YAŞADIĞINI ANLAMAK
Otobüs gün batımı boyunca ilerliyor. Kış henüz tam
anlamıyla bastırmamış, yalnızca yüksek dağların tepelerini beyaz bir perde
örtmüş. Soğuklarla ağır ağır tepeden eteklere doğru gelirken kış, henüz yollar
açık. Otogara girmemize 40 km den az kalmış olmalı. Bazı şeyler asla
değişmiyor, seneler sonra bile hem de. İki şehrin arasındaki mesafe hep sabit.
Her şeyin değiştiği zamanlarda bile bu aynı. Şehirlerin arasındaki tüm gökyüzü,
hatıralar değişiyor mesela. Yol zamana dayanıyor ama insan dayanamıyor zamana.
Zaman insanı hep biraz daha farklı kılıyor. Geçen şu altı saat bile beni
bambaşka hayatlarımı düşünecek kadar etkiledi. Büyük bir şehirde yaşam
telaşında unuttuğum tüm hatıralar, çocukluğumun gökyüzüne yaklaştıkça yeniden sandıktan çıkıp aklıma
geliverdiler. Okumaya diye çıktığım eve, okumuş olarak dönüyorum. Hissettiğim
bu his amacıma ulaşmış olmanın haklı gururu mudur yoksa kendimi aileden
başlayarak topluma kanıtlamış olmanın hazzı mı bilmek güç. Her şeyden biraz
belki. Ortaya karışık. Ben küçük şehirde
yapamayıp hayatı aramaya çıktım, babam büyük şehirden korkup beni ona emanet
edip ertesi gün geri döndü. Şimdi ben dönmeye korkuyorum o bana gelmeye ya da
gel demeye. Ben yaşadıklarımı satır aralarına girmeden “ iyiyim”lerle onlara
aktarıyorum, onlar özlem dolu seslerinde tüm dertlerini “ sen iyi ol da biz
zaten iyiyiz”lere saklayarak bana anlatıyorlar.
Her seferinde annemi biraz daha
yaşlı, babamı biraz daha yorgun buluyorum. Onlar her gidişimde beni biraz daha
büyümüş uğurluyorlar. İki farklı hayatı
birkaç günde olsa bir evin içine sığdırıyoruz hepimiz. En güzel çayı o zaman
içip, en gerçek sohbetleri o zaman ediyorum biriyle. Seni gerçekten dinleyen
birilerinin varlığı oluyor belki de beni bu günlerde mest eden. Anlatacak
şeylerin değeri de aldığım öğütlerin önemi de bir başka oluyor hem. Gençlikteki
büyük adam işi siyaset laflarım ya da insanlığı anlamaya yönelik çoğu dürtüsel
laflarımın fanatikliği benimle olmuyor.
Gelecek telaşı, ekmek kavgasının en çıplak halini evde buluyorum. Benim
dertlerim küçüldükçe küçülüyor o zaman. Anlıyorum ki boş lafların peşinde zaman
öldürüyorum… Sevgiye dair tüm güzellikleri de şu evde görüyorum duyguya olan
inancı artıyor insanın. Bizim ürettiğimiz tüm ayrılık bahanelerinin ikisi
arasındaki sevginin temel taşları olduğunu görüyorum. Biz modern dünya
çocukları olarak ne kadar dokunmaya ve yaşamaya korkuyorsak, onlar bizim
yaşlarımızda edindikleri hakiki korkulara tutunup, birbirlerinden güç alarak
büyümüşler bu güne gelmişler el ele.
Bunları bulacağımı bildiğim için her
seferinde ziyaretlerim daha bir anlam kazanıyor. Her seferinde “ iş, iş, iş “
ve ama ile biten bir bahaneyle ertelediğim her şeyin pişmanlığı sızlatıyor
içimi.
Ben bunları düşünürken otobüs 20
dakikalık ihtiyaç molası anonsuyla ara duraklardan birine yanaşıyor. Telefonum
çalıyor. Babam. “ neredesiniz” diyor. “ az kaldı” diyorum. Değişmeyecek
şeylerden biri de bu. Her yola çıktığımda babamın beni sık sık arayıp gideceğim
yere sağ salim varıp varmadığımı kontrol etmesi. Kızıp geliyoruz işte ne gerek
var hep aramana diye içimden söylensem de bir yanım bundan hoşnut oluyor
biliyorum. Ve haklı onu da biliyorum.
