GÖZ AÇIP KAPAYINCAYA
KADAR
Zaman gözyaşlarımda yüzüyor, düş
kırıklıklarımın üzerinde yüzükoyun bir yalnızlık akıntıya kapılmış ve okyanusa
kavuşma hayalindeki damlalarım dolduruyor bıraktığın derin boşluğu… Tam da seni
zamana şikâyet edecekken, aklıma geliyorum. Acaba hangi yağmurdan düştüm ben bu
karanlığa? Hangi büyük günahın bedeliyim de insanlığımın susuz hüzünlerine
karıştığımda beyaz bir suç işleniyor şarkıların gölgesinde? En demli vakitlerin
araladığı yüreğimde çakır keyif bir kadın dağıtıyor toplamak için çok
uğraştığım hayallerimi… Hiç hesap etmedim düş’ün sonunda sızıp kalacağını
uzaklarımda. Birine bakıp çıkma bahanesiyle darmadağın ettin masamdaki güzel
mezeleri; en demli vakitlerin araladığı yüreğimde birikiyor şimdi tüm nefret
duaları… Alkolik bir dilin söylemekte zorlandığı en uzun cümledir “seviyorum”
şimdi. Zilzurna sarhoş şiirlerle kentimin en karanlık caddelerinde kıyamet
kopartacak kadar Tanrı’yım, bu kafayla dayandığım hayalinin kapısında ne var ne
yoksa zihnimin bulanık geleceğinde döküyorum kapına; etmeyi unuttuğum
küfürlerle karışıyor içimdeki sevgi, acı birikiyor kapının eşiğinde sanki az
sonra aklımdan çıkıp karşımda duracakmışsın gibi… Kapın duvar, ellerin yok;
anlaşılan yine yoksun bende; en sevdiğim her sen gibi bu gece de sen’siz… Bu
kuru gürültüye pabuç bırakmayan herkes karşımda, delikanlı bir veda bile
dikilmiş, kopardığım kıyameti sorguluyor ve sen hala kapalı kapılar ardında
için için ölüyorsun… Gecenin damsız girilen bu vaktinde, duygularıma verdiğim
rahatsızlıktan, şikâyet cümleleri yağıyor kâğıdıma: istifaya çağırılıyorum
kendi ruhum tarafından. Sensiz kalmış bir bedende daha ne kadar kalabilirdim
zaten?
Aklıma gelmişken; Benim gözlerim
aydınlatıyor senin güzelliğini ve ancak benim yaşlarım yıkar senin
yokluğunu. Hazır aklımdayken, bir mektup
yazmalıyım uzaklarda, hiç bilmediğim yüreklerdeki kendime*; senin daha
tanıyamadığın varlığıma armağan etmeliyim belki de senin bu değerli yokluğunu.
Kâğıtlara saklamakla iyi mi ettim aşkı bilmiyorum fakat eminim onu akan zamana
emanet edebilirim. Sert geçiyorsa da güvendiğim dağlarda bu kış, hala yüreğimde
kardelenlerin nesli devam etmekte “umut” adıyla. Bana ihanet etmeden,
sorgulamadan beni seven yegâne kavramdan daha güvenilir ne var ki zaten? En
değerli parçamı kaybetsem (keşke) zamanın içinde saklı duran tenine! Hala aklımdayken
bazı çığlıkların izleri, ıslak bir nehre emanet yüzünde yankı bulmuş tüm
haykırışlarım. Suya yazıyorum içimden geçirdiğin tüm güzelliğinin tarife sığmaz
kelimelerini. Suya yazana dokunmaz koynumda beslediğim ihanetler…
Beni yolumdan çıkartan
fırtınalardan sonra, yıkık dökük bir bedeni toplama telaşındayım. Kendimdeki
hiçbir sen’i düşünecek durumda değilim, kafamda uçuşan özlemlerini bile
kovalayacak vaktim yok inan… Sana ayıracak havam yok kopardığın kıyametten arta
kalan inançlarımı ruhuma yamamaya uğraşırken. Raydan çıkmış bir treni tekrar
yolculuğuna devam ettirmeden önce, vagonların altında kalan hayallerin hasar
tespit çalışmalarına katılmak üzere ayrılıyorum senden; hep sen beni terk
edecek değilsin ya benden, bazen bende senden (kısa süreliğine) gidiyorum. Eğer
şimdi bir şeyleri itiraf etmenin vakti geldiyse, sana özel bir itiraf
ısmarlıyorum kelimelerime “ Ne zamanı, ne kendimi ne de yüzündeki
şiirlerimi özledim terk edildiğimden beri; ne yaşamı ne ölümü düşündüm
araf’taki şu günlerimde. Tek bir kelimeye sığdırmam istenirse tüm kâinatı;
cevabım olur SEN. “ . Hayır, bu bir itiraf olamaz! Kendime dahi söylemeye
korktuğum büyülü sözleri, en büyük pişmanlığım gibi nasıl ifade edeyim arsız
dudaklarımda! Eğer seninle başlarsam dökmeye dudaklarımda saklı geçmişimi, inan
hiçbir rüzgâr savurmaz günahkar küllerimi. En iyisi bu büyüyü bozmadan,
lanet(li) bir yalnızlığa sığınmak; SEN’ siz kalsa bile cevaplarım…
Temiz bir sayfadan kendime başlamak;
çiçeği solmuş bir pencereden renksiz bir gökyüzüne inanmak; tüm hazırlıkları
tam bir festivalin teknik bir yalnızlıktan iptali; kimsesiz bir ruhun kendine
sıcak bir ten arayışı; … Her tamlamanın içinden seni çıkartıyorum, ince bir kan
sızıyor dudaklarımdan… Yüreğimin dağınıklığının kusuruna bakmaya girdiğimde
içime, aldığım her nefeste hala buram buram bir sen kokusu, dokunmaya
kıyamadığım tüm hislerde hala parmak izlerin; uğurunu yitirmiş kırık bir ayna
gibi tuz buz dağıldım içimde… Sil baştan başlamak gerekirse yazdığım yaşama
duvarımda asılı duran guguklu saati kaldırmam gerek ilk önce! Her saat başı en
sevdiğin şarkının melodisini fısıldayan bir kuş’la ne kadar unutabilirim ki
seni . Sense muhtemelen tam da şu an, beni köstekli bir saatin zincirinde zamana karşı idam
ediyorsun… Bir kum tanesi kadar değerin kalmadı işte içimde, eskimiş bir
albümden daha fazlası olamaz güzelliğin artık yeniden düzenlenmiş bir yürekte… sen’den
çıkartılmış her tamlama eksik de kalsa bana ait bir iz taşıyorlar ve ben bir
daha anmam adını ismimin yakınındayken, sen
sana en çok yakışan yalana git; söz bir daha yazmam ismini de kelimelerimle
yeter ki sen, seni en çok seven gerçekte bit!
Ah aklıma gelmişken son kez… göz
açıp kapayıncaya kadar öp vedalarımı…
Göz açıp kapayıncaya kadar
unuttuğum eski bir düş, tamlananı eksik bir ben, kelimelerime ağır gelen sesini
taşımaya çalışan bir yürek, sığ bir okyanusta ölüm- kalım mücadelesi veren
küçücük bir damla; daha nasıl anlatayım içimdeki sağanak hüzünleri,
bilmiyorum!...
Zaman gözyaşlarımdan akmaya devam
ederken, Bir an(ı)da anlattım rüyalarımda unuttuğum olup-bitmiş bir aşkı…
Akıntıya kapıldığını unutan bir hiç’in intihar mektubu biraz da bu… Sesini
duyuyorum şelalenin, çok uzak olamaz umutların tükendiği uçurum. Sonuna geldik,
cümlelerin son kez ağızdan döküldüğü nehrin; Tanrı yardım etmek istercesine bu
intiharıma gerçek yağmurları göndermiş, gizlemek istercesine gözlerimi bana
sisli bir dua göndermiş… Göz açıp kapayıncaya kadar geçecek şimdi her sevişme
ve boşlukta akacak artık zaman…
Aklıma
gelmişken
SON
Bir
cümle:
“zamana
emanet bir yürekte yaşıyorum ben hala…”
"Ş"aban "S"arı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder