.


*
      Benimde ikiyüzlü olduğum günler hatta geceler oldu.  Geceleri kandırmak zordur, gecelerin karası yüzümüzü aydınlattığı için kendimizden kaçamayız fakat  geceleri reddettiğim saatler bile oldu. Kalabalık yalnızlıkları azaltarak bıraktığım günlerden sonra daha az kaçar oldum kendimden; Biz'li cümlelerin yerini Bencil kelimeler almaya başladığında havamdaki kasvette terk etti gökyüzümü ve böylelikle yeniden güneş'e inanmayı başardım. Hatta ben dört gözle dolunay bekleyecek kadar geceye inanıyorum. Korkmak; kaçamayaağını anladığın anda yerini mutluluğa bırakıyor ve ben bunu seviyorum. "Seviyorum"  kendi kısa ama işlevi büyük cümle. İçindeki sahteliği damıttığımızda ortada kalan tek damlası bile senfonimizdeki eksik notayı bulmamızı sağlayacak ahenkteki derin anlam. Sanırım yalama olmuş kelimelerin en kirlenmişler listesinde ilk sıralarda yer alan bun kelimenin hakkını ödeyemeyecek kalpazan yürekler mevcut fakat tam manasıyla hakkını verenleri de göz ardı etmemek gerek. Kullanmaktan dilinde tüy bitenler şuan sanal sevdalarında mutlu bir sevişmeyle orgazm taklidi yapıyorlarken; Sözlerinin son kullanma tarihi kadar gönderildiği adreste de dikkatli olan aşıklar nirvanaya tırmanacakları ölümsüz kelebeği beklemeye devam ediyorlar. Ben, kendini kandıramayacağını öğrenmiş halim, uzun bir koza döneminden sonra doğanın ahenginde sadece yazıyorum, büyük bir şölene hazırlanan ruhumu dinlendirmek adına kaleme aldığım satırlar kim bilir bir rüzgarla hiç görmediğim diyarlarda cam kenarındaki bir masuma çığlık olur diye. Bense burada kendi gözlerimin kıyısında sessizliğin tadını çıkartırken, Biz' için sen ve ben biriktiriyorum. Aramızdaki resmiyet perdesini araladığında ancak görebileceğin gelecek; tüm bu satırların son noktasıdır aslında.....
     Ben yalnızlığında boğulmuş kalabalık bir şehrin kendisiyim; Şehrimde tüm hazırlıklar tamam; sen hazır olduğunda sevgilim, ben çaldığım düşleri serbest bırakacağım.

"Ş"aban "S"arı





*Üstad'ların yeri ayrı.

29 Ocak 2013 Salı

UYKUSUZ HER GECE

UYKUSUZ HER GECE
      Dakikaların vardiyayı karanlığa bıraktığı saatlere sürüklenmenin tadını hiç tatmamış kadın, benim söylediklerim kadar yazdıklarım da kulaklarını es geçecektir, eminim. Üç maymunu oynadıkça soğutuyorsun aramızdaki mesafeleri; belki de aramızdaki mesafelerin kalabalığından duymuyorsun çığlıkları. Hiç Sindirella'nın on iki den sonraki yaşamını merak ettiğin oldu mu? Bilirsin, bir sihirli değnekle prenses olan kahraman, gece 12yi gösterdiğinde karanlıkta kayboluyor; buradan şu dersi çıkartabiliriz, herkes bir vakte kadar kahramandır ama 12'den sonra herkes yalnızdır. Tadı damağında kalan vakitlerden bir şey kalmaz sonra elinde. Sen  henüz yalnızlığın adını koyamayabilirsin fakat ben kolumdaki saatte gizli resmine öyle sesleniyorum boş vakitlerimde ve emin olabilirsin kadın, vardiyayı takvimlerden almış biri olarak adınla konuştuğum çok boşluğum var, görmek istemediğin yerlerimde gizli yaraların izi hep bunlar. Senin elbette bir suçun yok, kim eğlenmek isteyen bir magandayı suçlayabilmiş ki  ben aşktan kaçak yaşayan tenine hüküm biçeyim. Benim adaletim beni keser, gerisi hep af'a girer.
      Yanlış bir durakta amaçsızca beklediğin bir geleceğin oldu mu hiç? Bekledim. Üstelik yağmur yağıyordu ve gariptir ki herkes bir yerlere kaçıyorken ben hala yanlış durakta doğruyu arıyordum. Öldüğümde, yani kırıldığında hayallerim, anladım ki ne kadar çok yanlışı biriktirirsen biriktir tek bir doğru etmiyor ve nerede durduğunun bir önemi yok aslında sen gerçeği görmedikten sonra. O yüzden gece ya da gündüz fark etmiyor, vakit hep senden söz ediyor, her baktığımda koluma sana varma telaşındaki yelkovanı yakalıyorum ve akrep can havliyle onu korumaya çalışıyor; sanırım sevgi böyle bir içgüdü. Mevsimlerden konuşacak olursak, haberini bana yaşlı bir çınar getiriyor. Sen gelmediğinde yani bu ruhta daha fazla kalamayacağını cümle aleme ilan ettiğinde turuncu bir gözyaşı dökülüyordu dallarından, gökte alabildiğine aydınlıktı ama üşümüştüm; o günden sonra gözlerimin kenarından bir yere ayrılmadım. Dedikodulara aldırmadan, delirdiğim haberlerini duymadan bekledim. Hep bu dakikalarda uyanıktım çünkü senin en sevdiğin saatlerdi bu zamanlar. Maskelerimizin odanın her köşesine dağılmış görüntüsünü meleklere gösterirken Tanrı, biz anadandoğma çıplak ve masum sevişirdik. Hatırlarsan. Bir köşede kördüğüm olmuş kader asılı dururdu bir darağacı gibi , bir başka köşede ise bedenlerimizin günahları sallanırdı, fırtınanın yaklaştığını uçuşan zevkin şiddetinden, gözlerini kapatmamış bir meleğin kırmızı gülüşünden ve en son bizden uzaklaşan kameranın O'na sözü bıraktığı anda anlayabilirdik. İşte en sevdiğim film böyle bir senaryoya sahipti fakat bunun bir film değil, hayat olduğunu çok acı bir şekilde öğrendiğimizde " böyle şeyler filmlerde olur" diyemeyecek kadar profesyonel insanlardık ve o kördüğüm kaderin karşısında boynumuz kıldan inceydi ve hayat kılıçtan keskin dersleriyle ünlü bir konservatuvardı. Mevsimler dışarıda bu filmin tekrar tekrar gösterilmesiyle geçip gidiyordu. En çok meşenin saçlarına aklar düştüğünde sızlardı yokluğum, en çok o zaman dokunmak isterdim uzaklara ve en çok o zaman üşürdü parmaklarım. Sanırım aklımdaki sana dair son fikirler kimsesiz bir yaza ait. Çarpıp çıktığın günden beri açılmamış kapının eşiğine dökülmüş takvimlerden küçük bir dağ yaratmayı başarmıştın ve ilk o zaman ağladım. Sanki kurak geçen yalnızlığa, dışarıdaki herkesi boğan katil bir havaya inat gözlerim sağanak sağanak avucuma dökülüyordu. O yüzden sen   kalkıp bir gün geldiğinde seni affedecek hiç bir kanun yok kitabımda; çünkü sen oyunu kurallarına göre oynamayacak kadar kötü bir çocuktun... Hiç birimiz büyüklerimizin sözünü dinlemedik, hep tanımadığımız insanlarla konuştuk ve sen tanıdığım en kötü yabancısın şimdi. Masamın üzerinde bana fısıldayan Nazım'ın bile bir çift lafı var sana " Artık seninle biz, düşman bile değiliz."
     Tanrının kör noktasına denk gelen bu saatlerde gökte yalnızlığımıza şahit olacak tek bir yıldız dahi yok; galaksi dahi yanımızda değil. Fezadaki uçsuzluk bile bizi kaderimize terk edecek kadar katil. Uyuyan insanlar, rüya gören insanlar... Ne kadar garip cümleler kuruyorum, uyku sanki tüm acıları unutturacakmış gibi yaşayan insanların arkasından. Uyuyunca geçmiyor, yaşayınca da geçmiyor; unutunca geçer sanıyoruz ama unutmayı bilmeyen saatler için ne fark eder milenyum. Senin mesafeli yaşamını protesto etmek için toplanmış günahlar, senin insanlık dışı ihanetinin bedelini ödetecekler dilek tuttuğun yıldızlara. O yüzden yıldızlar dahi terk ediyordur umarım seni kendi iyilikleri için.Kendi iyiliğimiz için uzak durmalıyız belki de kokundan. Eğer böyle bir şey mümkünse....
      Kendini hatırlatmak istercesine yalnızlığın reklam arasına giren ezan sesi dağıtıyor aklımdaki kiralık katil olarak tuttuğum tilkileri; fikrimdeki silüetlerinin başına ödül koyacak kadar nefret birikmişken Tanrı müdahale ediyor güzelliğine. Sanırım senin torpilin benim torpilimden de yüksek....
     Sızıp kalmış bir sabahın uyku sersemliğinde ağzımdaki acı tadın, yüreğimdeki sızın, kalemimden damlamış ismin, kağıtta kurumuş güzelliğin; odayı aydınlatan güneş... her şey beni hayata bağlamak için seferber olmuşken uykusuzluğa ant içerek seni beklemem sanırım nankörlüğün literatürdeki karşılığı olabilir. Öyleyse bu tatlı yatak keyfini bozarak kaldığımız yerden yaşamaya devam etmeliyim; sustukça çürüyor gençliğim... Pencereyi açıp meşeye doğru haykıracağım birazdan " The life must go on!"
Ş"S

28 Ocak 2013 Pazartesi

Ruh Parçaları #42-54


#42
      istisnasız, her zaman geçerli bir kural vardır : küçük düşler, büyük yalanlara yenilir. Gerçekten azrulanmamış hiç bir gelecek, geçmişteki yanlışları ve şimdideki yalanları geçip, yarına varamaz. Evrenin bu kuralına karşı gelmek için ancak ölümle karşılaşılması gerekir ki ölüm hayaller uğruna yapılabilecek en  büyük devrimdir; intihar etmek cesur bir devrimcinin ardında bıraktığı dikili ağacı olarak büyüyecek en büyük günahtır. Aşk bu düzende hep kaybeden tarafta yer alan en masum gelecektir. Küçük düşlerin, büyük yalanlarla savaştığı bu arenada zaiyatın hep yürekten verilmesi bu yüzdendir. Gidenler, kalanlar ve hiç gelmeyenler hep bu savaş alanında bıraktığımız ölümlerin ruhlarıdır. Aşkın dili kadar hayal kırıklığının dili de evrenseldir. 

#43
      Tek kişilik bir bilete rağmen yalnızlık mutlaka sol iç cebinde bulunmalıdır. Kendine yapacağın uzun yolculukların sırrı budur. Kimsesizliğin uçsuz bucaksız çizgisinde ilerledikçe sarılmak istediğinde solunu yoklayacak ve rahatlayacaksın. Zamanla anlatılamayacak kadar gerçek vakitlerin içerisinden geçerken gözün camdan gökyüzünün karanlığında parlayan gözlerine takılacak, duracak meraklı zaman ve yansıyan kelimelerin tersini düzüne çevirdiğinde anlayacaksın kendini. İnsan kendini anladıktan sonra başlar başkalarını da anlamaya; belki de bu yüzdendir tüm pişmanlıklarımız: aynadan önce karşımızdakine baktığımız, görmeye çalıştığımız için. Zaman asla seni başladığın masumiyete ya da düşlediğin yere taşımaz; hikayenin sonu bellidir o sadece merakından yavaşlatılmış bir görüntü gibi akar... Tek kişilik bir yolculuğun solu hep soğuk, sağı hep buğulu. Kendinden geçtikçe tırnaklarınla kazıdığın ismin akar damla damla avuç içlerine insanların. Berrak bir damla, kirli bir nehirden daha çok yıkar yalanları. Gitmekte kalmakta önemsiz bu vakitlerde, en önemlisi kendine kendin olarak, eşinle dönebilmek, belki de. Kim bilir.

#44
       Nerelisin sorusuna verecek bir cevabı olmayanlar için alternatif cevap: İnsanım.
Doğduğun yer senin en güvenli limanın olmuyor çoğu zaman. Sohbetlerin ortasında "orası benim" diyemiyorsun. Sana sorulmadan işaretlenmiş pek çok sorunun cevabı gibi "nereli" olacağında danışılmadığı için belki de çarklara sokulacak küçük bir ayrık otu gününü gösterecektir sana karşı olanlara. Doğduğunda gözünü açtığın yer senin değil, gittiğinde korkmadığın yer senin. Sen nerede kahramansan oralısın; aslında sınırlara sığamayacak kadar büyüksün o yüzden bir şehre değil bir zamana aitsin ve bu yüzden insansın.

#45
      Geleceği bilemeyecek oluşumuz, şekillendiremeyeceğimiz anlamına da gelmez. Zamanı koyduğumuz kabın şeklini alan bir su damlası olarak gördüğümüzde, onu istediğimiz kaba koyabilirsek eğer gelecek istediğimiz, o aklımızın tavan arasında sakladığımız dünya gibi, şekilde gerçekleşir. Bunun için tek bir formül gereklidir. Kurduğumuz geleceğin tuğlalarını mutlulukla değil hüzünle karıştırmak ve içine mutluluğu koymak ve bunu da unutmamak gerek "Bizim mutluluğumuz, bir başkasının umutsuzluğudur belki"..

#46
"Şimdiki aklım olsa öyle yapmazdım. Ama öyle yapmasaydım da şimdiki aklım olmazdı" 
Emrah Serbes
   
   Böyle paradokslar da var, evet. Kaderin asla dümdüz bir çizgi olmadığını kabul edebilecek kadar açık fikirler için ufak bir not: O yol ayrımına geldiğimizde yapacağımız seçim, bir sonraki seçimi de etkileyecek bir domino etkisi yaratacaktır. Aslında yaşam: Birbirine zincirlerle bağlanmış seçimler bütünü. . Geçmişe takılıp kalmış saatleri asla unutamamamızın sebebi de "diğer kader"in bizi nereye getireceği konusunda merakımızdır ama bunu görebileceğimiz alternatif bir evren yok ve bunu düşünmektense, keşkelerle yaşamaktansa sahip olduğumuz an'ın iplerini sımsıkı tutmak gerekir. Aklımızın alamayacağı vakitler ve açıklamalar vardır bu sadece onlardan birisi, belki yaşamana yardım eder diye yazdım. o kadar.



#47
     İçindeki birikimleri kağıda aktarabilenlere sorulan ilk sorulardan birisi kime yazıyorsun sorusudur ve bu soru daima boş bırakılır çünkü o an bir isim vermek kendine ve kağıda bıraktıklarına yapılacak en büyük ihanettir. O yüzden hemen ikinci soruya geçeriz. Neden yazıyorsun.
    "yazmasam çıldıracaktım" ve ya " yazmanın da bir çeşit kafa yapıcı etkisi olduğunu keşfettim" tarzı iki ünlü sözle bu soru cevaplanabilir ama kişisel fikrim merak edilirse: 
    "  Benimkisi anti-depresan niyetine şairlik. Şöyle ki,  vücudumuzun her türlü hissiyata ihtiyacı var, doz aşılmadığı sürece ve melankoli için yazmak gerekiyor. Benimki gibi hissiyat hafızasını  yitirmiş bir ruh için bu gerekli bir terapi. Zehirli düşlerime bir antidot olması için karalanan günahlardan daha fazlası için yazmıyorum. Yazdıklarım sanki ardımda kalacak ve bir daha kimseye zarar vermeyecek anılarım, o kadar."


#48
      Aklına bir kez bile gelmeyecek kadar unutmakta ne?
      Beni en son nerede terk ettiğini hatırlamıyor olamazsın,
      Ben şimdi kendimsiz nasıl yaşayacağım, Tanrı aşkına söyler misin!
     
      Sağanak yağmurlu bir günde gitmek cinayet sayılabilir
      Unutma ölülerde sever ve sevenlerde ıslanırlar.
   
      Cesetlerinde hayalleri vardır, unutulmak bir hayal sayılamaz saçmalama.
      Tek dileğim, aynı şemsiyeyi paylaşabilecek bir yağmuru yakalamaktı
      Kendi yaşlarımda boğulmayı hiç düşünememiştim çünkü daha önce hiç ölmedim
      Eğer bir oyunsa bu, bir can daha istiyorum en baştan yaşamak için
      Unutmak, ilk kez dudaklarımı öpüyor gibi davranmakta neyin nesi?
  
     Hafızamı kaybedecek kadar öldüm galiba, hatırlamıyorum.

#49
      Tecrübelerim, tecrübelerimiz ve tecrübeleri. Hepimiz ne kadar da eğitimli katiller olduk bu "tecrübe" sayesinde. Elimizde avucumuzda tutamadığımız vakitleri oluşturan bu kelime, dişimizle tırnağımızla biriktirdiğimiz en güzel düşlerimizin canını en çok yakan cinayet aleti değil mi? Öyleyse tecrübe: acılardan arta kalan yara izleri olmalı. Bas bas Tecrübelerime dayanarak diye bağırırken biraz daha yakınlaşıyoruz kucağını açmış bizi bekleyen ölüme, bilmem farkında mısın?

#50

 Bizden habersiz planlanmış bir oyunun kurallarını sorgulamak figüranların ne haddine! Sorgulayarak nankörlük etme fikri büyüttüğün kurallar senin var oluş sebebin. Yaradılışını sorgulayamazsın, günah! Bu kabul edilebilir belki bir noktadan sonra ama bizden farkı olmayan diğer figüranların kurallarıyla oynanan bu devletçiliği sorgulamanın "yasak!" olmasını kimse kabul etmemelidir. Fakat ne acı ki halimiz budur ve hal böyleyken iradeden, bağımsızlıktan, özgürlükten, bireyden bahsetmek kalabalıkta kaybolan sessiz bir fısıltıdır. İsyan edin demiyorum elbette, korku ütopyasıyla saksılarda yetiştirilmiş varlığımızın farkına varmalıyız diyorum! ama insana inanmanın ve güvenmenin elbette bir bedeli olmalıydı, tüm bu cinayetler bu bedelin sonucudur. Bu sonuç inandığımız günahlarımızı kırmadıkça bizi öldürmeye devam edecektir; sıranın kendine gelmesini bekleyenler , o sıra size geldiğinde geç olacaktır.


#51
      Yalnız doğar, kalabalık yaşar ve yalnız ölürüz.



#52
      Bize ait olmayan bir bedenle var olabiliriz ama ruhumuz bizimdir... Bir ruh ilk "Hayır" demeyi öğrenmelidir. Hayır diyebilmek, en azından ruhunu senin yönettiğinin kanıtıdır. Bu akıntıda, gelişigüzel yaşamaktansa, kendi istediğimiz bir salla şelaleye yol almak daha iyidir.  Mutlu olmak için vazgeçmek gerekir, hayır demek gerekir.  Önce kalabalığından vazgeçecek cesaretin olmalı sonra yalnızlığın bir seçim olmalı ve her yelkovana evet demeden doğru zaman ve doğru kişi beklenmelidir ve en doğru yerde sakın "hayır" deme.

#53
      Ruh eş'ini bulanlar bir mum yaksınlar karanlığımı aydınlatmak için. 
 Düşündüğünüz gibi aşk eş'itliği sağlamaz. Birbirini tamamlayan iki yap-boz parçasını oluşturan iki ruh parçası aşk eder fakat bu ruhlar birbirine benzedikleri kadar farklı izlere sahiptirler; aynı görünen parmakların farklı izleri gibi. Aşk dengesizliktir. Farklı frekanstaki düşlerin dalgalı bir frekansta seviştiği vakitler ancak aşk diye tanımlanabilir. Birbirlerine üstünlük kurmaya çalışan iki insanın iktidar savaşıdır ve aşk tehlikesi en düşük savaştır ve bu savaşta çocuklar ölmez, doğar. Aşk iki farklı elementin tepkisi sonucu ortaya çıkan kıvılcımdır, sonra herkesi yakar büyük bir yangın olur; eşitlikten falan söz edilemez aşkta bu yüzden. Aşk asla tahammül değildir, karşılıklı oynanan bir takım oyunudur, o kadar!.

#54
      hissetmek için sebep kalmadığında yazmak istiyor insan; susmuş bir ruhu yaşatmak için yapılan son bir müdahale gibi, onu tekrar yaşamaya ikna edene kadar kelimelerle hayatta tutmak için her şey. hissetmek için sebebi olmayanların yazması hala hissedenlere kendilerini hatırlatmaktır.

"Ş"aban "S"arı

Özel not: Bu parçaları "Hikayem Paramparça" yı okurken bulduğum boşluklara çalakalem not aldım. Teşekkür Ederim okuduğunuz için ve eğer bir eleştiriniz varsa beni nerede bulacağınızı biliyorsunuz. Şiirle.

25 Ocak 2013 Cuma

RUH PARÇALARI #42

Var olduğumuzun kanıtı bile şiddetli bir tokatla belirleniyorken, ağlamadan yaşadığımız düşünülmüyorken; mutlu olmak nedir ve kime göredir?


Burçları bilmem ama doğumumuz kişiliğimizi etkiliyor.


25ocak1993. Çok meraklı olduğum gerçeğini ilk annem bu tarihte keşfetmiş olmalı çünkü 7. ayda dünyaya gözlerini açmış bir çocuğun en büyük özelliğinin bu olması gerekir. Sonrasında ise sabırsız, oynak bir beden olacağımı tecrübe etmişler ve ediyorlar....
     Avuç kadar bir çocuğa ilk kez sahip olan gencecik insanlara "yaşamaz" diyen doktoru 20. yaş günümde tekrar selamlıyorum ve sanırım benim hakkımda bana sormadan yapılan yorumlara ilk tepkimi yaşayarak göstermişim. Benim adıma bana danışmadan verilen kararlara karşı çıkmaya bana yaşamaz diyen doktorlara inat adam olarak öğrendim.Bana  "neden beni hiç dinlemiyorsun" diyen sevgili arkadaşlarım cevabını almışlardır umarım.
      Kalıplara sığmamayı daha bu tarafa gözlerimi açmadan öğrenmiş biri olarak bana şimdi kimse bir su damlasıymışım gibi davranamaz. Farklı olduğumu  ben yaşımdaki anne babanın heyecanı içerisinde öğrendim ben.
      Yukarıdaki tarihten beri var oluş hikayemi her anllattığımda ruhum gereği heyecanlanırım, sabırsızlığıma sabırsızlık katarım ve bir çırpıda açıklarım....
     Benim iki doğum günüm var evet. Biri ailemi korkuyla karışık mutlu ettiğimi bu tarih. Bir diğeri ise beni bir sınıra bağlayan mavi kağıt parçasında yazan "resmi" doğumum. Ruhum ocaklı ama bedenim nisan. Siz ikisinde de beni hatırlayın....
     20 yılımı düşününce aklımda pek çok anı ve heyecan var. Yaşamadığım güzellikleri ileriye saklıyorum ama istediğim her şeyi o doktora inat başardım.
   Sanırım iyi ki doğmuşsun diyecek pek çok insan biriktirdim gönlümde; Ben asıl onlara teşekkür ediyorum beni büyüttükleri için....

Bir anı: Yeni doğmuş bir bebeği elinde tutan genç adam bu canlıyla ne yapacağını bilmemektedir. Kalbindeki heyecan ve sevgi ise hiç bir kelimeyle anlatılamayacak kadar tarifsiz. Güzel karısı evladının başında değilken korkan adam, üşüyor olduğunu düşündüğü bebeğini kucağına alıp, sobaya yönelir ve onu sobanın üzerinde kendince ısıtmaya çalışır. O an odaya giren kadın sorar "ne yapıyorsun metin"; " çocuk üşüyordur diye onu ısıtıyorum?". İşte babalık böyle bir durumdur ve her aklıma geldiğinde güldüğüm bu olay beni bu kadar düşünceli  yaptı ve bence hayat felsefesi bu olan bir insan asla yenilmez. "babandan daha iyi bir adam ol."



22 Ocak 2013 Salı

Ruh Parçaları #41

#41 Hey Sen! Nereye Gittiğini Sanıyorsun?

Asla dönüp bakmayacaksan , anıları biriktirmenin sebebi ne?
belki bir gün onlara ihtiyacım olabilir?

        Geceler uzun... Pazar günleri günahlarını çıkartamamış bir ruh için de eminim geceler uzundur ya da beş vakit tövbesini etmeyi unutmuş biri içinde geceler bir hayli uzun olabilir. Peki uzun gecelerin sebebi bir ileri bir geri aldığımız akrep midir yoksa ardımızda parmak izi gibi bıraktığımız geçmişimiz mi? Geçmişin  biz ilerledikçe ardımızda giderek küçülen bir nokta olacağını düşünüyoruz, uzaklarda kaldı her şey ve şimdi yarınları kucaklamak vaktidir diye haykırmak istiyoruz. İşte tam da bu noktada geceler devreye giriyor ve uzakların aslında dokunmak istemediğimiz yakınlar olduğunu öğreniyoruz. Yastığımızın altından fırlayan eski bir hatıra, aklımızın karanlık odalarından sıyrılıp gözlerimize düşen bir koku, kulağımızda çınlayan bir sevişmenin sesi... Bunlar hep uzak sandığımız zamanların aslında o kadar da geride kalmadığının kanıtıysa eğer hiç bir zaman yetişip, sığamadığımız zamanın ne önemi var ki? Bence saatleri terk edip aydınlık ve karanlık diye bölünmeliyiz ve karanlık olunca sevişmeliyiz. Öyle anlamamış gözlerle bakma lütfen! Benim içim hiç de fesat değil emin olabilirsin. Sanırım geçmişimizi biraz daha kurcalamadan önce, yanlış anlaşılmaların önüne geçebilmek için sevişmenin güzel bir tarifini vermem gerek. İzninizle çarşafı kaldırıp tüm gizemi döküyorum ortaya, nasılsa biz bizeyiz.
       Bana şimdi kimse diyemez ki "benim en büyük hayallerimden birisi aşık olmak" değil. Bunu kanıtlamak için en sevdiğiniz sözlere, paylaşımlarınıza, beğendiğiniz sayfalara ve yazdıklarınıza bakmak yeterli olacaktır. Hepimizin amacı aynıyken bu yalnızlık çok mantıksız. Tenlerimiz mi uymuyor ruhlarımız mı yoksa sadece adı mı var aşkın? Hani bir filmde geçer* ve o kadar  doğru ki "bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız.".  Yalnız olanlar bir ışık yaksınlar şimdi ve aydınlatalım birbirimizi. Ne kadar da fazlayız ve hepimizin gönlünde platonik bir sevdası saklı işte hepimizin platonik yalnızlıklar çekmemizin tek sebebi bu. Korku. Sevişmek; iki kişinin rızasıyla mutluluğun da hüznünde müşterek olduğu gecelerin ismidir. Korkak insanlara göre sevişmekse; iki kişinin rızasıyla tenlerinde kaybolurken başkalarını düşlemesidir. İlk tanım aşkın işteş haliyken ikincisi yalanların en büyüğüdür. Bir insan mutlu taklidi yapabilir -ki pek çoğumuz gibi, bir insan huzurlu taklidi de yapabilir ve hatta bir insan orgazm taklidi bile yapabilir ama asla aşık taklidi yapamaz. Anlamak için bakınız: gözler. Belki de insanların öpüşürken gözlerini kapatmasının sebebi - istisnalar elbette mevcut- o an yüreklerindeki ruhun dudakları yerine, aklındaki ruhun dudaklarını hissediyor olması olabilir mi? konumuza geri dönersek;
     Pek çoğumuzun geçmişinden kaçmasının sebebi işte bu yanlış sevişmelerdir.  "hoşlanmayı aşk sanan milyonlarca aptal insan var." Sözün kime ait olduğunu bilmiyorum ama çok doğru bir tespitte bulunmuş, değil mi? Geceler bu yüzden uzun. Yıldızların bu kadar çok olmasının sebebi de hepsinde bir hayalimizi bırakıp uyumamız için. Tanrı'nın unuttuğu küçük bir nokta var, hayaller tükenir.  Bir kaç kez vurgun yemiş yürekler artık o sulara dalmaya korkar, bir kaç kez yanlış sevişmiş düşler artık yeni hayaller inşa edemez; O yüzden asla var olamayacak geleceği düşünmek her zaman bizimle yaşayacak geçmişten daha uzaktır. Biriktirdiğimiz hiç bir şey o an hissettiklerimizi bir daha tattıramaz o yüzden ertelememek gerek bazen cümleleri; deliler ve adiler bu savaşı kazananlar ve ben hiç şairlerin, romantiklerin ve aşkın kazandığı bir savaş görmedim. Geçmiş bir tek delileri ve adileri rahatsız etmez. Gerçekten insan olanlar , eğer hala varsa, gerçekten kaçamayacaklarını çoktan anlamışlardır. Deliler, o kendilerine has cesaretlerinden aldıkları güçle yaşıyorlar zaten, keşke bir kaç kişi onlar gibi olsa ve keşke hiç kimse savaşın diğer kazananı olmasa; Adilik gerçekten bağımlılık yapabiliyor. Terk etmenin zevkini tatmış bir dili artık hiç bir kuvvet bir başka kalbi kırmaktan alıkoyamaz ve adiler geride ölü bir şekilde bıraktıkları papatyaları değil, önlerinde bakire  bir orman olarak duran masumiyeti düşlerler. Geceler uzun sadece insanlar için....
     Her yenilgiden ve düşüşten sonra bir madalya gibi göğsümüzde sallanan pişmanlıklar bizim prangalarımız. Müebbet yalnızlıkların tecritinde tutulan özgürlüğümüz serbest kaldığında ancak görebiliriz uzun gündüzleri. Bir  umut, o zaman dokunabiliriz korkmadan uzaklardaki güneşe. Baharın en güzel renklerini taşıyan milyonlarca çiçekten bal toplama telaşındaki bir arı gibi yaşamadan tek bir çiçeğin tadıyla sevişmeyi öğrenebiliriz eğer uzun geceler yerine cesur sabahları beklersek.... Hepimizin hatırlamak istemediği cinayetleri var, hepimiz karanlık bir bedende ölü düşleri bıraktık. Ağlamanın sırası değil, çünkü katil olduğumuz kadar kurbanız... Günahlarımızdan, masumiyeti çalarak arınamayacağımızı öğrenmemiz gerek ve platonik yalnızlıklara değil, cesur sevişmelere ihtiyacımız var. Teknolojiye ayak uydurup, değiştirmeyi değil; tamir etmeyi de hatırlatması lazım  iç çekerek izlenen o romantik filmlerin...

      Sevişmek kötü bir şey değildir, yalan olmadığı sürece; uzun gecelerin kabuslarına değil, uzun gecelerin sıcaklığına koş; uzak dediğin hiç bir şey tutamayacağın yerde değil.

Geçmişine hiç ihtiyacın olmadı, hep akreple aynı zamandasın sen.
O zaman bir gün onlar beni bırakacaklardır...

"Ş"aban "S"arı
*






19 Ocak 2013 Cumartesi

Ruh Parçaları #40

#40 - Yıllar Önce ve Şimdi : Başka Yerde Akla Gelmeyenler Yolda Peşine Düşer.
      Bundan üç ya da dört sene önce - yirmi yaşında taze bir ruh için bu süre gerçekten asırlara denk gelebilecek kapasitede- yine bir yolculuk esnasında aklımdan sıyrılıp dilimin ucunda biriken kelimeleri, bir kalemin yardımıyla kağıda aktardığımda o zaman hissettiğimi sandığım duyguların ağırlığından yorulan ruhumu hafifletmiş bir şiir doğmuştu. Zaman çok hızlı geçiyor, o günden sonra pek çok kez şehirler arası yolculuğa çıktım fakat hiç aklıma gelmedi ne o şiir, ne o his. Düşününce büyük hatalarım olmuş ama hiç pişman değilim; eğer o aptal hatalar olmasaydı bu kadar büyümüş bir ruhum olamaz, insanları anlamış olmaz ve hatta şiir dahi yazmıyor olurdum. Kötü şeyler de bazen aydınlatabilir karanlığı; anlayana...
      O yolculuktan sonra ilk kez bu yolculukta aklıma geldi(ler). Şuan o şiirden tek bir mısra bile hatırlamıyorum , bu hatırlamadığım kelimeleri ve insanları unuttuğumu gösterir mi? unutmak, düşündüğünde aklına gelmeyenlerle değil, düşünmediğinde aklına gelenlerle anlaşılabilecek bir işkencedir ve genellikle insanlar unutamazlar! İşin en garip yanı da şu aslında; unutmamak için, şiirler yazan, günlükler tutan birinin sonra bu duygusal anıların tekrar dönüp yüzüne bile bakmaması.  Unutmanın üçüncü bir boyutu aslında bu; hayatının kontrolünü asla elinden bırakmayan biri için anılar, istendiğinde ulaşılabilecek mutluluklar olarak kağıtların arasında kalmalı, bedeni olmayan bir ruh gibi gecelerini işgal etmemeli; anılar uslu olmalı kelimelerle giymeliler deli gömleklerini ve koyuldukları yerde kalmalılar!  Yolculuklar çok sıkıcıdır tek başına seyahat eden biri için; sen ne yaparsan yap geçmişinden kaçamazsın kuralını hatırlatmak için vardır yollar.Yolculuklar aslında bir şehirden bir şehre doğru yapılmıyor, o an zaman akarken sen geriye doğru düşüyorsun; senin yolculuğun geçmişe, derinliklerine doğru oluyor. "Seyehat etmek özgürlüktür"! ruhun en deli olduğu vakitlerde sen artık kaçamazsın... Kaçmak istemediğim için bu notları alıyorum, ardımda yüzleşmekten korktuğum hiç bir kabus kalmazsa  ancak o zaman geleceğe sarılabilirim, arkamı kollamakla meşgulken aklım nasıl yarınımı ve yarınımdakini düşünebilirim, değil mi?
      Yıllar önceki yolculukta kaçtığım birileri, duygular vardı. İçimdeki dağınıklığı toplayacak karışıklığa ihtiyacım vardı. O zamanlar bir şeylere baştan başlamaya değil, birine devam edecek gücü biriktirmeye kaçıyordum... Kendini bir yere ait hissetmeyen biri için her yer cennet, kaçtıklarının olmadığı her yer yani! Bu yolculukta ihtimallerin gölgesinde ilerliyorum, akrepte yelkovanda benim elimde, tutsam duracağım sanki.  Ne var biliyor musun, istediğinde gerçekleşmeyen düşlerin üzerine beyaz bir örtü örtmüşken kapını çalanlara onları  göstermek içinden gelmiyor insanın, işte aşk hep böyle bir durum. Yolculuklar da pek çok şey gibi bana aşkı hatırlatıyor. Bir başlangıcı var ama hiç bir durakta inecek cesareti bulamadım ve hiç bir durakta gönlüme sahip çıkacak yolcuyu da bulamadım; kaybolmuş olmam artık yadırganamaz sanırım... Yıllar önceki benle, şimdiki zamandaki ben arasında gittiğim yollar kadar fark varken, neden dünyanın en kalabalık yalnızlığı benim içimde kurulu! Bu yol bitene kadar durup camdan yansıyan bana gülen haylaz bir ruh sanırım tüm bu uzayan işin sorumlusu...
       Bu yolculukta en azından yıllar önceki yolculuktaki gibi bir hata saklı değil yüreğimde; tanımak istediğim ruhlar var, merak ettiğim düşler var ama durup " bir dakika, rahatsız ediyorum biliyorum ama yokluğunuz da beni fazlasıyla rahatsız etti, acaba elimdeki yalnızlığı benimle paylaşarak yaşamınıza mutlu devam etmek istemez misiniz?" diye sormak istediğim kimse yok.
      Bir şehri terk ederken yüreğimdekini ardımda bıraktığım son vakit, şuan terk ettiğim şehre adım attığım ilk yolculuktu. Kirinden arınmış bir ruhun son kale olarak gördüğü bu gri şehrin eminim Tanrı'yla oturup benim hakkımda sohbet etmişlikleri vardır; Ben hala burada benim olmayan yalanları gerçek diye düşlerken, ikisi benim ardımdan planlar yapıyorlar, üstelik benden habersiz... En çok buna kızıyorum, istediğimde olmayan gerçekleri, sonradan yalanla öpmek, kusura bakma Tanrım ama hiç sana göre değil!
      Şimdi sıkılmış, susmuş ve bir tek yazmış biriyim. Şimdilerde sadece yazar ve şimdilik sadece yalnızım.Eve yada kendimi kaçmak zorunda hissetmediğim bu durağa kendimi toplamaya değil, elimdeki geleceği önüme koyup, ruhumu dinleyip; herkesin alıp bir türlü gerçekleştiremediği kararların aksine, kararımı verip asla gerçekleştirme cesareti bulamadığım cümleleri kurmak için düşünmeye gidiyorum.
      Belki dönerken gri şehre, o yolculuğuma eskisinden daha güzel bir şiir sığdıracak vaktim olur, kim bilir?

"Ş"aban "S"arı

18 Ocak 2013 Cuma

Ruh Parçaları #39

#39- En iyi Hikayeler Yollarda Yazılır.

   Yolda bir arkadaşıma kurduğum cümle " bakalım bu yolculukta nasıl bir hikaye yazılacak" şeklindeydi . Bu cümleyi kurarken başıma geleceklerden habersiz bir şekilde, kitabıma gömülmüş, bol bol satır aralarını karalayıp, müzikle mest olan; sıradan eve dönüş yolculuğuna çıkmış bir adamdım. Yol boyunca aklımdakileri kitaba; telefona not alıp eve gidince onları yazıya aktarmanın planlarını yaparken beynim kısa devre yapmasın diye film izlemeye koyuldum. Babam ve Oğlum da duygunun dibine vurduktan sonra, yeniden Amelie'yi izleyeyim diyerek o filme daldım gittim. Bulutların arasından kaçabilen güneş ışıklarıyla, karlı dağların dans ettiği aydınlık yolculuğum yerini artık karanlığa bırakmaya başladığında yolculuğun son demlerindeydim. Şehrin ışıklarını gördüğümde anladım ki tüm şehirler gece bir başka güzel; karanlıkta yaşanıyor aslında tüm hikayeler... Ve benim en güzel yol hikayemde bu karanlığın ilk saatlerinde başlamayı beklercesine benden habersiz planılmış her şey....
   Terminale girdiğimizi fark ettiğimde, cüzdanımı, telefonumu yanımdaki küçük el çantama koydum; montumu giyip düğmelerini ilikledikten sonra, laptop çantamı da omzuma taktım. İnmek için hiç acele etmem, bir kaç kişiye yol verdim o yüzden. Hayata aceleyle gelmiş olabilirim ama sanırım büyüdükçe içimdeki tezcan soğuyor. Saat 19.20; 19.30 da araç Edremit istikametinde devam edecek sanırım bu yüzden Bursa'da inen yolcularda bir acelecilik var, ve sabırsız, saygısız ve benim işim görülsün başkası beni bağlamazcı zihniyet yüzünden bir kargaşa ortamını en arkadan gözlüyorum. Bagaj görevlisi, herkes gibi, işini üstünkörü yapan bir adam. Bildiğiniz gibi yolda ara şehirlerde ineceklerin bagajları bir yana, terminal yolcularınki bir yana konulur, işte bu arkadaş aradaki yolcu bagajı kapısından bizim eşyalarımızı dağıtma(!) telaşında. Arkadan homurdanan sesler, adamın müşteriyi azarlar üslubu, ben hala arka sırada sakinliğimle beklemekteyim. Bir amca yanıma yanaştı, kuponundaki rakamı okuttu; onu okuyunca bende benimkini okumaya çalıştım. 21 numaralı koltuğum sanki 27 gibi okunuyordu o karanlıkta. O an arkadaki bir başka arkadaş adama sesini duyurmayı başarıp, diğer kapıyı açtırabildi. Diğer yanda da araç olunca dar bir koridor oluşmuştu ve o kadar düşünceliyiz ki, soldan girip, sırayla valizini alıp sağdan gitmeyi kimse akıl edemiyor. Herkes bir yerlere aceleyle yetişme telaşında, kimse kimseyi görmediği gibi, artık görevlide şu benim valizim diyenlere veriyor gönderiyor. Gri bir valizi alan genç kadın uzaklaşırken, ben kendi valizimi görme telaşında olduğumdan olayları idrak edemedim. Orada olmadığını gördüğümde, bir diğer kadının olmayan bavulunu arayan görevliye baktım; kadının bavulu diğer bölmede çıkınca birde oraya baktım. "Benim bavulum burada yok" dediğimde adam, "e nerde o zaman?" diye pişkin bir soru sordu. "Siz bilmiceksiniz ben mi bileceğim dedim."! keşke küfretseymişim; Adam biletimdeki 21'i 27 diye okuyunca, 27'nin de 21 olarak okunabileceği ihtimaliyle araca girdim, 27 numaralı koltuk boş, 27 numaralı valiz yerinde olunca ben hemen o valizi aldım. Bir görevliden 27 numaralı yolcunun bavulumu alıp gittiğini söylediğimde, hemen ofisi aradı ve bilgiyi verdi. Ben yapacak bir şey yok diye artık oraya giderken, heyecandan çok bu ülkedeki insanların acelesine, işgüzarlığına, gelişigüzel yaşamasına küfrediyordum ve utanıyordum!  Terminalden içeri girdim, diğer valizi yukarıda bırakıp ofise girdim.
    Olaylar buradan sonra başlıyor...
    Ofise girdim, çantamı ve montumu masaya bıraktım. Geldiğim araçtaki hostda oradaydı. Araçta müşteriye davranışından çok memnun olduğum bu abiyi de görünce zaten vurdumduymaz rahat bir havada olan ben iyice rahatladım.Olayı soğukkanlılıkla anlattım, alan kişinin 27de ki biri olduğunu söylediğimde, host arkadaşta  onları hatırlıyorum bir bayan ve annesiydi dedi. Sistemden isimlerine ve telefon numarasına ulaştık. Bu kadar kolay olacağını bilmezdim diye düşünürken, aradık aradık kadın telefonu açmadı. Sonra ben zaten sohbet etmeye başladım oradakilerle. Öyle tuhaf bir yapım vardır, yeni insanlarla konuşmaktan, fikir almaktan, hayata benim pencerem dışında bakan büyük küçük fark etmeden gözlem almak çok hoşuma gider; ne kadar yeni insan o kadar yeni fikir demek çünkü. Ceyhun bey ve Host İmam abiyle önce ; işte yola çıkmadan önce kurduğum cümle şuydu, şimdi bakıyorumda hayatımın hikayesini yazacağım dedim, sonra bagaj görevlisinin işgüzarlığını şikayet edince, adamı çağırdı fırçaladı, adam savunmasını benim desteklemediğimi görünce çıktı gitti. Biz yine sohbete devam ettik. O sırada içeriye bir başka iki host geldi. Seferlerinin raporlarını dolduruyorlardı.
    Yeni yılda aldığım bir karar gereği günün anlam ve önemi konulu bir fotoğraf çekiniyorum, o yüzden o arkadaşlardan fotoğraf çekmelerini rica ettim, ceyhun bey bunları artık genel müdürlüğümüze de gönderelim esprisi, benim hiç merak etmeyin  diye cevabımla fotoğraflar çekinildi. Kadın, yabancı bir numara görünce "kimsiniz" diye mesaj atmış. Ben bu mesaj haberini aldığımda kapitalizm üzerine bir sohbet içerisine girmiştim. Bu bilgiyi alınca daha da rahatladım Ceyhun bey aracıyla bavulumu almaya gittiğinde bende orada çayımı bitirmiş beklemeye başladım. Kitabımı çıkarttım okumaya başladım. Fatih, stajyer olan Halit Abi'ye işi anlatıyordu. Rapor yazıyorlardı. Benim kulak misafirliğim ve merakım belki de böylesine heyecanlı bir olayın bile benim açımdan çok karlı olmasını sağladı. Başını kaldırıp bana "insanların senden intikam almasını bekleme, sen onlardan önce davran" dediğinde belkide çok büyük bir hata yaptı; ben hemen lafa girip derin bir sohbete girdik. Cümle tamamlamayı çok sevdiğim için pek çok cümlesine güzel tanımlamalar yaptım ve kurduğu cümleler, fikirleri hayata pek çok insandan farklı bir pencereden baktığını gösterdiği için çok çabuk ısındım. İllumunati, engellenen zekalar, düzen, Einstein, Hitler, Atatürk, Tesla... bunlar konu başlıklarımızdan sadece bir kaçıydı, diğer stajyer abi ise sadece dinliyordu.
      dışarı çıktık. Hava soğuktu fakat sohbet ısıtıyordu; yine düzenden devam eden sohbetimizin devamında, Halit abiyle başbaşa kalınca benim, geçmişe takılma şimdiyi kaçırma fikrim üzerine, ilk kez yaşça büyük birine  tavsiyelerde bulundum; bu çok onure edici bir davranış fakat ona da söylediğim gibi kendi problemlerimizi ne doktorlar ne kitaplar çözer, onları ancak kendi kendimize bulduğumuz çözümlerle çözebiliriz.... Bavulumun geldiğini görmüş olmama rağmen bir süre daha sohbet ettik;
      İçeri girdiğimizde bavulumu kontrol ettim, kitaplarım yerli yerindeydi. Oturduk bir çay daha içtik.O esnada Nejat İşler'den bahsederken buldum herkesi , kırk yıllık bir arkadaş ortamında gibiydik... Çay bitince, saatte 10'a doğru gelince son bir fotoğraf daha çekindik; facebook profillerini falan aldık daha fazla sohbet etmek için...
     Bavulumun kaybolmasında bile bir hayır olacağını asla düşünmezdim fakat iyi ki kaybolmuş. Farklı ruhların muhabbetine şahit olarak çok mutlu oldum ; hayatım boyunca unutulmayacak bir yol hikayesi edinmiş oldum böylelikle...
    Yayında ve yapımda emeği geçen tüm meleklere teşekkürler
"Ş"aban "S"arı


16 Ocak 2013 Çarşamba

Ruh Parçaları #38

  #38 RUHUN TA KENDİSİ
      Şarkılarında canı sıkkın olunca uykuları kaçar mı, diye sordu ansızın.
      Saçmalama, şarkılar canlı değillerdir, diye cevap verecektim ki, anladı vereceğim cevabı ve atladı:  Canlı olmasalar, insanlardan daha çok etki ediyorlar bana; bazen neşe verirken ezgiler bazen hüzün verebiliyorlar... Hiç bir canlı bu kadar etki edemiyor bana biliyorsun, dedi.
      Haklıydı.Sanırım şarkılarla beslenen bir ruhum var, bu saatte felsefe de yapabiliyor üstelik... Saate baktım; 3.00. Saatten haberi yokmuş gibi bir o boşluğuma bir  bu boşluğuma çarpıyor. Ne yapıyorsun deyince de, canım sıkılıyor diyor.
      Bir insanın ruhu nasıl sıkılır? Bu kadar farklı olmak zorunda mıyım? Uykudan kaçmak için şehrin karanlığını seyretmekte neyin nesi ve gerçekten bu saatte en duygulu ezgiler nasıl kanatlanıp gönül pervazıma konuyorlar. Hep onun suçu aslında bu, o çağırıyor hepsini. Saatten, mekandan ve düşlerden bir haber, gelişigüzel yaşayan, hala umudunu saklayan bir ruhu olunca insanın her şeye alışılıyor.

      En son ne zaman birine özledim dedin, diye patavatsız bir soru soruyor; kime çektiyse biber sürülesi bir dili var. Merak etti mi cevaplamazsam başımın etini de yemeye başlayacağından düşünüyorum...

      Soru beynimin dağınıklığında yankılanıyor, sonra kapattığım bir kapının altından geçip gözden kayboluyor. Sorunun peşi sıra giderken aklımın kilitli köşesindeki bu kapının üzerindeki yazı bu saatte gözyaşlarımı güldürebiliyor. "Aşk". Özlem hep aşkın içine gizleniyor zaten, tüm esintiler aşk zaten...Zaten şiir de aşktan alevleniyor ve ben bu kapıyı uzun zaman önce kapatmışken, gecenin uykusuzluğunda bir merak beni yeni o kapıya getiriyor.Kapıdan içeri geçtiğimde asla unutamayacağımı bildiğim güzel olduğu kadar uzak bir limanda kalmış anılarım öylece karşılıyor beni.Gecenin bu saatinde ruhumda bana şarkılar kadar ihanet ediyor...
     Haylaz bir çocuk edasıyla köşede oturmuş bana muzipçe sırıtıyor "eşek sıpası" diye söylendikten sonra onun kadar meraklı gözlerle beni süzen anılarımı başımla hafifçe selamlıyorum.
    Kırmızı kaplı deftere yazdığım ilk şiir, ilk öpüşmeme şahit olan bulut, amcamın ölümüne üzülmem gerekirken bir odada gizlice sevindiğim o mesaj, ilk dokunduğum ten, kokusunu hiç unutmadığım vakitler, heyecandan kalbime engel olamadığım konuşmalar, verdiğim tüm sınavlar, eski dostlarım; bilhassa şimdi düşman bile olamadığım insanlar, hiç dile ve kelimeye getirilmeden katlanıp bir köşeye bırakılmış prematüre sevgiler, kendimden gizlemeye çalıştığım yalanlar, annemin gözyaşları, babamın gururu, kardeşlerimi gece gizlice sevdiğimi söylediğim geceler, evden uzak harcanan saatler, karanlık bir köşede edilen sohbetler, kavgalarım ve isyan ettiğim günler....Hissetmeyi ne zaman bıraktım biliyor musun ruhum?
         Sevdiklerine hiç sevdiğini söyleyememişken, ölümden ve acı gelmeden önce hakedenlere hakettikleri değeri vermemişken; hiç gerçek olamayacak kadar kötü yalanlara kurduğum cümlelerden utandığımda bıraktım hissetmeyi... En yakınımdaki insanın acısına ağlarken, bunu aşka ağlamakla karıştırdığında çevremdekiler ben hissetmeyi bıraktım! biliyor musun sorduğun sorunun cevabı hala yok; Tanrının sınavlarında koşuştururken unuttuğum en büyük düş belkide özlemek... Hep kimsesiz bir otagardan uzaklara ben uğurlandım, arkada kalan hep başkalarıydı; cam kenarından el sallayan nedense hep bendim; belki de bu yüzden uzun ciddi konuşmaların adamı olamadım, hayatı dalgaya almaya çalışırken unuttum hayallerimi, beni ben yapan hisleri. Aslında ne var biliyor musun; ben özlemin ne olduğunu çok iyi biliyorum; telefondaki bir ses, aşina olduğun bir kokuya dakikalarca sarılmak, özlediği için herkesten gizli ağladığını bildiğin biri, büyürken aşık olurken yanında olamadığın birinin sesindeki gizliliğe saplı heyecan; ben özlemin ne olduğunu çok iyi biliyorum, sende biliyorsun işte o yüzden, bir gün ben birini özlediğimde zaten sen onu hiç bırakmayacaksın;
     Ah benim yüreksancım, bak işte yalanlara inanmak için savaşırken aldığım tüm yaraların izi bu ağrı. Sen içimde kıvranırken, hücrende tükettiğin özgürlüğün sızısını çekerken yerleşiyor tam yüreğimin ortasına bu sızı. "iki satırlık adamları musallat ettik ömrümüze" diye oluyor bu düş kırıklıkları, bir gün ruhum bir gün; sende kanat çırpacaksın istediğin yürekte... Benim gibi sabırsız olma, hayatın ezgisine kaptır kendini ve yaşa...

      Uykun yok mu senin? yine kimi düşünüyorsun diye sormayacağım ama düşünme demek yaşamayan biri için en kolay yol.
      Yaptığın bir hata yok biliyor musun şaban, senin en büyük suçun  herkes gibi olamamak; insan olmaya çalışmak; hissetmiyorum  diyerek itiraf etmen bile gerçeğini senin en büyük doğrun; kimse duymasın ama sana bir sır vereceğim şimdi; diğerleri korkar, en çok kadınlar korkar ama erkeklerde çok korkaktır... Adam'ım diye ortalarda dolananlar var ya geceleri hayallerinden öteye taşıyamazlar aşklarını ki buda kendilerini becermekten öte bir düş değildir; onların senin gibi bir ruhu yok ;), onların aklıda yok... Kadınlar bu yüzden korkar; senin bilmediğin vakitlerde aldıkları yaralar onları korkutur. Yaralarını o kadar iyi gizlerler ki sen istesende anlamazsın ve herkesin en büyük hatası burada başlar, yanlış bir saate güvenerek doğru zamanı yaşadığını sanmak... Bir  aslanın amacı daima ceylanı yemektir, unutma... Eski düşmandan asla dost olmaz. Belkide haklısın, onlar değil ben yanılıyorum ; belkide haklısın tek korkak benim... kimseye söyleme ama kurulan düşlerimi daha fazla boşlukta harcayacak değilim, sende senin kadar haylaz bir düş istemez misin? Cesur olmak için yüreğe ihtiyaç olduğunu ne zaman anlar sence insanlar?

Bu şarkıyı çok seviyorum...
efendim.
şarkı diyorum çok güzel.
hı, evet.

      Sen beni dinlemiyorsun; sen nerelere daldın konuşurken, sen bunu hep yapıyorsun biliyor musun şaban.
Hani boşluğa bakarken "ne düşünüyorsun" diye soruyorlar ya insanlar en çok buna gülüyorum, onlara bence söylemelisin artık boş' vakitlerinde dinlendiğini. Senin konuşurken düşündüğünü, düşünürken konuştuğun yani düşünerek yaşadığını anlat onlara. Onlara düşünmenin boş vakitlerde yapılacaklar listende olmadığını söyle belki böylelikle sana benzeyen bir beden buluruz bana...
lütfen sessiz olur musun, bu bizim sırrımız!
       Hem bu şarkılarla alıp veremediğin ne senin, hatırlarsın ki senin dediklerini  yazmamın sebebi de hep bu şarkı sevdanı yatıştırmak içindi. Sesini kağıda döküp, dertli başıma birde şairlik çıkarttın.
       E fana mı oldu, ikimizde rahatladık.
       Sorma ne rahatladım. Ben bizi yazmadım ki evlat, ben başkalarını yazdım. Ben bizi yazsaydım anlamazlardı ki, başka acıları yazınca karanlıktaki yüreklere biraz olsun umut olmak istediğimi sende biliyorsun, benim boş' vakitlerinde ne kadar da neşeli olduğumu sende biliyorsun; böyle şarkıyla aşkla acı çekecek adam mıyız biz?
        Bir zamanlar sende o yollarda yanmadın mı?

         Bir zamanlar diye bir şey yok evlat. Yaşadıklarım yaşayacaklarımın temeli. Bazen acı çekmeden yada çektiğini düşünmeden bir sonraki mutluluğa ulaşamazsın. Söylesene bana hiç acıyı tatmamış bir yürek, mutluluğun kıymetini nasıl bilebilir? Beni sende anlamıcaksan izin ver bu şarkıdan sonra öleyim.

        Seni anlıyorum, sadece seni kızdırmayı seviyorum biliyorsun...

        Biliyorum evlat biliyorum. Sende olmasan çok sıkılırdım biliyorsun; hatırlıyor musun bir zamanlar' bir arkadaşım gibi yaşıyordun yanımda, biz nasılda eğlenirken insanlar nasılda korkardı bizden.

        Hatırlamam mı ama çabuk sıkıldın bu oyundan, bu topraklarda delilik ne zaman moda olur sence? Savaşlardan, yolsuzluklardan, vatan adı altında işlenen cinayetlerden, Allah'ın adıyla işlenen günahlardan, kadını sex objesi görmekten, şiddetten, çocuk işçilerinden, vatan sağ olsun diyen gözü yaşlı analardan, yalancı  politikacılara güvenen inançlı insanlardan sonra bir gün deliliğe de sıra gelir mi?Bir gün yeniden sever misin sence bu toprakların şanlı tarihini.

         Bilmiyorum evlat bilmiyorum! Zor çok zor, bence biz bize  yeteriz. Hem biliyor musun, belki bu dünyada Tanrı onlar oldular ama öldüğümüzde Tanrı olamıcaklar işte o zaman delileri cennete alacak Tanrı... Hem bu konular hakkında konuşmak yasak değil miydi sana?

          Güldürme beni şaban, en son hoşuna gitmeyen hangi yasağa uyduğunu söyler misin?
 ...
          Uymadın çünkü. Asi bir ruhun var.

          Çok manidar oldu... Asi bir ruhum kadar asi bir aklımda var, ama biliyorsun bazı kurallar olmasa Anarşizm kazanamaz. Mesela insanlar artık canlarını daha çok sevip, ölüme bu kadar kolay kanmamak adına kırmızı ışıkta bekleyip, üst geçit kullanmalılar.

          Allah aşkına bırak bu tavırları; şairlikle, insanlıkla, adamlıkla, romantiklikle, sanatla kim bu düzeni değiştirmişte sen değiştirme peşindesin.

          Öyle deme, bizim gibi bir kaç kişi daha olsa çok eğlenirdik bence bu lunaparkta. Benim değiştirmek istediğim bir düzen yok ben sadece kendi kapımın önünün diğerlerinden farklı olup, arka bahçemde mutlu bir dünya istiyorum. dostlarım, ailem ve Tanrı bizden, geri kalanı düzenden; çift kale yaşam oynarız....

          Bazen benden de hayalperest oluyorsun şaban.

           Hayal kurmaya da mı zam geldi?
Ya saat kaç?

3.40 ne oldu bir yere mi yetişeceksin?Rüyanda kendin gibi bir kıvırcığa mı  yoksa şarışın birine mi gideceksin? ah sen yok musun...
         Saçmalama lütfen, o kadar basitleşmedik daha... Hem uykumu sen sakladın haydi ver artık onu bana bak konuştum işte sıkıntın gitmedi mi ? Şarkılarda ninni gibi gelmiyor mu artık sana? Notalar bile yalnızlığımızı hatırlatıyor bana, bir do bir siden sonra geliyor peki fa ve mi neden birlikte olamasın... Çok müzik bilgim yok ama sevenleri kimse ayırmasın...

        Her duruma da bir lafın var bakıyorumda, öyleyse uzaktan görmekle olmaz bu işler, hissediyorsan git söyle...
       O istemiyorsa da sen söyle, benim günahımı bir başka bedenle paylaşmalısın artık....

Konuşmak ne kadar da kolay geliyor, sende diğerleri gibi olma lütfen; haydi kapat ışığı uyuyalım....
...
saat 4....
şimdi iyi uykular tüm ruhsuz insanlar....

Şaban, bu gece yanında yatabilir miyim?
elbette evlat elbette...
biliyor musun?
neyi?
sanırım özlüyorum.
neyi?
bilmem, belkide şuan beni özleyen ama hala tanışmadığım birini.
bana edebiyat yapma;
ama benim hobim bu...
Şaban!
peki tamam sustum sustum, kendine iyi bak bir gün en büyük hediyem olacaksın unutma./


"Ş"aban "S"arı



15 Ocak 2013 Salı

Ruh Parçaları #37/2

Ruh Parçaları #37-kısım 2  Kime Niyet Kime Kısmet Romantizm

"iyi şeyler hep biz beklemezken gerçekleşir çünkü hüzün biz bakarken mutluluğa soyunamaz." "Ş"aban "S"arı

      Tozlu bir deftere kaldığım yerden devam edecek heyecanımı karalama telaşındayım, elim ayağıma dolaşıyor. Tüm şairliğime ve hayalgücüme rağmen anlatamayacak kader lal kelimelerim şimdi. İnsanlar belkide acıdan başka bir duyguyu tarif edemiyor kelimelerle. Ben anlatmalıyım, biraz olsun dinmeli kalbimdeki heyecan. 
      Hiç kolay değil, sil baştan düşlenen bir geleceğin ilk düşlerini karalamak ama yinede karşımda dileklerden dilek beğendiğim gökyüzüne karşı yapacağım itiraflarımı; kişisel değil hiç bir kelimem: jest ya da nefret taşımayacak kadar günahsız parmaklarım.
      Ummadık düşlerde yaşanan günlerdeyiz.Bazen tek bir cümle her şeyi değiştirmeye yeter, bazen korkaklığı bir kenara bırakıp, cesarete bir şans verdiğimizde güzel kapılardan geçirebilir bizi zaman; hayatın en çok sevdiği şey bizleri hep şaşırtmak. Düştüğümde ağlayarak zaman kaybetmemeyi öğrendiğim için hiç bir saniyeyi kaçırmadan ilerliyorum, belki de bu yüzden bu kadar çabuk "unutma" eylemi gerçekleştirilebiliyor yüreğimde. Şimdi kaç beden öteye taşıyacağımı düşünürken bu yükü, güzel bir günde- öyle aşkla falan işimin olmadığı vakitlerde- bir çift gözden daha fazla hiç bir şey beni etkileyemezdi. Hiç bir yeşil bana bu kadar canlı bir ilkbaharı hatırlatmamıştı. O günlerde hayatı ıskalamakta üzerime yoktu, o yüzden kendime gelmek için, içimde zamanın suladığı güzelliğin filizlenmesi gerekliymiş. 
     İlk kısımda anlatılan karışık fakat tatlı tecrübeden sonra üç maymunu oynayan, tam kıvamına gelmiş, darmadağın olmuş ruhumun toparlanıp, içindeki romantizmi canlandırabileceği bir yürek arama sevdası başgösterdiğinde, adı kelimelerime karıştı. Elden bıraktığım prensiplerimin ipini tekrar tuttuğumdan, birini hissetmeden önce bir kahveye karışan bir sohbet edilmeliydi ki bu düşüncelerimi duyan Tanrı bana aylardır bir başka yürekten beklediğim fırsatı bir başka yürekle verdi. Bir haftalık o sürede düşüncelerimin siyah örtüsü kalkınca taze bir heyecan kokusu sarıyor özgürlüğümü hapseden kafesimde; konuştukça dilim sürçüyor ismini anarken; bekledikçe damarlarıma aşılanıyor "belki"ler. Korkunun silüeti bile ortalarda yok....Beni korkutan da her şeyin mükemmel olması!
    Güzeldi. Hatta güzelden öte, mutluluğa sarılı huzuru görecek kadar inanılmazdı.İstediğim geleceği elde edemezsem bile o günü bir başka deftere başlangıç sayfası olarak kabul edebilirim; yarım bıraktığım çok defter oldu bir gün onları kapatana kadar mutluluğun tadını çıkartmak için açılmış bu sayfaya adını veren insan kesinlikle içinde yemyeşil bir huzuru barındırıyor.
    İlk'ler bir zamanlar, daha masumiyetimizi çıkartmamışken, ne kadar da önemliydi. Her gördüğümüze aşk, her hissettiğimize sevda diye seslenmediğimiz vakitler güzeldi. Akla gelebilecek her tadı tatmış bir eskiromantik olarak, kapattığım hayatımdan sonra yeni başlangıcımdaki ilk heyecanımı size anlatamayacak kadar acemi bir şairim; zaten benim hayatımın sizi bu kadar ilgilendirmesi bile garip...  Bu parça edebi bir yazıdan, fikirden çok kişisel tecrübelerimi karaladığım rahatlama yazısı. Hani karanlık çağlardan, romantik bir devre geçişimi sırf merak edenler olur diye yazıyorum o kadar... Çok uzatıyorum bazen sırf içimdekilerin hepsi dökülmesin diye; bu ilk heyecan beni masumiyetimin hala ziyan olmadığı, verdiği tadı bile unuttuğum sevgilerime götürdü! Uzun zaman sonra karşılaşılan bu durumu tek bir cümleyle özetleyecek olursam  " "unutulmazlar" arasına girecek bir tatlı heyecandı gözlerinin yeşilinde ruhunu seyretmek".
    Kaç gündür bir kadının gözlerini düşünüyorum; tadı damağımda saniyeleri durdurduğumda, en soğuk düşler bile yeniden canlanıyor, kozasındaki ruhum bile ölümsüz bir gökkuşağıyla uyanıyor, sonbaharın ölü tüm renkleri yeniden canlanıyor; doğam hayat buluyor o gözleri düşündükçe. Utanmayı bile yeniden öğrendim; patavatsız dilimi tutmayı bile başardım, sanırım kelimelerimle birlikte bende bayağı büyümüşüm; hep dedikleri gibi "olmuşum ben ya"... Dönüp dolaşıp gözlerine geliyorum, ışıltısındaki masumiyeti sayesinde taşıyabiliyor belkide yüklerini ve merak ediyorum kilitler altında sakladığı düşlerinde nelere yer var acaba? Gördüklerim belki de görmek istediklerim, benim ona yakıştırdıklarım bilmiyorum ama eğer gerçek canımı yine acıtacaksa ben bu yalana biraz inanmak istiyorum... Kendi hayal dünyamla, gerçek dünya arasındaki farklar zaten yeterince kara, birde geri kalan hayatımın benim yazdığım kısmına siyah bir gece düşmesin.Hem ben galiba belirsizlikten haz alıyorum; memnunum bu telaştan, bir yüreği daha kırma korkusu olmadan uzaktan hissetmek belkide benim günahlarımın bedeli...kendime layık görmediğim bir masumiyet saklı teninde sanki; ben bu kafayla zaten daha çok rüya görüp " sizi bir yerden tanıyorum" saflığıyla terk edebilirim aşkı...
     Aslında aşkın en güzel kısmı bu belli belirsiz heyecan kısmı, sonra zaten günümüz sıradan aşklarının o saçma kıskançlık kısıtlama ve kavga üçgeni içerisinde geçen vakitler yer alıyor, aslında bu yeni halim yine kalıplara sığmayacak, ki önceden de sığmazdı, ve "evet" dediklerine ayrılana kadar pişman etmediğim yüreklere sorabiliriz beni fakat ben "perfect woman" ı bulup, sonsuzluğumu armağan etmek istediğim için hala pis bir romantiğim; işte bu belirsizliğin ötesini görüp, aşka şah mat çekip; aşka aşık değil, kadına aşık olmak istiyorum. "Ya değilse" sorusu ise beynimin kıvrımlarından sıyrılıp, damarlarıma oradan canıma karışıp buraya kadar gelebiliyor; o belirsizliğin heyecanı ya "aşk" değilse, o zaman yine ayrılmak zorunda kalırsam sukünetten... Bir yırtığı daha nasıl kaldıracak yamalı ruhum?
   Bir yüreği veya teni eski çağlardan kalma bir eser titizliğiyle ele alıp, üzerindeki tozu üfleyip, gerçekliğine ulaşmaya çalışırken, yani karşındakini tanıma çabasındayken küçük bir hata o yaşamın son bulmasına neden olabilir. "Gelecek" adına tüm hayallerinin bir beceriksiz tarafından yıkılıp, sonraki nesiller boyunca hangi prensle yada gerçekle karşılaşılırsa karşılaşsın tarih bir kere kırılmış olduğundan zaman asla tamir edilememesine de neden olabilir  ve ne yazık ki insanlar geçmişlerini asla unutmayarak gelecekten intikam alıyorlar. işte ben bu vebali artık kaldıramam. vav, korkaklığımı bu kadar iyi nasıl tanımladım bilemiyorum; yani ben zamanı kesen değil, tamir eden olmak istiyorum.
   Şimdi öyle biri olmalı ki arkadaş toplantılarında sizlere "ruh eşim"i tanıtmak istiyorum demeliyim, hatta on yıl sonraki eskiyi anma buluşmalarına da onunla katılabilmeliyim. ama merak ediyorum hiç birisi bir başkasının düzenini bozmadan, bir yap-boz parçası gibi birini tamamlayabilmiş mi? böyle bir şey mümkün değilken bile  ben dalgalı ruhumun tınısını arıyorum; işte inanç böyle bir şey...
   Ben nasıl geldim buralara ya; içimde bir kelebeğin yaşama tutunma çabasını anlatacaktım oysa, biliyorum uzun solukta yaşıyorum ama sizler belkide bu soluğuma yetişecek kadar cesur değilsiniz. Ruhlarımız ne kadar da farklı, aslında ruh ne kadar da farklı bi kavram! İçimde bir yerlerde yaşayan ama içimde müebbete mahkum bir kuş aynı zamanda. Bana bir şeyler yaptıran ruhumsa, yapmamı engelleyen aklımsa; aşık olmamı hangisi istiyor? Ruhumla inanırken bir şeylere, kadere bağdaştırmamak gerekir bence tesadüfleri. Kimi nasıl görmek istersem öyle görüyorum artık ve yeşil cennet'i asla arkadaş olarak göremem bu saatten sonra, tıpkı farklı tecrübe gibi.
   Güneş yerini yıldızlara bırakırken bile ben ayrılmamak için bahaneler kolluyordum; sinema fikri güzeldi ve hayatımda ilk kez birini eve bıraktım.... Demek ki hala yaşamadığım şeyler varmış. İşte bu yaşadıklarımı toplayıp, yaşayamadıklarıma birleştirecek birine ihtiyacım var ve ya ben bir şeye inanmak istediğim için düşü görmeden sıvamaya başladım geleceğimi, ya da yine fırtınaya kapılıp kaybolacağım bir süre daha ....
   En sevdiğim şey olan hayatımı zamana bırakmak istemiyorum ama kadınlara da güvenemiyorum; hayallerinin o kadar ütopik olduğunu düşünüyorlar ki Ben onları gerçek kılmak için gittiğimde kapı dışında bırakıyorlar ve gizlice ağlıyorlar... Garip; şimdi içimde taze bir bahar esintisiyle düşünüyorum en ince ayrıntısına kadar; "geçmişi hiç bir şey aşk kadar kolay onaramaz" .... 


   Not: Umarım artık kimse benim yüzümden üzülmez, en çokta ruhum. 

"Ş"aban "S"arı - Zır deli- 


13 Ocak 2013 Pazar

Ruh Parçaları #37

Ruh Parçaları #37-kısım 1 Kime Niyet Kime Kısmet Romantizm

"iyi şeyler hep biz beklemezken gerçekleşir çünkü hüzün biz bakarken mutluluğa soyunamaz." "Ş"aban "S"arı

      Hala korkarım. Geceler hala en büyük düşmanımdır ve 2 yıldır kabus görürüm. Huzurlu mutlu rahat ve hala bir şeylere inanabildiğim küçük düşlerimin bilmemkaçıncı yürektede son damlasını bırakınca terk ettim kendimi. İşte o gün sırtımdaki bıçakları çıkartıp astım portmantoya, dostluğun paçalarımdaki izlerini temizledim, güvenin kokusu çoktan terk etmişti dünyamı ve duvarlarımda asılı duran aşk tabloları yerlerde can çekişiyorlardı; bazen yeni bir başlangıç yapmak için defterin son satırlarını kanla yazmak gerekir ve gözyaşıyla imza atarsın geçmişine. Oysa "gerçekten yaşayan birinin hiç bir defteri tam anlamıyla kapatamayacağını, sadece yarım olarak gecelerine saklayabileceği" gerçeğini henüz bilmediğim vakitlerde en büyük sözümü vermiştim kendime: hayatımın bu ruhumu hapseden yıllarının son günlerindeyken o zamanlar en sevdiklerime verdiğim bu sözden geriye hiç kimse kalmamış olsa da ben kendime verdiğim sözü kendimle tuttum " şimdi hayatıma en baştan başlayacağım ve kendi hayatımı ben kendi ellerimle yazacağım"... Evet o günleri, yalanı dolanı bi kenara bırakıp samimiyetim hazır üzerimdeyken yazarsam; geleceğimde yerlerini hazırladığım isimlerden geriye o kabuslardan başka hiç bir iz yok; karşılaştığımda kafesimdeki hüznün nefretle karışık belirsizliğinden başka bir his yok. Eski sevgili diye tanımlanan zamanının güzel anılarından geriye ise kocaman pişmanlıklar var; evet ben terk ettim hepsini, hepsini bana en güvendikleri günde bir başlarına bıraktım ama kimse beni benden daha çok suçlayamaz! Ama ben şu hayatta bir elin parmağını geçmeyecek sayıda doğru yerde doğru zamanda bulundum, ya hep geçtim birilerine ya çok erken; insan kendine gitmeyi bile unutabilirmiş oysa. İşte bu gecelerle alıp veremediğim hep bundan, uykudan kaçmalarım aslında yüzleşme cesaretimin olmayışından yani günahımı kelimelerden almayacaktım da ne yapacaktım! 
      Bu kadar karanlığa bulanı kelimelerin ucu kırık bir ok gibi yüreğinize saplanmasının sebebi benim Tanrıyla aramdaki anlaşmanın günah çıkartmaları! Günah keçisi lazımdı aşka ve ben düşlerimi feda ettim! O gün işte sıfırdan başladım hayatı yazmaya. Bugüne kadar iyi kötü geldik, yapbozu tamamladık sayılır ve konu yine dönüp dolaşıp bir gün aşka gelecekti, geldim!
      İnsanla birlikte yalanlarda, dualarda, gelecekte büyüyor; yani belkide cansız olduğunu düşündüğümüz en soyut kavramlar bile kanlı canlı karşınıza dikilip sizinle isterseniz eğleniyor isterseniz size acı veriyor; insan büyüdükçe acı çekmek istediği için acı çekiyor, biliyor musun bilmem ama ben, senin beni okurken çektiğin acının zerresini bile çekemeyecek kadar samimiyetsiz bir şairim! Yalan ulan  yalan ne yazdıysam hissetmeden yazdım evet, benim kelimelerle bir alıp veremediğim yok ben sadece bedelimi ödeyip bir melekle birlikte olmak için çabalıyorum ve belki de günahını ödeyemeyecek yürekler için biriktirdim o kadar kelimeyi... En son hissettiği şey ölüm olan bir ruhtan gökkuşağının tüm renklerini bir kelebek ömründe hissetmesini nasıl beklersiniz! Hayır ben acı çekmiyorum, ben saymayı bıraktığım günden beri bekliyorum ve bunu yaparken ölmüyorum, küllerimden ruhumu doğuruyorum! O yüzden bas bas bağırıyorum kelimelerimin dışında " beni tanımadan sevemezsiniz" diye çünkü kelimeler aldatır, kelimeler yalandır! Ben yaşarım, yazabildiğimden çok yaşarım; yaşatırım... Kime  ne istediyse verebildiğim günlerde tükettim kendimi ve şimdi birikiyorum içimde!!! 
      Bir şeyin zamanının geldiğini asla anlayamazsınız, gülerek yaşayan insanların aslında gizli yaraları vardır, hayatı dalgaya alarak onları unutabileceklerini sanmalarından daha büyük bir yanılgıları olmadı; fakat işte ben, dünyadaki tüm kalıplara sığmayan, girdiği kabın şeklini alamayan bir yağmurum; herkesin ifade ettiği şekilde "farklıyım"....
      Biriktim... Şimdi niyet ettim yeniden bir limana kalbimi bağlamak için! bir şehir büyüklüğünde bir boşluğu dolduracak kadar açım, uzun zamandır uyuduğu uykusundan uyanmış bir  yüreğin hissettiği açlıkta yaşıyorum; umudum yemyeşil bir bahar tazeliğinde; heyecanım en kor halini takınmış bir yangının sıcaklığında; tenim patlamaya hazır numaraların alıştırmasında, düşlerim yeniden çorak toprağımı aşma telaşına kapılmış bana şimdi tek bir şey gerek, soğuk ellerimi ceplerimden çıkartacak bir  ele; düşlerimin üzerine çöken siyah örtüyü kaldıracak hayalgücüne, çatlamış dudaklarımdan dökülemeyecek cümleleri dökmek isteyecek öpüşlere, titreyen korkaklığımı "yok bir şey"leriyle avutacak sözlere ihtiyacım var; içimdeki cumhuriyete hakim olacak, noksanlığımı tamamlayacak kadına ihtiyacım var. Zamanı bilemezsiniz ama bazen hissedersiniz....
      Kendimi yeniden anladığım zamanlardı, yani hala ilk görüşte hisler dünyası kuruluydu, iktidarı zorla ele  geçiren fırtınalardan önce; dedim ya bazen geleceğinizi kimin taşıdığını hissedersiniz bir görüşte... 
      Haydi biraz örnek verelim, madem yazdıklarım yalan yaşadıklarımdan bahsedeyim sizlere...
      Sil baştan yaşanmış bir hayatta o kadar şanslıydım ki gerçek insanlarla karşılaştım; onları altın bir kavanozda biriktirip, gözüm gibi baktım. ben onlara kaliteli insan koleksiyonu diyorum siz; dost, kardeş gibi küçük sıfatlarla sesleniyorsunuz. Zamanın birinde, aylarla sayılabilecek kadar yakın geçmişte hissettiğim bir düşün peşine "olmaz"lardan geçip, tüm cesaretimi toplayıp geldim. zaten bu olayın gelişme bölümünü ruh parçaları #33 kısmında sizlerle paylaşmıştım. Olayların bizi mutluluğa çıkaracağına, güneşli günlerin yakın olduğuna o kadar çok inanırız ki her ihtimalin birde diğer yüzünün olduğu gerçeğini göz ardı ederiz ve o göz ardı edilen her şey gerçek olur. Bu evrenin bize, ondan izinsiz bir şey yapamayacağımızı gösterme şeklidir ve belkide o an kendimiz için aşk olarak ya da en iyi şey olarak düşündüğümüz durumlar bizim için gelecekte dikenden başka bir şey değildir.
çıkmaz bir sokağın sonuna geldik işte o tecrübede, adı konulmamış bir çizgiyi ikimizde en ortasından kesinlikle üzülerek kestik, ikimizde kusurlu sayılabiliriz ve gerçekten uzun zaman sonra hissettiğim bu düş beni bir başka düşe hazırlayan bir tecrübe oldu, biterken ve giderken karaladığım cümlelerse bence litaratüre geçecek derecede kıymetliler!
      "iyice kördüğüm yaptım kaderi, sana sinirden ve mutsuzluktan başka bir şey veremiyorum oysa ne kadar masum bir isteğim vardı; seni tanımak... içinde bilmediğin, bilmekten korktuğun bir duyguyla yaşamamak için çok çalıştım, ne inanmak istedim sana ne de vazgeçmek, yalnızca 1 kez tanımak istedim; 1 kez sohbet edip, istemezsen gidecektim hayatından geldiğim gibi bir anda ve galiba en iyi yaptığım iş gitmek. şimdi gülüyorum inan, ahmaklığımı düşündükçe, cüretim aklıma geldikçe ve her gece "belki" bir umutla uyuduğumu düşündükçe, kahkaha atıyorum. Samimi olmak gerekirse seni sevebilirdim, sevebilirim belki ama oyunda tek bir hakkı olan bir kahraman gibi onu da kaybetmekten korkuyor insan, ister istemez... ..... İlk görüşte hissetmek diye bir şey vardır, sen bende öyle bir şeydin ve ben içimdeki çocuğu avutmak için bile olsa seni görmeden kaçmak istemiyorum; istemeyeceğim...  ....Kendimle uğraşırken gayet zorlanıyorum zaten birde senin içimdeki gerçeğin bana çok ağır geldi, ya olmalıydı ya atılmalıydı adın... ... sendeki yerimi bilmiyorum merakta etmiyorum fakat senden tüm samimiyetimle tek bir şans istiyorum... neden mi şimdi; çünkü artık sona geldik... Bir yerde kopacak ip, belki de bu gece... susmak için çabalarken kırdım, kızdırdım ve bok ettim güzelliğini ama zaten bir gün bitecekti bu "saçma"lık... ... Çünkü imkansız diye bir şey asla olamaz, aşk, sevgi her ne ise adı öyle lafla hissedilmez; şimdi ***** bu kördüğüm olmuş durum için tüm samimiyetimle senden 1 şans istiyorum,... Bunları da söylediğim için üzülme sakın; sen kötü bir şey yapmıyorsun bende yapmıyorum!! ve her ne olursa olsun çok özleyeceğim sohbetlerini...." 
      aldığım cevap daha da trajikomik bir sondu; "öncelikle bana karşı hissettiklein için benim hakkında düşündüklerin için ve bunları bı kadar güzel bi şekilde dile getirdiğin için teşekkür ederim sana .evet neden senle görüşmüyorum çünkü kalbimde başka biri varken onu düşünürken senle görüsemem anladın mı o kişiye ihanet ediyormuşum gibi geliyor sen saçma bulabilirsin ama ben böyle düşünüyorum .baştan senle konuşmamalıydım bunu neden yaptım bilmiyorum ama pişman değilim asla seni uzaktan da olsa tanıdığım içinuzun süredr kimseyle bu kadar güzel bi şekilde sohbet etmiyorum sen beni hiç kırmadın hiç üzmedin aksine güldrdün düşündürdün öğrettin bazı şeyleri işte ben bunu sevdim :)bırak burdan sohbet edelim büyüsü bozulmasın bu ilişkinin farklı olsun tıpkı bizim gibi.her konuştuğum insan iki konuşmdan sonra buluşmak istiyor ben bunu istemiyorum anladın mı olmuyor ben seni ,seni beni gördüğün gibi görmüyorum.. ....sen de beni anla lütfen bir daha bu konuyu açmayalım yazık oldu aslında ama elden ne gelir ki..."  
       "Çok iyi anlıyorum fakat sen beni anlamıyorsun işte ;benim gönül rahatlığıyla sohbet edebilmem için görmem lazım bu da benim tuhaflığım yani seni görünce sana aşık olacak ya da senle tekrar görüşmek istemeyecek değilim, sadece aradaki belirsizliği kaldırmak için; yani kimse kimseye ihanet etmeyecektir zaten teknik olarak. Işte ikimizde birbirimizi yargılamadan sorgulamadan konuştuğumuz için arada çok iyi bir büyü oldu, sinerji yarattık ve ben görüşünce büyünün bozulacağını değil aksine seviye atlayacağını düşünüyorum; bu seviye ikimizin de istediği şekilde olmayacak; yani ne sen benim sevdiğim ne ben senin dostun olacağım tam ortada böyle orta şekerli seviyeli bir sohbetdaşlık, belki hayatın yükünü paylaştığımız bir durak gibi bir durum olacak, amacım bu.... .... ben sana beni sev ya da bırak ben senden vazgeçeyim demedim, demem çünkü bu işler lafla olmaz.. ......evet belki net bir şekilde bana ağzımın payını verseydin çoktan yok olurdum ama artık çok geç. Konuşmak rahatlatıyor beni de seni de; konuşmamak işi zorlaştıracak. Yani şu güzel kahkaha dolu sohbetleri yüz yüze yapmaktan başka bi amacım yok inan! ... .... tamamen karşılıklı düşüncelerdeyken zıt durumları istiyoruz. Ben görmeden büyünün bozulacağından korkuyorken, sen görürsek bozulacağından korkuyorsun ama senin durumun biraz daha duygusal. Kalbindeki her kimse ona ihanet etmekten korkuyorsun anlıyorum ama dediğim gibi ortada ne bir umut ne bir aşk var....
      " tbi ki de görüşünce ortada aşk olmayacak ama umut olacak anlıyor musun??sen ne kadar da kabullenmesen de... .... sana dedim belki birgün bir yerde karşılaşırsak senle oturur konuşurum ben böyle istiyorum ve o bir gün gelicek diye bekleme biliyorum ama seviyorum böyle oyunları. senle bari farklı olsun bu ilişki bana göre arkadaşlık tabi benim suçum evet tek kelimeyle bitirmeliydim ve şimdi de öyle yapıcam senle konuşmak istemiyorum uzun bir süre sen ,çok sıkıldın biliyorum yoruldun çok ısrarcısın haklısın(bu kelimeyi sevmiyorsun)dediğim gibi beni beklemeye devam etme bir gün buluşuruz diye istemiyorum tamam mı sen büyüyü bozdun...". 

          Etik olarak yaptığım doğru mu ben bilmem ama evrensel ahlak kurallarına göre yaşamadım ki hiç; bu konuşmaları yazdıklarımın da yaşadıklarımından farkı ya da gerçekliği görünsün diye paylaştım ve ayrıca sizlere bir defterin istemesekte nasıl kapatatılabileceğini gösterdim; cevaben tamam dedim ve kendine iyi bak cevabıyla kendimizi bir başka zamana bıraktık, birleşmeyecek kaderleri tamamen ayırdık!
           Buraya kadar okuyanlar kısa hayatımın son döneminin kısa bir özetini okudular, bu satırlardan sonra yazacaklarımsa en taze duygularımın sizlerle ve kelimelerle buluşmasıdır; iki müjdem var! 
           Birincisi, aldığım eleştriler ve yorumlara dayanarak fark ettim ki olduğum gibi biri olarak görünmüyorum yazılarımda ve biraz olsun acı katsayısını azaltarak umut ve güzellikleri arttıracağım yazılarımda ve paylaşımlarımda! Elimden geldiğince sizi düşündürecek imgelerle karşınıza çıkmaya çalışmadan önce biraz dinleneceğim, kendimle kalmam gerek bir kaç büyük karar vermeden önce... şimdi ikinci müjdeme gelmek istiyorum;
           Başlığımızdan da anlaşılacağı üzere en hissettiğim zamanlarda herkesin aradığı aşkı sunabileceğim bir düşten ayrılır ayrılmaz, niyetimi tekrar sandığa kaldıracakken, ilk gördüğüm anda içinde umut ve güzelliği barındıran yeşillikteki gözleriyle beni tam ortadan vuran birinden bir şans, bir kahve molasına sığacak kadar sohbet fırsatına eriştim! işte o an anladım ki bizim mutluluğumuza da bazen Tanrı karar veriyor! Ya da bizim için mutluluğumuzun önündeki bizim göremediğimiz engelleri kaldırıyor.

           devamı için diğer yazıya geçiyorum... ! 



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...