Saat 12’yi vurduğunda tüm yalnızlar bir
yastığın altına tüm umutlarını koyup uyumaya çalışırlar, yapabilirlerse.
Prensesini masalın birinde kaybolmadan bulan prenslerin
çoğu tatlı rüyalarına iyi geceler öpücükleriyle uğurlanmışlardır, aşk gibi sabaha
kadar sürecek özlem ayrılıklarından sonra... Uyku vakti kaçmış ruhlara
anlatılan yalan masallara inanacak kadar çocuk kalmış yalnızlıklarsa hala
umudun gelmesini bekliyor gözleri pencerelerde.
Saat 12’yi vurduğunda tüm prensesler ait oldukları
yalnızlığa kapatılırlar. Başını yalnızlığa yaslayan meçhul prensler, göz
kapaklarına kara bir uykunun soğuk ağırlığının çökmesini bekliyorlar. Hayal
okyanusunun enginliğinde alabora olurken, canına gözyaşları batarken, korsan
sevdalar yüreğini yağmalarken dahi dört gözle kimse’yi bekliyor,
kimsesizliklerini yatağına götürüp, uyutacak…
Gecenin sessizliğinde, mavi bir umut beklemek; saatin seni asla
göstermeyeceği bir vakit beklemek gecenin bu vaktinde…
Gecenin yalnızlığını paylaşıyorum bende, suskunluğuna
tercüman olan kelimelerle. Yalnızlık yatıya kaldı bu gece de, huzur yine haram
gözlerime. Düşüncelerime batan sessizliğe katlanıyorum, radyoda çalan şarkılar yerine.
Rakı sofrasında, dost kahkahalar arasında unuttuğum hayal kırıklıklarını, eski
sevda fotoğraflarını geri getiriyor zaman. Ah ne gerek vardı, demeden daha
hayata karışıyor ayaküstü birkaç saniyede… Mezelerin tadını kaçırdı işte ağzıma
gelen tadı bozuk kelimeler, sanırım yazacağım birazdan içimde ne var ne yoksa… Haykırsam
dökülecek gökteki yıldızlar ama dolunaya kıyamam, susarım için için, dağlarım içimdeki tüm
haykırışları… Fısıldasam sanki tüm dünya duyacak beni, bilmeni istemem geceleri
seni sayıkladığımı, susarım kanaya kanaya, tuz basarım içimdeki sen yaralarına…
Akrep bir günü daha devirdi takvimlerde yelkovanla düşe
kalka; oysa hala koca bir yalnızlık ülkesi kurulu benim içimde! –lütfen tüm
hüzünbaz yalnızlıkları piste alalım-, düğün dernek var sanki ölümlü bir
sevdanın yasını tutan düşlerimde; sessiz bir aşkın ara nağmesini giriyor gece
kulaklarıma – lütfen çocuklarınızı aşk’tan çekelim ve tüm yalnızları
gölgeleriyle dansa davet ediyorum, ağlamaya mı geldiniz. Çal! Kulağımın pasını
silecek aşk şarkılarını. Dur! Dokunma kalbime, bırak öyle dağınık kalsın… Kapat
gözlerindeki umut ışıklarını, uyandıracaksın rüyalarındaki uyuyan güzeli…
Uyku tutmayan gözlerime, uykusu kaçmış anılar gelirler,
bir tek onlar eksikmiş gibi. Kim bilir hangi sokağın başında sızdı uykum, beni
yağmacı hatıralara bıraktı. Sinek gibi kanımı emen bu eskiler, yenilerine aşk
bırakmadı damarlarımda. Hiç gücüm kalmadı seni yarın da sevecek, gel
gelecek’sen yoksa yine talim kuru yalnızlığa yarında…
Yastığıma dökülen sonbaharın ak telleri, hep geçmiştir.
Gelecek daha ezberlemediğim gizli bir dua dilimde. Korktuğumda ezberimden
okuyamıyorum seni, koşup gelemiyorum yanına. Gök gürültüsüne karışan
sessizliğim içimi ürpertiyor benim, ya bana sensizliğe karşı birkaç dua öğret
ya gel yanımda yat bu yaşamda. Saçlarımdaki aklar, yüreğimdeki kızıllıklar,
gözlerimdeki mavilikler ateşler içinde seni sayıklıyorlar, ölüm döşeğindeki bir
hastayım yoksunluğundan muzdarip. Son duamda seni anıyorum, Azrail’in senden
önce gelmesinden korkuyorum. Yastığımdaki uykusuzluğum sensin, korkuyorum gözüm
açık gitmekten kimsesizliğimden…
Gece kadar yalnız bir gökyüzüm var yüzsüzlüğümde. Parçalı
senli bir günün haberini veriyor ajanslar bugünde, ani gözyaşlarına karşı önlemimi
almamı öğütlüyorlar, çıkarken ruhumdan arkamdan bağırıyor yokluğun yine,
üzerine kalın bir aşk al… Gökyüzümdeki yıldızlarım teker teker kayıyor,
tuttuğum tüm dileklerin ana teması sensin ve hiç biri kabul olmuyor, meteor
izlerin var kalbimin çorak arazilerinde. Karanlık bir yüzüm var kimselerin
keşfedemediği, bakmayı bilmeyen gözlerin seçemediği bir yüzüm var sana çevrili…
Görmek için uzak gözlerini, dolunay en iyi hayal gücü bana, yoğunlaştıkça
sensizlikten yokluğuna, kokunu duyuyorum yırtık karanlığın arasından sızan,
hasrete karışmış burnumda tütüyorsun işte o zaman; seni anıyorum bağır bağır
kurt adam sevdalarımla karşılıklı…
Uykusuzluğun dibinde, (haş)haşlanmış zihnimde paranoya
nöbetlerinde sayıklıyorum isminin anlamsızlığını. İsimler kişilikleri
yansıtıyorsa, yokluğun acımasızlığın simgesi olmalıydı. Okunmaz el yazımla
ismine bin birinci anlamı yüklüyorum gecenin yalnızlığında: intihar… Yarı
ölümlü uyku tanrım duy sesimi, intihar et beni yüceliğinden. Affet beni, azad
et bu aşktan!
Saat 12’yi vurduğunda tüm
renkler siyahtır! Yıkanınca aşkın asil kızıllığı, ardındaki asi yalnızlık
karası çıkar tenimin yüzüne. Yokluğunun o soğuk, o sıcak, o kararsız havası
yalar geçer, yakar geçer, susar geçer dalga dalga tüm hücrelerimden. Damgalanır
yalnızlığın kara mührüyle kalbimin kapıları ve hala kabullenilmemiş elvedalar
gelir oturur kapının eşiğine, ben seni beklerim sevmek için, onlar bekler
teselli etmek için ruhumu.
Gecenin ilerleyen akrep yalnızlığı vakitlerinde, radyolar
uyku intiharlarında kullanılırken başka bir şehirde yastıklar hayallere batmaya
başlamıştır. Öyle karanlık ve öyle çıkmaz geceler doğar ki insanın gözlerine, sevmekten utanır
yürek. Acıların,aç karna sek içildiği yalnız akrep vakitlerinde uyuyan güzel
her şeyden habersizdir, platoniktir sevda. Kimsenin gecesi umut kadar kara
olmadı, hayal kadar boş cümle kurmadı kimse!
Sabahın ilk
ışıklarına sensiz girdiğim imsaklardan biri yine.Kalktım sensiz uykusuzluğumdan,
aynada gördüğüm sana bir soğuk su çarptım ve gittin! Vakitsiz seven kalbi,
çabuk terk etti sevgi… sırra kadem bastı varlığın saat aşk’ı vurunca ve ardında
kaldım camdan bir kalple.
Saat 12’yi vurunca
tüm yalnızlar başlarını yastığa koyup uyumaya çalışırlar, yapabilirlerse ve gün
her şeye rağmen yine başladığında unutmaya çalışırlar herkesi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder