#87 Promili Yüksek Heyecanlar
Masumiyetin uyuya kaldığı vakitlerden bahsedeceğim
şimdi.
Yüksek ses müziğin içinden bir başka ses “ bir şey içen
var mı” diye bağırdı duman altı oturan kalabalığa doğru. Herkesin aynı anda bir
başkasıyla seviştiği o belirsiz heyecanda ilk kez karşılaştım gerçeğin yüzüyle.
Bağıran ses topladığı cevaplarla geri dönerken köşesine, diğer köşede ben
dalgın bir çift gözle karşılaşma telaşına çoktan kapılmış, her zaman
paçalarımızda bir pislik olarak duran geçmişten arınmıştım. Tıpkı yaygın bir
inanışa göre günahsız doğan bir bebek gibiydim.
Ses tellerimin iki lafın
belini kırmak için kurban edilmesi gerekiyordu şüphesiz. Alfabelerin izin
verdiği kadar yabancı bir dudağı tanıma çabası içerisindeydim bende, herkes
gibi. Gecenin ritmine kapılmış tüm hayatlar gibi olmalıyım bu kez çünkü hepimiz
bu dünyaya orospuluk yapmaya gelmedik mi? Üzerimdeki mavi şüpheden, ayağımdaki
siyah kaygıdan soyunmam sınırlarına giriş iznimi kolaylaştıracak. Adımı ağzında
duydukça eriyen bir mum oluyorum, cümlelerim kurban ediliyor gece yarısı
ayinimizde; ben tüm güzel sözcükleri katletmeyi göze alacak kadar cani bir
katilim o vakit… Kendimi ben dahi tanımıyorken, bu sarhoş ağzımla, beni hiç öpmeden, ismini
yarım yamalak hatırladığım bir yabancı nasıl tanıyacak diye düşünmeden de
edemiyorum. Zaman tersine aktıkça kafamdaki soruların netliği de bozuluyor.
Masalar ve üzerlerinde dans eden melekler görmeye başlıyorum artık. Bu kadar
çok içecek kadar dertli değilim, bu kadar çok uçacak kadar neşeli de…
Telaşlıyım, çakır bir keyfe sarılı bedenimle ne kadar da utanılan şarap
şişesine benziyorum. Oysa herkes tattığında hayallerimi sever beni… Geç oldu
kimilerine göre saat, oysa ben ve hayali arkadaşlarım için daha gün yeni
başlıyor; rakının sohbetine doyum olmuyor, her kadehte bi kördüğüm daha çözülüyor, bizdeki bu kafayla düz bir ip haline gelecek kader
günün birinde ve o gün yabancının göğüslerinin arasından doğacak! Hayatımın
eksik parçalarını el feneriyle aramama yardım edecek bir güneş, ne hoş bir
hayal diye dua ediyorum yıldızlara, yelkovan dâhil hepinizin uyuduğu anlarda…
Ait olduğum gezegende ne kadar da
rahat tavırlar sergiliyorum. Romantizm kokan kızıl utancımı çıkartıp, teninden
kurtulan çamaşırların üzerine atıyorum… Çırılçıplak kalan iki ruh, özgürlüğünü
ilan etmiş ülkeler gibi sahipleniyorlar birbirlerini tek bir tenin üzerinde. “Özgür olmak hayal etmek demek değildir, beklediğin hayal,
durağa geldiği vakit kaçırmadan yakalamaktır özgür olmak. Yaşam yıllık değil,
anlıktır!” Diyerek kıvrılıyorum dizlerinin
dibine. Alkolün bana verdiği yetkiye dayanarak ne sözlerimden ne
ellerimden çekinmiyorum, özgürlüğe engel tüm kuralları yok sayarak bir önsevişmenin
kapısını aralıyorum. Dudaklarımdan döküldükçe alkollü yalanlar, karşımda
maskesini düşüren bir çocuk buluyorum. Güzelliğiyle süslediği maskenin ardında
kendisiyle acımasızca savaşan bir şehir sanki ve düşmüş bir şehri yağmalamayı
düşünmeyecek kadar ayık kafam.
Bir insanın
bazen sevişmeye değil konuşmaya ihtiyacı olur. Unutmak istediklerini başka
dünyalarda unutmak kolaydır, kolaydır yaşamak… Sesinden pişmanlık kokusu
aldıkça sevişmek unutuluyor, saçlarından sıyrılan parmaklarım daha sakin, bilinç
yeniden iktidarı eline alırken, gece sönmüş bir balon gibi aydınlık ve serin
bir sabaha yerini bırakıyor. Üşüyen çıplaklığına ruhumu sararak içimdeki
düşünceli romantik tekrar ayılıyor… Güneşin doğuşunu kuşların kanatlarıyla
karşılamayan yüreklere anlatmak zor masumiyetini, en iyisi uyumak artık…
Unutmak için sevişenler kadar uyuyanlar da var; uyu sen. Adı konmamış bir piç
gibi ardında bırak zamanı; korkularından kaçabileceği bir limanı andırıyorum
aynalarda; başucuna çökmüş, onu uyutacak gemiyi bekliyor gibiyim kıvrılınca
elinin dibine… Tekrar alkolün bana verdiği yetkiye dayanarak, kuruyan
dudaklarımla uğurluyorum masumiyeti belirsiz bir geleceğe!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder