Pages

Ads 468x60px

10 Şubat 2014 Pazartesi

Düzenbazların Düzensizliği

Düzenbazların Düzensizliği

         "Kendini ne kadar çabuk kabullenirsen o kadar kolay yokluğuna alışır, gerçekle yüzleşirsin." Suratında dünden kalma paslı sırıtışla bunu dedi. Bense o esnada yapacak bir şey olmadığına kendilerini inandırmış, uyandırılmaya kıyılmayacak insan sıkılganlığından bir parça bayat hayatla tadıyordum. Öyle sıkılmıştım ki, karşımdaki bu bozulmaya yüz tutmuş ağızdan çıkan kelimeleri anlamlı bulmuş ve cevap vermiştim.
         - Yani gerçek olmanın kuralı yok olmaktır?
         Aklından bir kaç küfür geçti dudaklarına doğru ama durdurdu. Zamana yol verdi, öncelik daima onundu. Düşünmeye ihtiyacı yoktu sadece beni zehirlemeden uyutmaya ve biraz unutmaya yetecek kelimeleri arıyor gibiydi. Cevapları hep hazırdı onun. Sadece doğru soruların en yanlış zamanda sorulmasını beklerdi o kadar. Evet. En samimi cevaplar en yanlış zamanlarda verilir çünkü insan ancak gerçeği ya çok acıdığında ya da çok öfkelendiğinde yani olmaması gereken, susulması gereken zamanda söyler. Oda öyle yapmaya hazırdı. Canı acımazdı, canımı acıtmak için gerçeği tükürecekti o kadar. " Kendini bilmektir."
         Sadece bizim değil, İsa'nın da yaşının yetmediği zamanlarda masmavi denize ve masmavi göğe bakarak bulutların kulaktan kulağa fısıldadığı o cümle Sokrates'ten sonra bu kanlı coğrafyanın sarhoş bir ağzında yaşam bulmuştu; Nosce te ipsum!. Ne kadar zaman geçerse geçsin, hangi peygamberler kendilerine ait Tanrılarla ölürse ölsün, kim kalkıp bir kütüphanenin canına kast ederse etsin ölmeyen ve unutulmayan sözler kol geziyor insanlığın bugününde, inatla. Bu lafı onun ağzına yakıştıramayanlar olacaktır. Neticede kim bir sarhoştan bilgece bir laf beklerdi ki! Ama o geceleri insanların eşit olduğuna inanıyordu. Ve kendinde istediği lafı etme hakkını, kendi içinde yaptığı kelime seçiminde - düşünce suçu sayılamaz- oy çokluğuyla elde etmişti. Kendini bildiği için olsa gerek bu seçimi çok kolay kazanmıştı. Demek ki kendini bildiğinde bir bilge ya da berduş farketmeden insan kendi seçimlerinde muhakkak kazanan oluyor...
        O bunları söylerken bense, karşımdaki yanakları dedesi yaşındaki adamla aynı odaya bırakılan masum çocuğun utanç kırmızısı olan adamın bu lafını insanlık için kısa, benim için uzun zaman diliminde, o çocuğun daha çiçek açmamış teninde intihar ederken mektubumun son cümlesi olarak kullanmayı kafama koydum ve anasının ak sütü  gibi helal olan bu rakıyı gırtlağımda damıttım. Canımı yaktı rakı, çocuğun canı yandı diye yandım. Sarhoş da dikti kafasına rakıyı " amına korum böyle düzenin" dedi tüm hiyerarşinin kulaklarını çınlatarak. Kilisenin çanları susmadan, Caminin ezanı dinmeden daha bizim rakımız bitti. Hem de daha konuşacaklarımız bitmeden. Şimdi kelimeler ne kadar sövse azdır saate. Nesi vardı saatin? Bir saniye akmayı bırakmış ve hepimiz bir anlığına kendimizden başka herkesi unutmuş, mutlu mu olmuştuk? Ama o -sarhoş- hiç mutlu değildi. Kıza sokulan o pislik gibi ağzı küfür kokuyordu. Saate bir şey olmuştu. Saat gecenin 10'unda saate bir şey oldu. Gözlerimle, rakının tadından mı yoksa aklımdaki bu saçma sapan düşüncelerden mi ağzımı yamultarak " Hayırdır " işareti çektim karşı hatta. Hat düşmek üzereyken yakaladı ve " Şimdi rakı satmaz bize büfeci Kamil. "Yok yasak" der. Bende geri gelir söverim. "Bre pezevenk, küçücük çocukların etine göz koyanlara, dilsiz hayvana işkence edenlere, benim malımı benden çalanlara, adaletini siktiğiminin adaletine yasak değil. Biz iki acemi faylasof içmek isteyince suç ha" diyeceğim kavga çıkacak. Gerek yok. Neden? Çünkü ben kendimi de biliyorum bu düzeni de. Ne yaparsam yapayım çoğunluk sessiz ve kendinden habersiz, acılar içerisinde boktan aşk  acıları çekip, karşısına geçip "seviyorum Nalan" diyemedikçe benim gibi üş beş delinin lafıyla düzelmez bu çarkına tükürdüğümünün düzensizliği. En iyisi siktir et, fikrimiz aydınlanana kadar, karanlık cümleler kuralım. Devam et...
          "Devam etmek için başlamaya değil, yarım bırakmaya ihtiyacımız olur" dedim. Ne dediğimi önce beynim, sonra dudaklarım en son karşımdaki anlamadı... Yüzüme daha önce aşina olduğum o tarifsiz aptal bakışla bakıyordu... Sonra aklına vahiy inmiş gibi gözleri parladı, yüzü aydınlandı. Bir an için peygamberliğini ilan edip " Nerde kalmıştık" diyecek sandım. Sandığımın aksine yüzüne bir hüzün çöktü. Gece gündüzün üzerine nasıl çökerse, o adam küçücük kızın bedenine nasıl çökerse öyle bir hüzündü... Hüznü uzadı... Saatin kadranına takıldı ve yüzündeki hüzün söküldükçe söküldü... Örülmekten vazgeçilmiş bir patik gibi sökülüyordu hüznü. Baştan ayağa söküldüğünde karşımda koskocaman bir kafes duruyordu... Hüzünle kaplı devasa bir kafes... Sarhoş olmadığıma yemin edebilirim ama bir sarhoşun ne yemini ne duası kabul olmaz...
          Eğilip kafesin içine baktım. Sarhoş içeride kukumav kuşu gibi tünediği kafesin parmaklıklarından aynı tarifsiz aptal bakışla bakıyordu. Fakat bu kez dediğimi anlamak değil bir şey anlatmak ister gibi bakıyordu. Karşıdan atılan kurşundan kelimeler anlaşılmadığında ya da anlaşılmayı beklenen kelimelerle vurulmadığında insandaki o bakışlar, çaresizlik içerisinde, susmanın en zor olduğu "lütfen beni anla" bakışının aynı olması... İronik bir durumun ortasında gayet traji komik bir tespit yaptım galiba. Döneceğim konu bir kafesin içerisindeki, bir kaç yudum önce sohbet ettiğim kişinin şimdi aptal bir kuş olup bana bakıyor olması. Emin değilim. Kafesin mi yoksa tespitin mi konumuz olduğundan... Bu aptal iç konuşmamı kuşun - belki de sarhoşun- sesi bozdu ama kuşça bilmiyordum. Hemen telefona sarılıp yeryüzünde artık konuşulmayan dillere meraklı arkadaşım Erkun'u aradım.
           -Alo Abi Naber ya?
           Anlamadığım bir dilde konuştu Erkun. Bir gecede bu kadar lisan ve insan yeter!
          - Abi ben seni anlamıyorum ama yardımın lazım. Sen kuşça biliyor musun?
          Sorum ilgisini çekmiş olacak ki dil ayarlarını bana ayarladı.
          -Evet bilirim. Hayırdır.  dedi
          - İnanmıcaksın, belki bu bir rüyadır ya da ben zilzurna kafayı kaçırmışım ama şuan insandan kukumav kuşuna dönmüş biriyle çok ciddi bir sohbet içerisindeyim ve  sarhoş yani kuş, kuşça konuşuyor. Bana çok ciddi bir şey söyledi ama anlamadım
          -Ne dediğin konusunda hiç bir fikrim yok. Gene o kadını düşünürken kafayı yedin di mi?
          -Hangi kadını?
          -Neyse. Ver bakayım şu şarhoşu ya da her ne sikimse telefona.
          Ahizeyi kuşa uzattım o da gagasını uzattı. Kuşça bir kaç cümle söyler söylemez ahizenin içinden Erkun'un ruhu çıktı.... Hayalettiğimiz gibi bembeyazdı Erkun. Kanı çekilmişti.
          -Abi noldu? Ne dedi. dedim. Olayın saçmalığını düşünmeden.
          Baktım Erkun Mevlevi dervişleri gibi dönmeye başladı. Döndükçe sırtında kanatları çıkmaya başladı. Kafese doğru yürüdü. Uçtu demek daha doğru olur belkide.... Kafesin önünde sırtında kanatlarla duruyor, sarhoşla konuşuyordu. Konuştukça oda bir kafesin içindeki kukumav kuşuna dönüştü...
           Etrafıma baktım. Şehir normaldi. Gökyüzüne kafamı kaldırdığımda kendimi kocaman bir kafesin içinde buldum. Neler olduğunu anlamaya çalışırken etrafıma koşturdum durdum. Ne devam edecek bir konu ne de bir hayatım kalmıştı. Çaresiz bir şekilde buraya hapsolmuştum ve deliriyordum.... Ağlamaya başladım. Canı acıyınca ya da öfkelendiğinde insan bir de ağlardı. Hem canım yanıyor hem öfkeliydim....
           Bir süre sonra kafamı kaldırdığımda o küçük kız, küçücük gelinliğiyle karşımdaydı. Önünde utanç kırmızısı kan, boynunda ölümün ip izleri.
           - Noldu! diye haykırdım.
           Avucundaki kağıt parçasını uzatttı... Kağıdı açtım. Kuşçaydı. Avucumda ters çevirdi kağıdı o minicik mosmor elleriyle. Yazı şimdi okunabiliyordu.
           " Seni engelleyen de yalnızca sensin!"
           -Ne bu? diye sormak için kafamı kaldırdığımda ne kız ne kafesler ne de Erkun yoktu ortalıkta. Sarhoş ise tam karşımda bana bakıyordu... Ağzındaki sıcaklıktan az önce bir cümle kurduğunu, kelimelerin çok uzağa gitmiş olamayacağını düşünerek "Hıh? Ne dedin abi, dalmışım kusura bakma" dedim.
           - Başlayan da devam ettiren de sensin. Dedi. Unutma ki seni engelleyen de yalnızca sensin!
           Öfkeden ve hayattan sararan dişleriyle her şeye rağmen gülüyordu sarhoş...



        Şaban Sarı
   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...