Sigaram da mola süresi de henüz
bitmemişken biri gelip ateş istedi. “ eyvallah” deyip yaktığım sigarasıyla
uzaklaştı. Bu küçük yerlerde büyük terminallerdeki herkesin kendi telaşında
kaybolup gittiği hava yok. Bir sokak gibi yaşayan ve birbirine el uzatan
insanların havası var daha çok. Büyüklük
seni yutuyor ve ancak küçüklüğe doğru yola çıkarken seni kusuyorken şehirden
seni, küçüklük seni kollarını açmış bekliyor ve uğurlarken de ardından bir su
döküveriyor.
Yerime geçiyorum artık. Meraklı bir
amca ya da sevgilisine giden bir gencin heyecanlı sohbetinden uzak, tek kişilik
koltuğuma oturdum. Ağır ağır otobüs hareket etmeye başlarken ne zamandır
okumaya zaman ayıramadığım bir kitabı okumaya devam ediyorum. Yoldayken kitap
okumayı özellikle de öykünün yollarda geçip kahramanının bir yolculukta olduğu
kitapları okumayı seviyorum. Sanki bir anda o kahraman ben oluyorum da o
yolculuğu ben yapıyorum gibi bir hava oluyor. Hem kaç saatlik olursa olsun her
yolculukta esasında kendi içimizde gezinmeye fırsat bulmuş oluyoruz. Telefonu kapatıp, zihnimizi kendi sesimize
açarak başkalarının hayatlarına imrenmeye ayırdığımız tüm o dakikaları
kendimize çeki düzen vermeye ayırabiliriz belki.
Şuan ki tüm imkânlar bir zamanlar imkânsızdı.
Bunları mümkün kılmak adına insanlık bu kadar gelişim gösterdi. Ama insanın
içine, aklına dair gelişimi ancak yine insanın kendisi sağlayabiliyor. Bir kitabı
zihnimize kazıyamıyoruz, bir görüşü dinlemeden anlayamıyoruz. Kendimizi ancak
kendimizle geliştirebiliriz. Böyle olunca da varolma kavgasının ortasında bu
tarz ufak molalar kendim için iyi oluyor. Hem yolculuk hem aile evindeki o
gerçekten yaşadığımı hissettiğim anlar bana varolduğumu köle olmadığımı robot
olmadığımı kavrama dönemim oluyor. Arayıp da bulamadığımı sandığım o vakti bana
mümkün kılıyor.
Muavinin dürtmesiyle irkiliyorum.
Elimdeki kitap yere düşüyor. Bilincim ne olduğunu anlamadan, kulağım “ abi
geldik” lafını algılıyor. Camdan bakıyorum. Memleketimin gökyüzü. Tanıdık bir
yer görmenin sevinciyle ayılıyorum. Gelmişiz. Değerli değersiz tüm
dağınıklığımı çantama koyuyorum. Kitabı koltuğun cebine koyuyorum. Belki bir
başka hayata yaşadığını anlaması için rehber olur diye. Babam tüm o içten
gülüşüyle karşılıyor beni. Gülüşündeki özlem ve samimiyete yalnızca birkaç
kırışıklık karışmış o kadar. “hoş geldin” deyip sarılıyoruz. “hoşbuldum baba”
diyorum onun emek kokan kokusunu içime çekerken. 7 ila 25 yaşlarında bir sürü
çocuğun görüntüsü beliriyor hafızamda kokuyla birlikte. Gerçek sevginin ne
olduğunu anlamış bu çocuklar, bana bu sevgiye sahip çıkmamı öğütleyen gözlerle
bakıyorlar. “yine mi bavul getirmedin” diyor babam. Ömrümü sırt çantama doldurup
yaşamama hala alışamadığından. Alışılmamışlığa ama bir şey de diyemeyişine ait
bir “neyse” diyerek sırtımı sıvazlıyor.
“ Haydi, atla bakalım. Annen çok
özledi gözü yolda kalmıştır. Gidelim artık” diyor motosiklete binerken.
“Aç mısın” diye sordu galiba.
Motorun boğulan sesinde kayboldu cümlesi. Gülümsüyorum. Aynadan görüyorum o da
gülümsüyor.
Tüm telaşın ortasında her şeye
rağmen yaşadığımı anlayıp derin bir nefes alıyorum. Babama sımsıkı tutunuyorum
yüzümü yalayan rüzgâra karşı hızlanmaya başladığımızda.
ŞABAN SARI 2.11.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder