Pages

Ads 468x60px

29 Mayıs 2016 Pazar

GELECEK SIKINTISI

Gelecek Sıkıntısı
                Tavana konmuş sinekle bakışıyorum gözümü açtığımdan beri. Bankadan gelen telefona uyanmış, söverek telefonu kapattıktan sonra da sinekle birlikte yerimden kalkmaya bir güç bekliyordum. Bir kez uyandıktan sonra uyuyamıyordum ama kalkacak gücü de bulamıyordum. Saat sabah 10 falan. Bir fabrikadaki işçinin uykusu daha açılmamış, bir ofiste ilk kahveler henüz içiliyor, bir öğretmen 3. Dersten itibaren sesini kısmayı başarmış ve belki de sanayide bir çocuk yanlış getirdiği anahtar yüzünden günün ilk küfrünü işitmekteydi.
                Ben de uzanmış yataktan kalkacak bir amaç bir neden arıyordum fakat aradığım hiçbir şey gibi bunu da bulamıyordum. Ben de bazı okulları bitirdim, bazı hobilerim vardı ancak bir şeyler yapma yeteneğimi kaybetmiş gibiyim birkaç aydır. 23 yaşında öldüm ve aylardır gömülmeyi bekler gibiyim.
                Birkaç ay önce, bir gece çok içmiş evin yolunu zor bulmuşken bir çocuk yolumu kesti. “ üşüyorum, açım abi. Para ver” dedi. O kafayla nasıl düşündüğümü hatırlamıyorum ama çocuğa cebimdeki tüm parayı verecek kadar cömerttim galiba. Onun o anlık mutluluğu sanki yıllardır bende kapalı olan bir perdeyi çekerek içime bir şeyler doldurmuştu. Tüm büyük sayılabilecek insan var varlıklara olan nefretim de bunlardan biri sayılabilirdi. Sonuçta oyun oynaması gereken yaşlarda sokakta açlığı, soğuğu öğrenmiş bir çocuk suçlu değildi. Vicdansız büyükler suçlanmalıydı.
                Ayıkken ağlayabilen bir insan değildim fakat sarhoşken her şey gibi ağlamak mantıklı gelmiş ancak çocuğun bu haline ağlayarak tepki gösterebilmiştim. Eve vardığımda olduğum gibi yatağa yığılmıştım…
                Ertesi sabah devasa bir baş ağrısıyla uyandım. Çalıştığım yeri arayarak hasta olduğumu söyledim. Görünürde tabiki de hasta falan değildim fakat ruhum inanılmaz bitkin görünüyordu. Göğsüme oturmuş bir ağırlık beni yatağa bağlıyor, göz kapaklarımı çekiştiren bir güç beni karanlığa çekiyordu. Klinik tedavilerde buna depresyon, melankoli gibi terminolojik afili teşhisler verilebilir. Adı verilmemiş her durum insanlığın en büyük korkusu çünkü, evet. Ben içimdeki bu yeni hissiyse şöyle tarif ederdim; sessiz geceyi yırtan bir patlama sesinden sonra evlerdeki o çaresiz panik-korku arası bekleyiş gibi bir durum. İçimde kimse ölmedi henüz fakat eminim ki bir şeyler eksikti.
                Yataktan bin bir güçlükle kalkıyor, kendimi hemen duşa bırakıyorum. En sıcak ayarda etim yanarken, içim üşüyordu. Su sanki yıllarımın kirli hatıralarını temizleyebilirmiş gibi kaşıyordum kalbimi. Duştan sonra içtiğim kahve tadını alamıyordum. Boğazımdan geçen her şey organik cinayet tadındaydı. Anlatılamaz bir bıkkınlığın tam ortasında çaresiz ve yapayalnızdım.
                Ertesi gün, sonraki gün derken haftalar geçti. Birkaç ay bile geçti ancak içimdeki bu bıkkınlık sıkıntıya dönüştü ve bu oluşan sıkıntı olduğu gibi içimde kaldı. Her şeyden elimi eteğimi çektim. Önce işimi bıraktım. Hiçbir zaman sevmediğim bir işti.  Yükselmek ve biraz fazla para için insanlığın ne kadar alçaldığını görmekten, yüzüme gülüp ardımdan atıp tutan riyakar arkadaşlardan ve hiçbir şeyden anlamayan müşterilerden bıkmıştım. Ne zamandır düşündüğüm ancak daima ertelenecek bir sebep bulduğum bu fikri, hazır ölümüne sıkılmışken yapamasaydım bir daha yapamazdım.
                Sonra telefon numaramı değiştirdim. İyi olup olmadığımı gerçekten merak etmeden yalnızca ihtiyaçlar söz konusu olduğunda arayan ya da hiç aramayan herkese öfkeliydim. Yeni numaramı da yalnızca kız kardeşime verdim. Hayatta güvenebileceğim beni gerçekten düşünen bir tek o vardı çünkü. Ben de onun her şeyiydim. Bu kısım uzun bir aile dramı hiç girip de sizin acınası bakışlarınıza maruz kalmak istemiyorum. Sıkıntım bana yeter.
                İşsiz ve telefonsuz kalınca yatağıma daha da bağlandım. Market işlerini de kapıcıya havale ettikten sonra ev benim bedenim oldu ruhumu tecritte tuttuğum.  24 saatin 24 ü de artık benimdi.
                Oley. Oradan bakınca hayal ettiğiniz hayata kavuşmuş gibi görüyorum. Ancak o işler öyle olmuyor işte.
                Mecburiyet bazen insanın motivasyonudur. Artık istemediğim hiçbir eylemi yapma mecburiyetinde değildim. Biraz rahatlar gibi oldum üstelik böyle olunca. Ruhuma temiz hava geldi sanki. Önce not ala ala uzun listeler haline gelmiş, bir türlü vakit bulup da izleyemediğim tüm filmleri izledim. Okumak istediğim her kitabı ağır ağır sindire sindire okudum. Bunlar üzerine düşündüm. Kendimi aramak gibi bir şeydi. Sonra çokça spor azıcık meditasyon yaptım. Kendimi dinlemek, keşfetmek gibi bir şeydi. Son ses müzik eşliğinde dans ettim, yeni yemekler yaptım. Kendimi kendime tanıtmak gibi bir şeydi.
                Can sıkıntısı tam gitti, harika bir hayatın perdesi açıldı , artık kendimi doğaya bırakacağım dediğim ve kamp için her şeyin hazır olduğu akşam aklıma o çocuk geldi. Oturdum kocaman bir şişe şarap eşliğinde kendimden başlayarak tekrar her şeyi sorgulamaya ve düşündükçe o kendime dair yaptığım her şeyin yerini koca sıkıntı yeniden almaya başladı.
                Hayat kimseye adil değil evet biliyoruz. Çocukların en azından bir şansı olmalıydı.  Çocuklar oyun oynamalı ve kendilerini yaşam kavgası içinde hemen bulmamalılardı. Bu benim varlığımı dağıtan bir etkiydi demek ki yeniden sıkılacak kadar boş vakte sahiptim . isyanım var ulan diyemeyip, yanlışa göz göre göre engel olamamaktı belki de beni sıkan, kabuğumu sıkıştırıp elimi eteğimi yaşam denilen karmaşadan çektirerek beni bir çığlık gibi kullanan bu can sıkıntısı o günden bu güne benimle birlikte geldi.
                İşte sinekle bakışacak kadar yatağa düşüşümün öyküsü. Özendiğiniz hayat üçüncü günden sonra eziyetiniz olabiliyor. Ne istediğinize dikkat edin. Arzuladığınız boş vakte aniden sahip olmak sizi daha hızlı öldürmeye yetebilir. Ben asla ölmüyordum bundan emindim, yalnızca sıkılıyorum. Konuşacak bir kedim bile yoktu ki sıra konuşacak bir insana gelsin. Ve bu suskunluk sıkıntıya sıkıntı ekliyor. Boşaltılmamış bir düşünce yığını haline geliyor kafamın içi. Yapacak bir iş de kalmadığı için bedenim de kendini sıkıntının koynuna bıraktı. En sevdiğiniz, yapmak için en küçük bir fırsatı kolladığınız her türlü etkinlik bir yerden sonra sıkıcı geliyor, en kötüsü bu işte.  Sıradanlaşan her şey beni öldürebilir gibi.
                En acısı daha az sıkılmak için  daha çok yatakta kalmaya çalışıp, uyumak için direnmekti. Uykumu bir afyon gibi kullanıyorum. Günün cebinden birkaç saat daha yaşam çalacak vakti kolluyorum.
                Bugün uyandığımda sanki kendime sonunda bir amaç bulmuştum. Bu amaç yaşama amacıydı. Kaliteli yaşamak için gereken gücü kendime bir anda aşılamış gibiydim. İçimdeki bu can sıkıntısını bir kuluçka dönemi gibi kullanarak kabuğumu kırıp yepyeni bir ben olarak uyanmış birden yataktan fırlamıştım. Sıkıcı gelen her sabah aktivitesi daha bir başka pencereden gözüküyordu gözüme.  Artık kendimin iplerini elime alma zamanı!  Bu can sıkıntısı da sıkmıştı zaten.  Hiç olmadığım kadar kendim olarak yeniden döndüm. Göründüğüm gibi değildim ama olduğum gibi de değildim. Yeniydim. Başkaydım.
                Önce evin temizliğini hallettim. Her şeyin her yerde olan halini düzelttim. Masalardaki kitapları defterleri güzelce dizdim. Sonra kız kardeşimi arayarak akşama beni dışarı çıkarmasını istedim. Can sıkıntısının gidişi kutlamamı kimle yapacaktım başka? Aradığımda heyecanlandı aylar sonra abisi bir şey istemişti ondan çünkü. Gerçekten bahane sayılamayacak bir işi olduğu için kabul edemedi başka bir zamana erteledi bu kutlamayı. Aklıma birkaç isim geldi fakat aynı sıkıcı diyalogları duymamak için onları hemen unuttum. Bu can sıkıntısına bir gün daha dayanamazdım, kutlamayı ben kendim tek başıma yapacağım. Hemen hazırlandım.
                Akşam çökmüş. Gece avlanan hayvanlar gibi insanlarda evlerinden birer ikişer çıkıp kendilerini mekanlara bırakıyorlardı. Aylar sonra ilk kez gökyüzü altında betonsuz çıplaklık içinde yürümek başımı döndürüyor. Sokaklarda insanları izleyerek yürüyorum.
                Hiç bilmediğim bir mekana gitmek istiyorum. Yeniliğimi yeni bir yerde taçlandırmak, kutsamak gayesindeyim.  Gözlerim mekanları tarıyor, beni çağıran bir işaret arıyorum.
                Bir süre dolaşıyorum. Bir an durdum ve yıldızlara bakmak için başımı kaldırdım. Bu açıdan çok görünmeselerde gözüme bir tabela çarptı. Önümdeki binanın en tepesinde bir mekân vardı. Kaç kez buradan geçmeme rağmen ilk kez dikkatimi çekmişti. Bu bir işaret olmalıydı. Yıldızların rehberliğinde mekana doğru yürümeye başladım.
                Adını anmadan hiç direk mekana giriyorum. İnsanların yüzlerindeki acılara şahit olmaması için loş bir ışıklandırma tercih edilen  ortam, daha çok ahşap öğelerle de desteklenerek otantik bir hava yaratılmış. 10-15 masa var ve çoğu boş.  Çiftli tekli masalarda herkes kendince bir yaşamın içinde.  Ben de terastan şehri gören boş bir masaya oturuyorum. Garsona bir bira ve biraz çerez söylüyorum.
                İnsan kendiyle evde baş başa otururken mutlu olabilecek konuşmalar bulabiliyor fakat insan içinde bu bir hayli delilik.  Etrafımdaki yalnız, çift herkes olmadığı ama sırf birilerine kendini beğendirecek vasıflara sahipmiş gibi bir durumda. Bense yalnızlığımın ve kaybolan sıkıntımın tadını ağzımda bozuk bir gülümsemeyle süslüyorum. Biraz konuşmak, bir kez sevişmek, tamamen tanışmadan yaşamak için insanlar ne hallere giriyor buna gülüyorum.  Onca anlamsız kişiliksiz hareket hep yalnızlık korkusu. Beğenilmeme üzüntüsü ve sıkılganlık dürtüsü. Yazık. Hepimize çok yazık.  Herkesin kendince haklı olduğu bir dünyada yaşamak bir hayli zorlaştı doğrusu.  Herkes her şeyden biraz. Tam olan hiçbir ilişki, hayat , merak kalmadı. Hiç vaktimiz yokmuş gibi dar alanda her meraka koşmaya çalışıyoruz. Eziyoruz bazılarını, kalpler kırıyoruz ve farkında bile değiliz. Durup kimsenin ince hikayeleri dinlemeye vakti yok, yok çünkü kendimizi bile dinlemekten anlamaktan aciziz. Her durumla kavgalıyız. Her şey öfkeli.  Bunları düşünürken biram geliyor, düşüncem dağılıyor.
                Hiç tanımadığım bir mekanda yeni bir adam gibi otururken mutluluğun damarlarımda yavaş yavaş çözüldüğünü görüyorum. Alkolün yetkisiyle sıkıntı yerini umuda bırakmaya başlıyor. Sığınacak tek yerim şuan hiç tanımadığım bir mekanda aşina olmadığım, yargılanmadığım insanlarla birlikte bir kaderi yaşıyor olmak.
                Ben tüm bu birkaç ayın özetini kendi kendime çıkartıp, dersimi alırken kendime borçlu çıkıyorum. Hesabı görmeye çalışırken karşı masama bir kadın oturdu.
                Göreceli bir güzellik anlayışında bile güzel sayılabilir. Düz saçları küçük yüzünü biraz daha küçülterek masumane bir hava katmış ona. Alnındaki yazılı hikayeleri saklamak ister gibi bıraktığı perçemi de ayrı bir seksapellik katmış ona. Her anlamda alımlı olan bu kadın, kendinin de farkındaydı. Merak ettiğim teninin rengi değil, ruhundaki hikayelerdi. Hemen hemen tüm tenlerin tadı aynı fakat hiçbir ruhun öyküsü benzer bile değil. Kocaman gözlerinden bu kadında yarım kalmış ama biten bir hikayenin görüntüsünü görebiliyorum.  Fakat bu ona sanki yaşam vermişti tıpkı sıkıntının bana verdiği gibi ve o da bir kutlama yapıyor gibi umutla garsonu arıyordu.  Kollarındaki dövmeler masaya bir kitap gibi uzanmış açılıp okunmayı bekliyor gibi…. Ah nereden çıktı bu kadın şimdi.
                Bir an dalgınlaştı. Çevreye karşı da ilgisizdi. Önceden olsa asla birine bu kadar uzun bakıp, onun hakkında düşünmez, gözlerimi kaçırır, utanırdım. Fakat utancımı da sıkıntının kollarına asmıştım.
                Tanımadığım bir kadını tanıma merakı içimde yeniden tanımlanmaya müsait bir his uyandırıyordu. Biramdan bir yudum daha aldım o an o da başını ağır çekim bir sahneyi izler gibi kaldırdı ve göz göze geldik.
                Gülümsedi mi bana mı öyle geldi hiç emin değilim. Fakat kesinlikle bu yarına aktarılmayacak bir sıkıntının sonu ve yeni bir geleceğin başlangıcıydı, yemin ederim.


 ŞABAN SARI 

1 yorum:

  1. Bu güzel yazı için teşekkürler bayım. Sürükleyici ve herkes gibi

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...