Pages

Ads 468x60px

16 Kasım 2016 Çarşamba

YAŞADIĞINI ANLAMAK

YAŞADIĞINI ANLAMAK

                Otobüs gün batımı boyunca ilerliyor. Kış henüz tam anlamıyla bastırmamış, yalnızca yüksek dağların tepelerini beyaz bir perde örtmüş. Soğuklarla ağır ağır tepeden eteklere doğru gelirken kış, henüz yollar açık. Otogara girmemize 40 km den az kalmış olmalı. Bazı şeyler asla değişmiyor, seneler sonra bile hem de. İki şehrin arasındaki mesafe hep sabit. Her şeyin değiştiği zamanlarda bile bu aynı. Şehirlerin arasındaki tüm gökyüzü, hatıralar değişiyor mesela. Yol zamana dayanıyor ama insan dayanamıyor zamana. Zaman insanı hep biraz daha farklı kılıyor. Geçen şu altı saat bile beni bambaşka hayatlarımı düşünecek kadar etkiledi. Büyük bir şehirde yaşam telaşında unuttuğum tüm hatıralar, çocukluğumun gökyüzüne  yaklaştıkça yeniden sandıktan çıkıp aklıma geliverdiler. Okumaya diye çıktığım eve, okumuş olarak dönüyorum. Hissettiğim bu his amacıma ulaşmış olmanın haklı gururu mudur yoksa kendimi aileden başlayarak topluma kanıtlamış olmanın hazzı mı bilmek güç. Her şeyden biraz belki. Ortaya karışık.  Ben küçük şehirde yapamayıp hayatı aramaya çıktım, babam büyük şehirden korkup beni ona emanet edip ertesi gün geri döndü. Şimdi ben dönmeye korkuyorum o bana gelmeye ya da gel demeye. Ben yaşadıklarımı satır aralarına girmeden “ iyiyim”lerle onlara aktarıyorum, onlar özlem dolu seslerinde tüm dertlerini “ sen iyi ol da biz zaten iyiyiz”lere saklayarak bana anlatıyorlar.
            Her seferinde annemi biraz daha yaşlı, babamı biraz daha yorgun buluyorum. Onlar her gidişimde beni biraz daha büyümüş uğurluyorlar.  İki farklı hayatı birkaç günde olsa bir evin içine sığdırıyoruz hepimiz. En güzel çayı o zaman içip, en gerçek sohbetleri o zaman ediyorum biriyle. Seni gerçekten dinleyen birilerinin varlığı oluyor belki de beni bu günlerde mest eden. Anlatacak şeylerin değeri de aldığım öğütlerin önemi de bir başka oluyor hem. Gençlikteki büyük adam işi siyaset laflarım ya da insanlığı anlamaya yönelik çoğu dürtüsel laflarımın fanatikliği benimle olmuyor.  Gelecek telaşı, ekmek kavgasının en çıplak halini evde buluyorum. Benim dertlerim küçüldükçe küçülüyor o zaman. Anlıyorum ki boş lafların peşinde zaman öldürüyorum… Sevgiye dair tüm güzellikleri de şu evde görüyorum duyguya olan inancı artıyor insanın. Bizim ürettiğimiz tüm ayrılık bahanelerinin ikisi arasındaki sevginin temel taşları olduğunu görüyorum. Biz modern dünya çocukları olarak ne kadar dokunmaya ve yaşamaya korkuyorsak, onlar bizim yaşlarımızda edindikleri hakiki korkulara tutunup, birbirlerinden güç alarak büyümüşler bu güne gelmişler el ele.
            Bunları bulacağımı bildiğim için her seferinde ziyaretlerim daha bir anlam kazanıyor. Her seferinde “ iş, iş, iş “ ve ama ile biten bir bahaneyle ertelediğim her şeyin pişmanlığı sızlatıyor içimi.
            Ben bunları düşünürken otobüs 20 dakikalık ihtiyaç molası anonsuyla ara duraklardan birine yanaşıyor. Telefonum çalıyor. Babam. “ neredesiniz” diyor. “ az kaldı” diyorum. Değişmeyecek şeylerden biri de bu. Her yola çıktığımda babamın beni sık sık arayıp gideceğim yere sağ salim varıp varmadığımı kontrol etmesi. Kızıp geliyoruz işte ne gerek var hep aramana diye içimden söylensem de bir yanım bundan hoşnut oluyor biliyorum. Ve haklı onu da biliyorum.
            Sigaram da mola süresi de henüz bitmemişken biri gelip ateş istedi. “ eyvallah” deyip yaktığım sigarasıyla uzaklaştı. Bu küçük yerlerde büyük terminallerdeki herkesin kendi telaşında kaybolup gittiği hava yok. Bir sokak gibi yaşayan ve birbirine el uzatan insanların havası var daha çok.  Büyüklük seni yutuyor ve ancak küçüklüğe doğru yola çıkarken seni kusuyorken şehirden seni, küçüklük seni kollarını açmış bekliyor ve uğurlarken de ardından bir su döküveriyor.
            Yerime geçiyorum artık. Meraklı bir amca ya da sevgilisine giden bir gencin heyecanlı sohbetinden uzak, tek kişilik koltuğuma oturdum. Ağır ağır otobüs hareket etmeye başlarken ne zamandır okumaya zaman ayıramadığım bir kitabı okumaya devam ediyorum. Yoldayken kitap okumayı özellikle de öykünün yollarda geçip kahramanının bir yolculukta olduğu kitapları okumayı seviyorum. Sanki bir anda o kahraman ben oluyorum da o yolculuğu ben yapıyorum gibi bir hava oluyor. Hem kaç saatlik olursa olsun her yolculukta esasında kendi içimizde gezinmeye fırsat bulmuş oluyoruz.  Telefonu kapatıp, zihnimizi kendi sesimize açarak başkalarının hayatlarına imrenmeye ayırdığımız tüm o dakikaları kendimize çeki düzen vermeye ayırabiliriz belki.
            Şuan ki tüm imkânlar bir zamanlar imkânsızdı. Bunları mümkün kılmak adına insanlık bu kadar gelişim gösterdi. Ama insanın içine, aklına dair gelişimi ancak yine insanın kendisi sağlayabiliyor. Bir kitabı zihnimize kazıyamıyoruz, bir görüşü dinlemeden anlayamıyoruz. Kendimizi ancak kendimizle geliştirebiliriz. Böyle olunca da varolma kavgasının ortasında bu tarz ufak molalar kendim için iyi oluyor. Hem yolculuk hem aile evindeki o gerçekten yaşadığımı hissettiğim anlar bana varolduğumu köle olmadığımı robot olmadığımı kavrama dönemim oluyor. Arayıp da bulamadığımı sandığım o vakti bana mümkün kılıyor.
            Muavinin dürtmesiyle irkiliyorum. Elimdeki kitap yere düşüyor. Bilincim ne olduğunu anlamadan, kulağım “ abi geldik” lafını algılıyor. Camdan bakıyorum. Memleketimin gökyüzü. Tanıdık bir yer görmenin sevinciyle ayılıyorum. Gelmişiz. Değerli değersiz tüm dağınıklığımı çantama koyuyorum. Kitabı koltuğun cebine koyuyorum. Belki bir başka hayata yaşadığını anlaması için rehber olur diye. Babam tüm o içten gülüşüyle karşılıyor beni. Gülüşündeki özlem ve samimiyete yalnızca birkaç kırışıklık karışmış o kadar. “hoş geldin” deyip sarılıyoruz. “hoşbuldum baba” diyorum onun emek kokan kokusunu içime çekerken. 7 ila 25 yaşlarında bir sürü çocuğun görüntüsü beliriyor hafızamda kokuyla birlikte. Gerçek sevginin ne olduğunu anlamış bu çocuklar, bana bu sevgiye sahip çıkmamı öğütleyen gözlerle bakıyorlar. “yine mi bavul getirmedin” diyor babam. Ömrümü sırt çantama doldurup yaşamama hala alışamadığından. Alışılmamışlığa ama bir şey de diyemeyişine ait bir “neyse” diyerek sırtımı sıvazlıyor.
            “ Haydi, atla bakalım. Annen çok özledi gözü yolda kalmıştır. Gidelim artık” diyor motosiklete binerken.
            “Aç mısın” diye sordu galiba. Motorun boğulan sesinde kayboldu cümlesi. Gülümsüyorum. Aynadan görüyorum o da gülümsüyor.
            Tüm telaşın ortasında her şeye rağmen yaşadığımı anlayıp derin bir nefes alıyorum. Babama sımsıkı tutunuyorum yüzümü yalayan rüzgâra karşı hızlanmaya başladığımızda.
ŞABAN SARI 2.11.2016


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...