Pages

Ads 468x60px

5 Nisan 2014 Cumartesi

Bilinçli-Bilinçsiz Kelimeler Mezarlığı

Bilinçli-Bilinçsiz Kelimeler Mezarlığı

       Bilincimin kapılarını kapattım. Ardıma bakmadan damarlarımda yürüyorum. Aklımın merdiven boşlukları. Kalbimin çapkın yalnızlık üfürümleri. Organlarımın işlevsiz kalmış eski fabrika depoları. Bilinçaltımın libido kokan pis lağımları. Nereye gittiğini bilmiyorsan içimde kaybolman içten bile değil… Her türlü pisliğin yörüngesinde dönen düşüncelerimden sıyrılıp gerçekliğe ulaşmak pek mümkün görünmüyor. Hücrelerime hapsedilmiş kadın siluetleri. Adlarını, yaşlarını, sevdikleri ve nefret ettikleri… Hepsinin not edildiği endoplazmik retikulum kalıntıları. Nereye varacağı belirsiz sindirilmemiş hata koleksiyonlarım.
          Bunları neden mi yazdım? Duymak istemediğin için.
       Yaşanılmış, yaşanılacak ya da tamamen aklımın ucundan geçen bulutsu kelime kümeleri hepsi. Emin değilim. Olamam da…
        Ağladığım ilk an anladım ki yaşamak, belli belirsiz yaşamak ve buna yaşıyorum diyebilmek, bir dürtü. Bir tokat. Doğmak bir cinayet. Birey olmak, toplumun içinde eriterek çelik sesini, bir katliam. Her şey ama tüm bu yaşanan her şey sonsuz kısır bir kosmos! Sesini yükseltmediğin her nefes enfes bir ölüm. Tadı aklımda kalmış zehirli rüyalardan, bedeniyle bağı kopmuş bucaksız bir hayata kaldırılmış gözlerle bakıyorum hatıralarıma… Gördüğüm rüyalar, yaşadığım hayatlar hep yarım kalmış sanki. Sanki yarım bırakılmış günaha boyalı bir duble rakının acılığı ve aklım darmaduman, neye inanacağı konusunda kararsız… Deli. Delilik. Yaşasın onursuz ömürlerin, onurlu çıldırışı!
     Akıl, kâr işi değil. Kendini sevmek zararına satmak hüviyetini. En çok kendini seviyorsun kelebek ömründe sonra tutup onu köle pazarında sahibine satıyorsun. Fahişelik. Gece yarıları avazın çıktığı kadar bağırmak altında buruşmuş şehrin içine içine. Âşık olmak ama nasıl korkak nasıl çaresiz ve nasıl reddedilmiş. Bakire bir acıyı tatmak, ölmek ve âşık olmak. İncecik bir zarın üzerinde striptiz gösterisi yapan yalancı orgazmlar. Dur durak bilmeyen elvedaların topuk sesleri hoşça kal peronlarında. Duyulmamak. Gözyaşlarının kaldırdığı sağır cenazelerin yüzünden sessizliğe bürünmek. Kapkara. Anlaşılmamak. Ya da öyle sanmak. Sanrıların en büyüğü sanmak. Sandığın, olduğunu düşündüğün adam belki bir kadın olmadığını görmek aynada. Ayna yalan söylemez. Ayna kusursuz bir katil. Aynadan maskelerine sarılan bir el. Kadın eli, narin. Adam eli, nasırlı. Çocuk eli,tarifsiz. Devletin eli, kanlı. Deliliğin dayanılmaz yalnızlığı. Tıpkı asal sayıların nymphomaniatic bölünme çabası. Beyhude. Ve Tanrı’nın metresi olmak. Aldatılmak. Onursuzluğunun ilk belirtisi Tanrım! Yaşamla kandırılmış bir çocuk. Tecavüze uğramış ak yerlerinden. Götünden sikilmiş bir kul olmak. Kader… Şans… Şansına tükürmek yıldızları sayarken. Kimsenin göğsünden ömür içmek istememek. Hissizlik. Bilinçaltı. Karantina altına alınması gereken yazgı, yazı, yalan, yanlış, yozlaşmış yaş, yanmış yüz… Garanti delirir sevişince üç harfli kelimeler birbirleriyle.
Dokunulmazlığı olan o kilitli hatıralar. Bi’ kahve? Seninle, evet. Bir ağacın gölgesi. Tanıklarımız var, evet. Yeşile maviye boyalı ten. Unutulmuş vagon. Uzun uzadıya saatler taşıyan trenlere bakışım, evet. Başı dik uzuvlar, üzerlerinde aromalı meyve tadı. Yasaklanmış coğrafyaları keşfetme atlası, atlasımın üzerinde gezen karıncalar. Masumiyeti sırtlanmış ıslak dağlara çıkıyorlar. Geçmişte bir ayağı kalmış kırkayak, öteki otuz dokuz bacağın basiretini bağlamış. Gerisi yüksek gerilimli pornografik gelecek ümidi. Yolculuk.
Adı Eylül olan bir Ay.Çalışmış, çok çalışmış insan olmaya, ama ahirette cehenneme kalmış soğuk bir Meltem. Anonim bir yüreğin seslendirdiği ilahi komedya. Büyük umutlar bağlanmış kurumuş ağaç. Kanserini yenmiş ölümsüz düş. Tümörünü yiyen falcı bir çingenenin ettiği o dua. Beddua.Ah! İsyan bayrağını çekmiş, Tanrısıyla savaşa giren bir gözü kara öteki kör korsan. Korsan gösteri sırasında sol omzundaki melekten vurulmuş. İnsanlığı ölmüş. İnancı nar gibi dağılmış beyaz hücrelerine.
Adı Eylül olan bir gün. Zarar vermiş kendine, bilekleri kesik. Geceye kavuşmak imkânsız. Cami avlusunda yeniden doğan o gün. Bir imam olarak… İlahi Adalet. Minarenin taciz ettiği gökyüzünün eteği kanlı. İlahi saçmalık. Hayatı ne garip hale soktu bu milenyum. Uzaktan sosyal beğenilen bedenler falan. İyi de öyle kolay kalkmıyor bir limuzin!
Susma.İnanma.Konuşma.
Anlatma.Anlamaya çalışma.Madam.
Yaşa.
Söylemesi kadar öpmesi de kolay. İnan bana. Hayır, şimdi olmaz. Büyüsü bozulur. Belki sonra sevişiriz. Seneye de giyeriz hem birbirimizi. Aklımdaki hayatlar, hükümsüz. Kimliklerinizi alın ve defolun gezegenimden. Yoksa severken öldüreceğim sizi. Soyarken kirlenmiş portakallar…
Bir dikişte içtim kanınızı. Ağzım dolu, doğru konuşamıyorum. Kusura bakmayın Arkadaşlar.
Hepsi adı Eylül olan bir kadındı. Hepsi! Bir kez ölen süper kahraman bir baba gibi şimdi… Çocukluğum piç. İnancım imansız. Kelimelerimin yetimliği arsız ve gurursuz. Korkak mevsimler cumhuriyeti burası. Kalkıp gideceğim bir dahaki eylülde ölüm kokan mezar suratlı coğrafyadan. Süvarilerrrrr! Atımı hazırlayın. Uçacağım!
İsimlere değil bana odaklan şimdi. Çıkıyorum aklından. Geliyorum birazdan. Nirvana. Beyaz bir süt azı dişlerimden sağılmış. Şifadır, iç.
İçimde uzun hikâyeler. İstersen bir bak. Oralarda bir yerlerde olacaktın. Nereye bıraktıysan oradayım ben.


Şaban Sarı 02.02/ 4.4.14 T.C de bir yer

1 yorum:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...