Pages

Ads 468x60px

29 Ocak 2013 Salı

UYKUSUZ HER GECE

UYKUSUZ HER GECE
      Dakikaların vardiyayı karanlığa bıraktığı saatlere sürüklenmenin tadını hiç tatmamış kadın, benim söylediklerim kadar yazdıklarım da kulaklarını es geçecektir, eminim. Üç maymunu oynadıkça soğutuyorsun aramızdaki mesafeleri; belki de aramızdaki mesafelerin kalabalığından duymuyorsun çığlıkları. Hiç Sindirella'nın on iki den sonraki yaşamını merak ettiğin oldu mu? Bilirsin, bir sihirli değnekle prenses olan kahraman, gece 12yi gösterdiğinde karanlıkta kayboluyor; buradan şu dersi çıkartabiliriz, herkes bir vakte kadar kahramandır ama 12'den sonra herkes yalnızdır. Tadı damağında kalan vakitlerden bir şey kalmaz sonra elinde. Sen  henüz yalnızlığın adını koyamayabilirsin fakat ben kolumdaki saatte gizli resmine öyle sesleniyorum boş vakitlerimde ve emin olabilirsin kadın, vardiyayı takvimlerden almış biri olarak adınla konuştuğum çok boşluğum var, görmek istemediğin yerlerimde gizli yaraların izi hep bunlar. Senin elbette bir suçun yok, kim eğlenmek isteyen bir magandayı suçlayabilmiş ki  ben aşktan kaçak yaşayan tenine hüküm biçeyim. Benim adaletim beni keser, gerisi hep af'a girer.
      Yanlış bir durakta amaçsızca beklediğin bir geleceğin oldu mu hiç? Bekledim. Üstelik yağmur yağıyordu ve gariptir ki herkes bir yerlere kaçıyorken ben hala yanlış durakta doğruyu arıyordum. Öldüğümde, yani kırıldığında hayallerim, anladım ki ne kadar çok yanlışı biriktirirsen biriktir tek bir doğru etmiyor ve nerede durduğunun bir önemi yok aslında sen gerçeği görmedikten sonra. O yüzden gece ya da gündüz fark etmiyor, vakit hep senden söz ediyor, her baktığımda koluma sana varma telaşındaki yelkovanı yakalıyorum ve akrep can havliyle onu korumaya çalışıyor; sanırım sevgi böyle bir içgüdü. Mevsimlerden konuşacak olursak, haberini bana yaşlı bir çınar getiriyor. Sen gelmediğinde yani bu ruhta daha fazla kalamayacağını cümle aleme ilan ettiğinde turuncu bir gözyaşı dökülüyordu dallarından, gökte alabildiğine aydınlıktı ama üşümüştüm; o günden sonra gözlerimin kenarından bir yere ayrılmadım. Dedikodulara aldırmadan, delirdiğim haberlerini duymadan bekledim. Hep bu dakikalarda uyanıktım çünkü senin en sevdiğin saatlerdi bu zamanlar. Maskelerimizin odanın her köşesine dağılmış görüntüsünü meleklere gösterirken Tanrı, biz anadandoğma çıplak ve masum sevişirdik. Hatırlarsan. Bir köşede kördüğüm olmuş kader asılı dururdu bir darağacı gibi , bir başka köşede ise bedenlerimizin günahları sallanırdı, fırtınanın yaklaştığını uçuşan zevkin şiddetinden, gözlerini kapatmamış bir meleğin kırmızı gülüşünden ve en son bizden uzaklaşan kameranın O'na sözü bıraktığı anda anlayabilirdik. İşte en sevdiğim film böyle bir senaryoya sahipti fakat bunun bir film değil, hayat olduğunu çok acı bir şekilde öğrendiğimizde " böyle şeyler filmlerde olur" diyemeyecek kadar profesyonel insanlardık ve o kördüğüm kaderin karşısında boynumuz kıldan inceydi ve hayat kılıçtan keskin dersleriyle ünlü bir konservatuvardı. Mevsimler dışarıda bu filmin tekrar tekrar gösterilmesiyle geçip gidiyordu. En çok meşenin saçlarına aklar düştüğünde sızlardı yokluğum, en çok o zaman dokunmak isterdim uzaklara ve en çok o zaman üşürdü parmaklarım. Sanırım aklımdaki sana dair son fikirler kimsesiz bir yaza ait. Çarpıp çıktığın günden beri açılmamış kapının eşiğine dökülmüş takvimlerden küçük bir dağ yaratmayı başarmıştın ve ilk o zaman ağladım. Sanki kurak geçen yalnızlığa, dışarıdaki herkesi boğan katil bir havaya inat gözlerim sağanak sağanak avucuma dökülüyordu. O yüzden sen   kalkıp bir gün geldiğinde seni affedecek hiç bir kanun yok kitabımda; çünkü sen oyunu kurallarına göre oynamayacak kadar kötü bir çocuktun... Hiç birimiz büyüklerimizin sözünü dinlemedik, hep tanımadığımız insanlarla konuştuk ve sen tanıdığım en kötü yabancısın şimdi. Masamın üzerinde bana fısıldayan Nazım'ın bile bir çift lafı var sana " Artık seninle biz, düşman bile değiliz."
     Tanrının kör noktasına denk gelen bu saatlerde gökte yalnızlığımıza şahit olacak tek bir yıldız dahi yok; galaksi dahi yanımızda değil. Fezadaki uçsuzluk bile bizi kaderimize terk edecek kadar katil. Uyuyan insanlar, rüya gören insanlar... Ne kadar garip cümleler kuruyorum, uyku sanki tüm acıları unutturacakmış gibi yaşayan insanların arkasından. Uyuyunca geçmiyor, yaşayınca da geçmiyor; unutunca geçer sanıyoruz ama unutmayı bilmeyen saatler için ne fark eder milenyum. Senin mesafeli yaşamını protesto etmek için toplanmış günahlar, senin insanlık dışı ihanetinin bedelini ödetecekler dilek tuttuğun yıldızlara. O yüzden yıldızlar dahi terk ediyordur umarım seni kendi iyilikleri için.Kendi iyiliğimiz için uzak durmalıyız belki de kokundan. Eğer böyle bir şey mümkünse....
      Kendini hatırlatmak istercesine yalnızlığın reklam arasına giren ezan sesi dağıtıyor aklımdaki kiralık katil olarak tuttuğum tilkileri; fikrimdeki silüetlerinin başına ödül koyacak kadar nefret birikmişken Tanrı müdahale ediyor güzelliğine. Sanırım senin torpilin benim torpilimden de yüksek....
     Sızıp kalmış bir sabahın uyku sersemliğinde ağzımdaki acı tadın, yüreğimdeki sızın, kalemimden damlamış ismin, kağıtta kurumuş güzelliğin; odayı aydınlatan güneş... her şey beni hayata bağlamak için seferber olmuşken uykusuzluğa ant içerek seni beklemem sanırım nankörlüğün literatürdeki karşılığı olabilir. Öyleyse bu tatlı yatak keyfini bozarak kaldığımız yerden yaşamaya devam etmeliyim; sustukça çürüyor gençliğim... Pencereyi açıp meşeye doğru haykıracağım birazdan " The life must go on!"
Ş"S

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...