Pages

Ads 468x60px

21 Aralık 2012 Cuma

Ruh Parçaları #33

#33 Tanımadığını Tanıma Merakı
" Belki de bilmemek ve hayal etmek daha iyidir " Eternity and A Day
     Merakım gereği ki bu nasıl bir meraktır bende bilmiyorum ama insanları incelemeyi çok seviyorum; kim kime bakıyor, kim kimle göz göze gelmemek için çabalıyor, kim mimiklerinde hoşlanmanın belirtisini taşıyor, kim neden karanlığa bakıyor, yolda yürürken neden herkes birbirinden kaçarcasına yere bakıyor diye hep merak etmişimdir! O kadar çok insanla göz göze geldim ve o kadar çok gözü beğendim ki şimdiye dek; sanırım bu beni sosyopat bir sapık yapar ya da bu yolda emin adımlarla ilerlememe sebep olmaktadır....
    Güzel olan her şey ilgi çekicidir fakat sapkınların aksine ben "kader çizgilerimizin bir daha asla kesişmeyeciği" gerçeğinin farkında olduğum için, olmayacak düşler kurmak yerine an'a odaklanarak karşımdaki güzelliğin tadını çıkartmayı seviyorum. Küçük bir oyuna dökerek yapılan bu eğlence hazin bir sonla noktalandığında kendi içimden: bir kaderi daha kaybettim işte...
    Yaşam dur durak bilmeyen uzun bir trense eğer, zaman ilerlediğimiz yol ve kaderler bu yolculuğun durağıdır. kültürümüz(!) o kadar gelişmiş ki kesmekten öteye ilerletince işleri ırz düşmanı ilan ediliveriyoruz. Hayır! olması gereken biraz cesaret fakat kendi ayaklarımızın üzerinde ilk adımlarımızı atmaya çalıştığımız ilk andan beri "yapma, etme, cıs, kaka, anlamazsın, yapamazsın, o kız/erkek sana bakmaz... " diye ilerleyen bir korku evriminden çıkan yüreğim ve yüreklerimiz cesaretin nasıl bir duygu olduğundan hep yoksun büyüdü ve büyüyor. Tanımadığımız insanlarla konuşmamamız konusunda kaç kez ikaz edildik kim bilir? Kim bilir bize  dondurma ısmarlamak isteyen zararsız bir amcadan kaçtık bu yüzden? ki bu yüzdendir bırakın tanımadığımız birine apartman komşumuza dahi bir merhaba  çok görmemiz. kendi kendine gülene deli derler bizim topraklarımızda ya  hepsine inat herkese gülümsemek istiyorum!!!
   Bu düşüncelerin içerisinde yaşarken, hak vermediğim de olmuyor geçmişimize çünkü bazen sen ne kadar medeni olursan ol, karşındakinin medeniyet anlayışı kadar ilerleyebiliyorsun tarihte! Bir erkek olarakn , kızlarla aramdaki ilişkilerimden örnekler vererek ilerleyeceğim "tanımadıklarımı, tanıma merakı"nda. 
   Ailemden ben  hep küçüklerime sevgi, büyüklerime saygı öğrendim; sabah okula gitme telaşı içerisinde kullandığımız araçlarda memuru, öğretmeni, öğrencisi, genci, yaşlısı zamana karşı yaşıyoruz ve  bazen bir yaşlıya yer vermeyi kendime borç biliyorum ve sesimi kullanmaktan çekinmiyorum - burada kendimi övmüyorum- ve yaptığım hareketi gururlu bir rica ederim le süslediğimde bazı zihinlerde kızlara artistlik için yaptı fikir gürültüsünü duyduğumda gülüp geçiyorum... çünkü benim ruhum küçük hesapların ruhu değil. Karşıma oturan, yanıma oturan kim diye mutlaka incelerim, güzel ya da çirkin fark etmez gözlerimi uzak tutarım çünkü insanlarımızın içi kötü,  beğenilmek herkesin hoşuna gitse de bunu dışarı yansıtmak ayıp. Bu yüzden ne kadar güzel olursa olsun cesareti olmayan kimseye koz vermek istemiyorum, çünkü akıllarındaki imajım önemli, hiç hatıralarında kalmasam bile... O yüzden baktığım kişi bana enerji vermeli ve bir gün "selam" verme cesaretini gösterdiğimde buna değmeli!
     Bir kere gördüğüm ve ufak bir etkileşim  olsa bile bende  yer etmiş bir yüzü  unutmam çok zor oluyor... samimiyetim ve cana yakınlığım insanlarla iletişimi çok kolaylaştırdığı için hayatım boyunca kaç yüzle karşılaştım hatırlamıyorum fakat beni etkileyen insanlar aklımda bir odaya gidiyorlar ve bir gün tüm bu koleksiyonumun karışımı bir eşim olacak ; şimdilik o koleksiyondan teker teker seçerek tamamlamaya çalışıyorum... Hiç tanımadığım birinden etkilenmişsem bu boş bir etkileşim değildir, gelecek adına umut vaad eden, herkesin mumla aradığı huzuru, aşkı ve mutluluğun işaretidir bu!!! Bir gün bir çılgınlık yapıp hiç tanımadığım biriyle konuştum... Normal şartlar altında; hayatımdaki büyük bir boşluğu dolduracak biriyle prensip olarak tanışmadan asla böyle bir hamle yapmam fakat önceki tecrübelerim (19 yıllık)den çıkardığım dersler neticesinde şöyle tezat bir durumda var hayatım da ve hayatımızda; sevgili dediğimiz herkes en yakınımızdaki, en çok tanıdığımızı düşündüğümüz ve ruh eşim diye sarıldığımız insanlardı ve eminim çok büyük bir yüzdemiz şuan o muhteşem insanlarla düşman bile değil!!! işte bu ahval ve şeriat içinde hayatımda en fazla üç kez görüp ilk görüşte etki ye olan inancıma hakim bir kızı kriz anlarımdan birinde ekledim. Prensiplerim ve duygum arasındaki savaşın verdiği heyecanı ancak şöyle anlatabilirim; ilk öpüşme!
     hiç bir tecrübe beni bu kadar büyütemezdi; hiç bir sevişme beni bu kadar terletemezdi! İçimde adı konmuş duygular yok sadece heyecan peşinde atladım karanlığa; eğer O cevap vermeseydi bu cesaret boğazımda düğümlenecek, iki gece kendimle kavga edecek üçüncü geceyi bir şiirle kapattıktan sonra bir sonraki kadere doğru yol alacaktım... Alamadım. Molayı uzattıkça uzattım çünkü o aralar en büyük keyfim sohbetiydi. Egolarımı, gururumu, imajımı, burjuvazi fikirlerimi ve farklı olma düşüncelerimi konuşmalardan önce üzerimden çıkartıyordum; çırılıçıplak hisler ve erkekliğimden başka hiç bir aidiyetle var olmuyordum... saçmaladıkça ardımda bırakıyordum esaretimi ve kabuk değiştiriyordu ruhum özgürlüğün içinde! Adsız hissiyatların arasında güzel bir kokuya koşar gibi koşuyordum, mutluydum, eğleniyordum ve karşı taraf içinde aynı hislerin geçerli olduğu bir ülke düşlüyordum! korkmuyordum "ergen kız sohbetlerinde" konu olmaktan; hayatımda ilk kez bir sonraki hamleyi düşünmeden oturmuştum yaşamla aramdaki satranç oyununa.
     soğuk kente tekrar döndüğümde üzerimde kalın bir mantık karşıladı beni, hayatımda hiç çıkmaz bir karanlıkta yol almamış, bilinmezliğe adım atmamış ben, tanımadığım biriyle aramdaki bu tuhaf ilişkiyi hangi duvara çarpana kadar, ne kadar sürdürecektim? Uyuyor ve çok güzel bir düş görüyorken aniden uyanıp hiç bir şey görmemiş gibi devam mı edecektim gerçeğe; yoksa gerçeğin ta kendisi miydi bu tarifsiz his. Mantığın komutayı ele geçirdiği saatlerde bir kez de olsa görme maddesi koyulmak isteniyordu geleceğime, heyecanın iktidarda olduğu anlarda ise ayıp cümleler geçiyordu aklımdan özetlemek istersem : bu kez bırak nereye akarsa aksın bu işin sonu... Böyle bir dalgalanmanın arasında iyi kötü geçiyordu günler!!!
