#78
Tanımlamalar
Arkaya
Bakmak
Hayatı bir
uçurumda yaşayanların tam perde kapanacakken hissettikleri deli cesareti gibi
bazen yaşamaya çalışmak, inatla. Yıkık dökük bir bedeni, yırtılmış eski bir
ruhu ve paramparça bir kalbi sıfırdan başlayarak, düşlerinden arttırdıklarıyla,
tırnağıyla kazıyarak yeniden canlı bir şehre çevirmesi için ihtiyacı olan da sadece
kendisidir insanın. Aynaya bakması
gerekir bazen anlamak için ve bunu anladığı an, arkasında kalan harabeye bir
kez bile bakmadan, tek damla gözyaşıyla uğurlamadan geçmişini, yarına kollarını
açabilir. Gitmek hiç bu kadar anlamlı olmamıştır belki de.
Özlem
Oturup özlemin
tanımını yapamayacak kadar suskunum. Duyguları kurumuş bir ağaç gibiyim fakat
hala sohbetini özlediğim insanlar dökülüyor dallarımdan... Bir insan, hiç
tanımadığı bir ismin kelimelerine de özlem duyabilir demek ki... Nihayetinde
kelimelerle beslenen bir canı var ruhlarımızın. Konuşmak iyi geliyor yeşil
ölümlerime fakat bazen uzak düşlerin gölgesinde kalıyor zaman ve özlemek o
zaman lügatımda tanım buluyor, sevgiliye olan özlem kadar huzursuz sohbetine
özlem duymak bir yabancının…
Büyüsü
bozulmadan yaşamın, anlamak gerekiyor özlemek susmaktır, çoğu zaman.
#79
"Sarılmak
Yok"
Bazı filmleri izlediğinde insan, gerçekten sadece filmlerde
karşılaşabileceğimiz duygular olduğuna inanıyor, nedense. Tamir etmenin, değer
bilmenin yerini; değiştirmenin, bir kenara atıp, güncellemelerin aldığı şu
günlerde; aşkı, tutkuyu, şiiri arayanlar için konu olarak en uygun film :
"Kelebeğin Rüyası"...
Basit bir metaforun ürünü aslında ; ya bizim yaşamımız bir
kelebeğin rüyasıysa? Filmin sonunda insan bunu düşünürken buluyor kendini. Bir
kelebeğin ömrü kadar kısa bir yaşamın telaşındayken, bir şeylere geç kalmak
büyük bir pişmanlık oluyor ama bazen tüm şartlar buna engel olmak için
birleşiyor ve filmde hepsine rağmen tutkunun ve gerçeğin peşinde gitmeyi
seyirciye çok iyi yansıtmış hem oyuncular hem yönetmen...
İki şair, iki hikaye ve tek bir son: ölüm. Hikayenin beni ilgilendiren
kısmının birazı buydu aslında. Kelimelerini kanatlandırıp tüm yüreklere
dokunmayı başaramayan tüm şairlerin anısına, iki adamın hüzün dolu hikayesi... İki farklı aşk senaryosuna rağmen, kaçınılmaz kaderin ördüğü o son ağ : ölüm. Sarılmadan da öpüşmeden de sevişmeden de yalnızca ruhla sevmenin ne demek olduğunu anlıyor, aşk'ın ne olduğunu merak eden hayalperestler.
#80
"Hayalindeki beyaz atlı değilsem, bu tahammül niye?" diyorum rüyalarımda. Hayatımsa ertelediğim vedalardan geçilmiyor. Keşkeler pişmanlıklara bulanmış kör topal ilerliyorlar... Aşk'ı sabır olarak görür ama asla tahammül değildir diyerek altını çizer Can Dündar; Hayalindeki insan değilsen birinin bu sevişme açlığından mı alarmlar hep beş dakika dahayla avutuluyor...?
#81
EMİR
İki
tenin arasındaki mesafeden daha uzak değil cehennem,
Sevin!
Duyguların
emrine karşı geldikçe cennet değil yaşam
Sevişin!
#82
Mutsuzluklarımızın
tek sebebi belki de elimizdekilere sahip çıkmak yerine, başkasının
mutluluklarını istiyor oluşumuz. Gen bencildir* ve açgözlüdür insanoğlu. Taze bir ilkbaharı, uçsuz bucaksız bir çiçek bahçesinde yaşarken, çiğnediği kokuları değil dokunamadığı uzakları düşler! Yaşayamayacağın geleceklerin hülyasında boğulmak yerine, elimizdeki güzelliklere sarılsak belki de mutluluğa kanat çırpacak tüm şiirler ve dudaklar!
*Richard Dawkins
"Ş"aban "S"arı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder