Pages

Ads 468x60px

8 Aralık 2012 Cumartesi

Bir Oyun Bir Düşünce -Ben Ödüyorum-

         Sinemayı ve edebiyatı çok severim, onlar olmadan yaşam biraz daha sıkıcı olurdu, bu aralar yeni bir zevkim var: tiyatro. Bu sanat bana daha çok tat verir oldu çünkü canlı, kanlı ve uzansak dokunacakmışız kadar yakın... Acemi bir tiyatro izleyicisi olarak eleştiri yapmak ne haddime o yüzden "spoiler" lık yapmadan bir oyun hakkında bilgi vermek ve oyunun benim ruhumdaki etkilerini paylaşacağım...
         "Ben Ödüyorum" : oyunun adı. "boynuzlanmış" yalnız bir adamın aşkı, saygıyı ve dostluğu parayla satın alıp, kendi oyununda kendi kurallarına göre oynamak istemesiyle başlayan macera. İşsiz ve tanınmamış bir ressam daima ihtiyaç duyduğumuz dostu; başarılı bir aktris ise eşine bağlı bir kadını; bir sokak fahişesi adamın ihtiyaç duyduğu saygı duyan kızı canlandırırken ve bunlar hep "satın alınan" duygularken oyunda gerçek bir sevgili ve bir anne de var... oyundaki tek kural kimse "mesai saatleri" içerisinde gerçek duygularını yansıtmayacak, alexander (Olcay Kavuzlu) ne isterse o ruh ve duygu verilecek... Oyunun gelişiminde duruma adapte olamayan eş, kız ve dostun bocalamaları, istediğini satın alabileceğini düşünen alexander'ın ruhundaki derin acıları  görürken, oyun bir müzikale dönüyor ve kahramanlar çok başarılı dekor-ışık-müzik üçgeni içerisinde başarılı sesleriyle şarkılarla durumu daha da içinden çıkılmaz bir düşünce yorgunluğuna sürüklerken; günümüz kronik yalnızlıklarından muzdarip tüm herkes- ben gibi- kendi içinde de bir yolculuğa çıkıyor... ve oyun tamda beklenildiği üzere şu mesajla bitiyor : paranın gücünün yetmeyeceği duygular vardır ve sahte bir yaşam belki de hepimizin arzusu olan gerçek bir düşe dönebilir.
   
        gelelim oyunun benim içimdeki ettiği yere; 
        paranın her şeyin yerini aldığı şu zamanlarda, herkesin aşık fakat yalnız olduğu şu vakitlerde, gerçek bir dosta eşe ve çocuğa hasret harcanan şu yıllarda bu oyun beni şöyle  bir düşündürdü: acaba bizim yaşamlarımızdaki herkes gerçek mi yoksa amatör olmalarına rağmen çok iyi oyuncular mı? belki de hepimizin yüzündeki o maskeler ruhumuza kadar o kadar iyi işlemiş ki bu sahtelik havuzunda kimse dikkat çekmeden ölebiliyor, sevebiliyor... Dostluk mesela, herkes iyi zamanımızda yanımızda olur, peki gerçekten zor zamanlarda sırtımızda bir el var mı? güvenipte sığınabileceğimiz bir liman olarak kimi görüyoruz yaşamımızda? . Aşk örneğin, satın alınabilir bir duygu belki bugünlerde; zengin adam fakir fakat güzel kız tarzı bir yeşilçam filmi değil artık yaşam; sahte duygularla düşülen bir para diyarı bu çarpık aşklar. Nerde bir çift görsek inanmıyoruz aşk'a çünkü kimse o kadar cesur değil... ve Saygı... buralarda hiç yaşamamış sanki... İşte böyle bir durumda insan isyan ediyor Tanrı'ya ve kendi yaşamında tanrı olmak için parayı elçi olarak seçiyor ve kaybeden aslında yine kahramanın ta kendisi oluyor...
     bu sahte oyun bu kurmaca aile'de yolunda giden işler de oluyor; yalnızlığın dibinde, alexander'ın çaresizliğinde yaşamın amacını buluyor ressam ve alexandır'a gerçekliği gösteriyor. "Sahte eşin" aslında sahnedeki aşk ilahı aktristin kuliste asılı duran gerçek yaşamında ne kadar da aşka susamış ve hiç beklemediği zamanda bir hayalet gibi karşısına çıkan bu fırsatı hiç ihtiyacı olmadığı halde bu "eş rolünü" nasıl kaptığını ve - her gün maskeleri yeniden takmak yerine, onları hep giymeyi isterim- repliğiyle bu yeni kaderinde kendine gerçek aşkı nasıl bulduğunu ve bu karanlıkta insanlara tüm güvenini kaybetmiş alexander'ın talihsiz körlüğünü görüyoruz. Hiç ailesi olmamış bir kızın, -halk dalgası- aşkıyla nasıl mutlu olabileceğini  yani gerçekten sahte bir yaşama rağmen hala gerçek bir duygunun da var olduğunu ispatlamak istercesine yansıtılan bu kız tek bir şeye aç, "anne ve baba" diyebileceği insanlara. Ressam ise tüm bu ortamda gözlemciydi ve olayı çizimleriyle yansıtarak gerçeği tüm seyirciye gösterdi : " duygular satın alınamaz, sadece önüne perde çekilir fakat sonra gerçek ortaya çıkar" bu oyundaki tüm karakterlerin bahtsızlığına rağmen- şans denen sürtük yüzlerine güldü ve onunla çıkıyorlar. repliğiyle Tanrı'nın onlardan yana olduğunu yansıttılar benim aynama...
     oyunun o kah hüzünlendiren kah neşelendiren deyim yerindeyse cuk oturan dekorunu öyle güzel kullandılar ki; tam gerçekten kopup "ah" çekerek düşe kayacağımız vakitlerde sesleriyle öyle yumuşattılar ki yüreğimizin nasırlarını; Fransızca aşk şarkılarıyla aşka aşık yüreklerimizi canlandıran anları, ateşi sönükte olsa uyumlu bir tangoyla süsleyerek ayakta alkışlattılar bu performanslarını... 
     
Not: Düşüncelerimde sürç-i lisan ettiysem affola; eksik kaldıysam bir yerlerde hoşgörüle: gidiniz ve görünüz.  

Ve aslında yaşamda küçük bir tiyatrodur, ne kadar gerçek ya da ne kadar sahte oynarsak oynayalım rol bitince ölüm gelir....


 "Ş"aban "S"arı


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...