     Hiç bir erkeğin niyeti tanımadığı biriyle "arkadaş" olmak değildir uzun vadede, bunu açıkca söyleyebilecek delilikteydi Kan'ım. özenle çizdiğim zeka patikalarındaki tuzaklarımdan hep kaçıyor, kurduğum cümlelerdeki özneleri hiç üstüne almadan terk ediyordu olay yerini; tüm kadınların ortak özelliği aslında bu; hayal kurarlar, hayallerinde bir prens yatar fakat o kadar imkansız bir hayaldir ki gerçekleşmesine ramak kaldığında ellerini uzatacak cesaretleri olmadığı için acaba gerçek mi diye "naz" yaparlar!... Durum aynıydı fakat benim prensliğimin de bir sabrı vardı elbet; o kadar kişiliğimi soyunmama rağmen hala bir onurum asılıydı göğsümde; bu topraklarda hep dedikleri gibi " fazla naz aşık usandırır.".. Sinire yenilen heyecanla çekip gittiğim bir akşam dahi pişman olmadım, üzüldüm bir kaderi daha kaçırdığım için, sinirlendim bir kadını daha büyüttüğüm için o kadar... ve ruhunda bıraktığım tatla yüreğinde gömülü tohumlar yeşerdiğinde kendi buldu bahaneyi ve sönen heyecanı körükledi farkında mıdır bilmem ama yangınıma körükle gelen, bu bela yı kendi edinen ikinci raund da kendiydi...  ilşkimizin bir geleceği yok fakat bu saçma durum benim hayatımın ileri dönemlerinde kendime "ders" olarak okutacağım bir durum olduğundan artık hislerimi dağlayıp kırk yıllık bir dostluk, sevgililik havasında ilerlemeye başladığımda bu kez çok daha rahattım, yani bir kazananın olmayacağı bu oyunda ben kendi kurallarıma göre ilerliyordum... 
   Artık umursamaz bir halde kendi içimde ilerliyordum ve onu da sürüklüyordum kendimle yaptığım sohbetlere, gülüyordum belki gülüyordu ama utanmıyordum, nasıl utanmaz bir adam oldum anlatamam! :)
  ama benim en kötü huyumu anlatmayı unuttum size; şimdi küçük bir çocuk düşünün ve bir oyuncakçıdan size zorla bir oyuncağı aldırdı, gönlü kalmasın diye aldığınız bu oyuncakla maksimum üç gün oynar, sonra sıkılır! Benim içimdeki çocuk hiç ölmedi, bir arkadaşım "sen çocuğundan sıkılırsın bırakırsın be" der hatta; fakat benim sıkılışım biraz da karanlıkta yol almayı sevmeyişim yüzünden, bir kaderle sevişirken  aradığım kaderi kaçırma telaşından... Belki de gerçeklik o, bilemiyorsun ama hiç bir gerçek bu kadar uzatmaz arayı...
    şimdi görmediğim bir duadan hissettiğim hala tarifsiz bir heyecanla konuşuyorum bir umudu kırık bir kuş gibi, bir yanım yürü git işine kimse kimsenin vaktini çalmasın daha fazla sitemiyle çekerken eteklerimden bir yanım bir kez görüşmeden bilemezsin diyor. görmeden hiç yalan söylemeyen bir gözü kapıyı kapatmak istemiyorum ama gördükten sonra yapmam gereken tek şeyi yapmaya cesaretim yok çünkü kadın beni özgür kılan tek şey şimdilerde....

bir başkasını tanıma merakım ördü bu kördüğümü başıma, pişman mıyım yine değilim... Yukarıda alıntı yaptığım söz gibiyim aslında şimdi onu tanımamak daha iyi belki hayallerimi iyileştirme fırsatı verdiği için, tanısam belki acıyacak ruhum eskisi gibi....

ayıp sözler söyleyen ruhum gibi " siktir et abi, bırak arayan zaten bulur seni".... 
"Ş"aban "S"arı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...