Pages

Ads 468x60px

5 Mayıs 2014 Pazartesi

Yıllar Sonra İlk Kez Bu Kadar Özgürüm

Yıllar Sonra İlk Kez Bu Kadar Özgürüm
Sabah ezanı okunurken uyandı. Puslu aklının derinliklerine işleyen ezgiye kulak verdi. Yıllar sonra ilk kez, sabah ezanını dinlemek için yatağında doğruldu. Yanında ölü gibi uzanan et yığınına, kocasına baktı. Ölü olmasını dilemiş olabilir, bilemiyoruz… Yıllar sonra günün geceden nöbeti devraldığı bu vakitlerinde neler düşünmüş olabilir bir insan ki… Hayatını film şeridi gibi gözünün önünden geçirebilir, yeni kararlar alıp yarının sahnesine öyle fırlayabilir. Sövebilir kaderine, şükredebilir bile. Bizimkinin aklında ise sonsuz bir boşluk ve uykusuzluğa karışan umutsuzluk.
                Kendiyle devamlı bir mücadele içerisinde olan bir insan. Yatağı terk edip güne başlamakla, ruhsuz kocasının yanındaki kendi sıcaklığına sahip yatakta kalmak arasında gidip gelen saat sarkacı gibi düşünceli Masal. İki karar arasında en mantıklı seçim hiç birini yapmamaktır belki de fakat o bunu düşünemeyecek kadar dalgın. Dalgınlığını dağıtmak için, sanırım, yataktan kalkmaya karar verdi.
                Yüzündeki su damlalarına gizlenen hayat izlerini, henüz uyanmamış beyaz bir havluyla silerken aynada göz göze geldi benimle. Yıllar sonra ilk kez. Yıllar olmuştu benimle göz göze gelme cesaretini gösteremeyeli. Sekiz sene önceydi en son bakışmamız… Mutluluğunu kanlı yatak çarşafında bıraktığı; geleceğini belindeki kızıl kuşakta unuttuğu; her şeye karşı inancını can yakan bir orgazm sırasında kaybettiği o günden beri hiç yüzüne bakmamıştı. Sanki masumiyetinden yüz çevirmiş. Aynalara küserek kendini affedebileceğine inanmıştı. İkimizin arasında sekiz yıllık bir uçurum vardı şimdi. Derin bir su kuyusunun dibindeki su birikintisine bakar gibi bomboş, bir şey göremeyeceğini bilen ama yine de arayış içerisinde olan gözlerle bana bakıyordu. Bense kuyudan gökyüzüne bakıyor fakat yılların gölgelendirdiği siyah bir kütleden fazlasını göremiyordum…
                Ben ölümsüz bir hatıra olarak aynalarda ve bir fotoğrafta yerimi alırken, zaman bu ölümsüzlüğümün bedelini ona iki kez ödetmişti sanki. Kendi bedeninin dört duvarına hapsedilen ruhunu çevreleyen rengi solmuş teni adeta boyası dökülen viran bir evi andırıyorken; gözlerindeki bulanık bakış pencereleri tozlu içi aydınlanmayan bir başka eve benziyordu… Benim yaşlarında içinde hüküm süren hayat, yıllar geçtikçe birer ikişer onu terk edilmiş ve yalnız bir ömre dönüşmüştü. İçinde yıkık şehirler, terk edilmiş köyler ve enkaz yığınına dönen ahşap hayallerden başka bir şey kalmamış… Bana hem nefretle hem de özlemle bakabilmesinin nedeni de bu olmalıydı; geçmişe özlem ve o güzel günlerin ardında kalmasına öfke…
                Bakışlarımız ikimizin aklında yeni kabuk bağlayan hatıralarımızı tatlı tatlı kaşındırıyor fakat yaralarımızı kanatmaktan, hatırlamaktan korkuyorduk. Ben onu geçmişten seyrediyorum, o beni gelecekten izliyor ve şimdi ikimizde birbirimize acıyan gözlerle bakıyorduk… O bana, tüm masumiyetimle kaderin başıma getireceği fırtınalardan habersizliğim yüzünden; bense ona hiçbir zaman kavuşamayacağı aklımdaki umutları nedeniyle üzülüyordu. Hatırlamanın kaçınılmaz olduğu bir saate girdik az önce. Her şeyin kötü bir kabus olmasını dileyerek başını iki yana salladı ama hala karşısında ona bakıyordum. Tam bana bir şey söyleyecekken içeriden ağzı küfür kokan bir adamın sesi işitildi.
                “Masal! Kahvaltıyı hazırla açlıktan geberiyorum!”
                Kocasının hayvani bağırışlarını kesip evi bir an önce onun yönetimine bırakıp gitmesi için kahvaltısını hazırlamak için mutfağa yöneldi. Bana son bir bakış attı. Bu bakış, kıskançlık yayından fırlatılmış zehirli bir ok gibiydi fakat aynaların sırrını aşamadı…  Beni unutmaya gücü yetmedi yine.
                Yataktan altında sadece donuyla doğruldu Yasin. Bir tankın namlusu gibi hedefini arayan önündeki organını tutarak tuvalete gitti. Ne masal biliyordu; o çok övündüğü namlusunun tutukluk yapan paslı bir tüfek olduğunu ne de Yasin…
Evlendiğinde kız tarafının, yani babamın, aldığı aynalı komidinin önündeki çerçeveden izliyordum onu. Sekiz sene evvel onunla ilk ve son kez birlikte güldüğüm anın ölümsüzlüğe sıkışmış ve orada kalmıştım. Yanımda sekiz yıl önce aşık olduğumu sandığım adamın sonu. Benim gibi konuşamıyor o zaten onu biraz da bu çok konuşmayan halleriyle sevmiş, kaderimizi kördüğümle birbirine bağlamıştım. Sekiz yıldır öteki Masal bu kördüğümü ne çözebiliyor ne de kesip atabiliyor. Sessizliğe kapılıp göğüne kanat çırptığım adamın altında kirli bir çarşaf gibi ezildikçe özgürlüğüme kaybettim o ise sesini kazandı. Yerlerimin ve göklerimin hakimi olduğunu düşünerek uğursuz bir eşya gibi kullandı beni…
O günden beri kendimi ve evlendiğim adamı sadece bu fotoğraf karesinden izliyorum. Masal’ın bu hayatı yaşıyor oluşu benim unutulmaya yüz tutmuş mutlu bir anı olarak onu izliyor oluşum ne kadar adildi? Bir insanın hayatının en mutlu gününün aslında hayatının son mutlu anı olduğunu bilemiyor, göremiyor oluşu ne kadar kötü…Parmağındaki zincirden ve esaretten kurtulma şansını elinden alan sınırlar. Kalemini kırıp, hayatını karara bağlayan kurallar. Masal hangi birine söveceğini bilemiyordu hiç. Oysa evlilik onun için ne büyük umutlara gebeydi. Düşük yaptığı geleceklerinden sonra anladı ki evlilik, toplumu ve inancı tatmin etmek adına uyulması gereken bir zorunluluk bir şarttı. Buna kendini o kadar kaptırmıştı ki ona gülümseyen her erkeğin ona aşık olup, onun mutluluğundan başka bir şey düşünmediğini sanmıştı. Dava karara bağlanıp, kelepçeler parmağa geçirilip, hücrede başbaşa bir gece geçirildiğinde yani elde edilmesi gereken elde edildiğinde madalyonun diğer yüzü doğuyordu ufukta. Sevdiğini sandığın adamın aslında nefret ettiğin adam olduğunu öğrendiğin o an ölmek istiyorsun ama ölemiyorsun. Birinin eşi olmak, namus, cinsiyet, kadın, elalem, din maskesiyle insana sunulan bir çeşit zorunluluktu bu. Eğer sekiz yıl evvel benim yaşlarımdaki Masal evliliği ve hayatı televizyon dizilerindeki gibi düşünüp buna inamasaydı ve yanlış kararlar almasaydı her şey ne kadar değişebilirdi? Fakat ne yazık ki herkes seçimlerinin değil yaptıklarının cezasını ödüyordu. Masal buna inanmış ve sekiz yıl önceki kendinden köşe bucak kaçarak bunu hatırlamayacağını düşünüyordu….
İnsanlığını soyunup odanın ortasına atan bir adamın karısı olup, sekiz yıl hayvan gibi becerilmekten nasıl kaçabilirdi ki? Uzaklarda bildiği tattığı bir hayat yoktu, elindeki mutsuzluk belki de onun tek sahip olabileceği senaryoydu… Fakat ben hak etmemiştim. Köpek gibi becerilmeyi hak edecek hiçbir şey yapmış olamazdım. Buna katlanıyor oluşuna bu yüzden kızıyordum Masal’ın!.
Tüm bunları tuvaletten dönmüş olan Yasin’i çerçevenin içinden izlerken düşünüyordum. Sanki izlendiğinin farkına varan Yasin’in gözü fotoğrafın üzerinde gezindi. Yüzündeki o ifade pişmanlık mıydı yoksa kadere isyan mı anlayamadım.
Yasin çıktıktan sonra ev Masal’a kaldı. Ardında bıraktığı boşluğu ancak gece yarısı başka kadınların kokularına karışan alkol kokusuyla eve dönüp, karanlıkta Masal’ın boşluklarını acele ve beceriksiz hareketlerle dolduruncaya değin Masal rutin işlerine bakıcaktı. Çamaşırlar, bulaşıklar yıkanacak. Yemek hazırlanacaktı eve kocası erken gelirse aç kalmasın diye. Hala ne kadar iyi bir insandı. Onu aldatan onu bir hizmetçi gibi kullanan adama karşı hala biraz iyi niyet… İyi niyetinden ölebilirdi.
Bu gece beklemeyecekti ama Masal. Bunu biliyordum. Her gece olduğu gibi bu gecede teri bira kokan kocasının ışığı açmadan onu soyup becermesini sonrada kıçını dönüp uyumasını beklemeyecekti. Ona büyük bir süprizi vardı Masal’ın bu gece.
Zaman nehrinden yavaşça aktıkça, Masal günahlarının bedeline ramak kalmasına rağmen rutinlerini büyük bir titizlike sürdüyorken onu hayranlıkla izliyordum.  Sekiz yıl önceki halimle onun katlandığı hiçbir şeye katlanamazdım ama onun katlanmaktan başka çaresi var mıydı? Hangi günah yaşamak kadar zordu bunu düşünmeliydim sanırım.
Tüm işleri bittikten sonra her şeye bir göz attı. Birkaç gün yetecek yemekler dolaptaydı. Tüm çamaşırlar kuru ve katlı, tüm tabaklar parlaktı. Ev sanki bir bayram günü gibi heyecanlıydı… Masal buradaki işinin bittiğini düşünerek yatak odasına gitti ve kapıyı usulca kapattı.
Gecenin bir yarısı anahtarın yırttığı sessizlikle uyandı ev. Yolunu zar zor bulan Yasin gürültüsüyle birlikte eve girdi. Tertemiz eşyaların arasından düşe kalka, söve saya yatak odasına girdi. Sekiz yılın getirdiği alışkanlıkların ritüelimsi havasında önce gömleğini sonra pantolonunu çıkarttı.  Yatağa sokuldu. Sokulurken dengesini kaybetti ve tüm karanlığa rağmen her şeyin şahidi olan benim bulunduğum fotoğraftaki çerçeveye çarptı. Düştüm ve kırıldım. Canıma batan cam kırıklıklarının arasından Yasin’in son anlarını izliyordum. Karısını arıyordu onun boşluklarını doldurmak ve kendi içindeki uçurumları doldurmak için… Sekiz yıldır ilk kez karısını yatakta bulamamıştı. Bunu düşünecek halde değildi. Pek berrak olmayan zihnini çok yormadan yatağa bıraktı çöp yığını bedenini. Sızdı.
Tüm karanlığa rağmen yaşanan her şeyin tek bir şahidi kız tarafının aldığı komidinin üzerindeki çerçevede gülümseyen ben, sekiz yılın hüzünlü kokusunun sindiği halının üzerinde öldüm.
Ben öldüm. Evet. Son gördüğüm fotoğrafise; tüm her şeye ancak sekiz yıl dayanabilen Masal’ın tıpkı fotoğraftaki gülümsemesi ve gelinliğiyle kafesinden kaçmaya çalışan bir kuş gibi tavanda asılı oluşuydu.
Ve son duyduğum ses, yıllar sonra çok uzaklarda okunan bir sabah ezanıydı başka bir Öykü’nün dinlemek için doğrulduğu.


Şaban Sarı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...