Pages

Ads 468x60px

28 Şubat 2014 Cuma

BİR GÜN TÜM ÖLÜMLER AKLIMDAN İÇERİ GİRDİ

BİR GÜN TÜM ÖLÜMLER AKLIMDAN İÇERİ GİRDİ

                                                                                                                                                                                      I.             

RÜYALAR DA GERÇEKLER ÖLMEZ

Ayaktayım. Pencereden gördüğüm dünyayı düşünüyorum. Güneşin görüş günü olmadığı gri günlerden. Bugün ona yasak tüm ışıklar ve bulutların ardında hücresinde uyku tutmamış bir şekilde dönüp duruyor... Sonra o renksizliğin altında dikilen, en sevdiği sonbahar elbiselerini çıkartmış, incecik gövdesini tüm çıplaklığıyla kışa sunan vişne ağacını görüyorum... Şu an onun kadar çıplak, onun kadar çaresiz bir şekilde kendimi doğanın akışına sunduğumun farkındayım. Ensemde Kadın'ın nefesini hissedebiliyorum. Hala nefesinin sıcaklığından ve öfkesinin uğultusundan anladığım kadarıyla namlunun ağzındaki son söz için ona yüzünü dönmemi bekliyor... Kadınların en tehlikeli silahı dudaklarıdır. Bir öpücüğüyle size güneşi gösterip, kavurur ruhunuzu. Dudağından çıkacak tek bir sözle öldürür sizi. Dikkatli olmak lazım. Sanırım gitmesini beklemek yapılabilecek en mantıksız iş. Bir kadının gittiğini tarih görmemiştir.
Pencerenin önünde oturmuş onunla aramızdaki adı kocaman belirsizlik olan ilişkiyi düşünürken, çat kapı gelmişti. Hayatıma girişi gibi, odama girişi de alışılmadık elbette. Karşımdaki duvarda asılı duran ve bana daima hayatın beklenmedik hamleleri karşısında çığlık atan insanlığımı hatırlatan, Edvar Munch'un Skrik (çığlık) tablosunun kopyasının ağzından çıkıvermişti. "Merhaba Soylu efendim." diyerek alaylı bir saygıyla şaşkınlığımı ciddiyetsizliğiyle almaya gelmişti. Cevap vermemiştim. Cevaplarımı hiç bir zaman sevmediği için ona mümkün olduğunca az cevap vermem konusunda bana yemin ettirmişti. Tuhaf biriydi... Her seferinde büyük fırtınalardan geldiğini düşündüğüm dağılmış saçlarıyla, eski çağlardaki kadınların giydiği göğüs kısmı iplerle tutturulan elbisesi içindeki genç göğüsleriyle, yanağındaki gülümsemeyle hüzün karışımı ifadeyle ve en önemlisi göz renginin kan kırmızısı oluşuyla tam anlamıyla tuhaftı... Onun gerçek olduğuna inanmakta bir hayli güçlük çekmem bu yüzdendi...
"Buraya seni terk etmek için geldim Ekselans." 
"Çünkü artık beni çok sık düşünmüyor ve hayallerinize çağırmıyorsunuz. Tarihin kanlı defterlerindeki onlarca cinayetin arasında, bu güzelliğimle korkusuzca dolaşamıyorum. Oysa sizin aklınızın zamanı temiz ve güvenli. Fakat benimle ilk kez karşılaştığınız o günkü heyecanınız ve benimle ilk kez birlikte olduğunuz o ateşiniz sönmeye başladı. Beni kandıramazsın! Bir başkasını düşündüğünüzü anlayacak kadar erkek tanıdım. Sana ekselans falan dediğime bakıp sana önem verdiğimi düşünme! Sen beni düşünmekten vazgeçemezsin ancak ben seni terk edersem biter bu düş! Anlıyor musun küçük Japon askeri!"
Bu son iltifat beni gülümsetmişti. Bana şimdiye dek sövdüğü en komik cümlesi buydu. Kadınlar size ne söylemişse hak etmişsinizdir. Kelimeleri gerçek anlamıyla kullanma konusunda usta bir bıçakçı kadar yetenekli olabiliyorlar.
Benim için gitmesinde bir mahzur yoktu. Neticede onu aklıma sokan da onu aklımdan çıkartacak olan da  bendim. Her şey dediği gibi büyük bir heyecanla başlamıştı, evet. Zaten yeryüzündeki tüm ilişkiler ya bir kibritin alev alması kadar sürede duyulan heyecanla ya da bir gündüz düşünün kısalığı kadar  sürede söylenen yalanlarla başlar. Benim yalan söylemeye hiç ihtiyacım olmadı. Tanrı biliyor -o her şeyi bilir çünkü- ben ona büyük bir heyecanla bağladım kaderimi. Fakat kibrit gibi yandıkça hayalim sönmeye, kaderim kibrit çöpü gibi bükülmeye başladığında, elim yanmadan onu atmam gerektiğini fark ettim... Her ilişkide bu durum geçerlidir, aradaki zaman ve yaşananlar birine zarar vermeye, onu yıpratmaya başlamışsa, onu ağzına alıp söndürmek yerine, o ilişkiyi ardına fırlatman gerekir. Bende öyle yapmak için düşünüyordum zaten. Onu düşündüğümü yüzyıllarca öteden duyabilecek gerçekten güzel hayallerimdendi. Ona isim vermedim. Siz ona Martha, Eva, koca göğüslü Selma ya da uzun bacak diyebilirsiniz. Bu sizin hayalinize bağlı. Ben sadece Kadın diyorum ona. Kadın'ı ne zaman düşünsem gelirdi. Onu düşünmeden önce ona ayrılık cümlelerinden yakışıklı bir paket hazırladım elbette. Romantik ve kibar bir Dük olmanın en birinci kuralı; birini terk ederken bile güzel hatırlanmaya bak.
"Bana cevap ver lanet olası Devrim sevdalısı Looser! Uzaklara bakıp bakıp dalmalar geldiğim yüzyılın başlarında tükendi. Bu modası kaçmış taktiklerinle beni kendine daha fazla bağlayamazsın! İnkâr ediyorum seni ve kendimi! İhbar ediyorum ikimizi Tanrıya: Tanrım, biz günahları işledik ve birbirimizin etine ruh tohumları ekip, ondan gelecek bekledik! Tanrım bizi sakın affetme! " 
"Çünkü sen saygıdeğer Führer'im, sen benim affetmeyeceğim kadar unutulmaz günahımsın. Sen aslımı unutmamam, içimdeki Lucifer'i her daim hatırlamam için dönüp bakacağım, yeryüzünün en büyük günahkârısın! Çünkü sen Rodion Romanoviç Rasnolnikov, beni yani en büyük cinayetini öldürdüğün yere geri dönecek kadar ahmak bir adamsın! Beni düşlerinde becerdiğin gecelerden sonra gündüzleri öldürecek, beni düşünmeyecek kadar dengesiz bir adamsın ve ben şimdi seni terk ediyorum! Yüzüme bak insanın çocukluk hayallerinin Katili! "
O bu cümleleri kurarken benim ne yaptığımı zaten birinci satırdan itibaren yaşamaya başladığım için, artık bu diyalog kendini tekrarlarmaya başlamıştı. Sanırım kendi hayalime sığınan umutsuz bir masal kahramanı olarak hikâyemde sıkışıp kalmış ve bu depresif film karakteri suratlı ama pornografik film vücutlu Kadın'a mahkûm edilmiştim! Ah tanrım. 
"Kulak verin seslerime iyice . "Herkes öldürür sevdiğini " diyerek o cennetin bahçelerini dolduran sesiyle geliyor Üstat yanıma. Onu göremiyorum ama o beni görüyor. Şah damarlarımdan birinde Tanrı, ötekinde Üstat var. Ölümlü bir insan için hem Tanrı'yı hem Kurtiz'i aynı anda hissetmenin ağırlığıyla yeniden uykuya dalıyorum... Kadın yok. Gitmiş. Cevabımı beklemeden hem de. Bu ne kadar da absürd bir rüya olmaya başladı böyle!
O’nun sesi aklımın arka odalarında ağır ağır çalan bir şarkı gibi. Devam ediyor
"Sen kim olduğunu unutmadığın sürece, kimi öldürdüğünün kimin seni öldürdüğünün bir anlamı yok Genç Adam." diyor bana. Yüreğimin sesi dâhil hayatı sessize alıp, ustaya kulak veriyorum. 
"Asıl önemli olan, kendine ve yüreğinde sakladığın hazineye olan sadakatin. Sadakat sır saklamak mıdır? Hayır! Sadakat ayna kadar gerçek olmaktır. Kıyamet kopacaktır. Öyle ya da böyle, yarın ya da şimdi, kopacak. Sadık bir adam asla kadınından kaçmaz, kıyametini saklamaz. Ölüm gibidir sadakat, pazarlığı olmaz. Bir kez o çizgiyi geçersen eğer, geri dönüşün olmaz. Kangren olmuş bir kol gibi, tutulmuş bir dil gibi, işlemez o birliktelik. Kes at, öldür  ama asla devamını umut etme. Sadakati bitmiş bir adam artık hiç bir tufanda gemisini Nuh gibi geleceğe götüremez. " 
"Senin Kadın gitti. Gitsin, eğer gelmek isteseydi senin çağırmanı beklemezdi. Kadın, sadık bir köpek değildir ki çağırınca gelesin. O beyaz bir attır, soluğundan hayat akan. Kadın tek bir şey ister susarken bile içinde bir gerçek! Sen kim olursan ol, o sana ne derse desin doğrularının üzerine inşa edersen kaleni, açıklamaya gerek kalmaz. Hepsini vereceksin, sahip olduğun ne varsa tek bir kadına bir seferde vereceksin çünkü sadakat taksitlendirilemez."
"Çünkü Genç Adam, sevdiğine sadakat verebilen adam, kendinden vazgeçebilen adamdır. Bunu kendi dahi bilmez ama!" http://www.youtube.com/watch?v=O6bU73N2vsU"
Cennet'in o gül kokularının içimdeki karanlığı kovduğu, çorak hislerimin içinde bahar heyecanı bıraktığı sesine kurban Üstad. Senin keyfin yerinde mi yukarıda? O'nunla da sohbetlerin böyleyse eğer, kıskanmamak elde değil Dayı!
"Duydum ki sefere çıkmayı kuruyormuşsun, etme. Bir başkasını sevmeye, bir başkasını dost edinmeye niyetlenmişsin, yapma. Yapma! İnsan, bu yabancı yolculuğunda tek bir tanıdık yüz arar. Sen gitme! Gözlerimizi yaş ediyorsun, gitme o ellere doğru, gitme!
"Aşka hayret etme. Cennet'te cehennemde elimizde, cehennem etme. Yüz çevirme gözünden, sırtını dönme Kadın'a. O'nu inkâr etme, varlığını inkâr etme! Huzuru bozuyorsun, etme! Harama bakıyorsun, hırsızlığı düşlüyorsun başka tenlerde, yazık ediyorsun, etme! 
"İkinci bir şansı kazanmak Oğlum, ilk şansı kaybetmek demektir. Öyle oldu.  İkinci hayat, ilkinde ihanete uğramak değil, ilkine ihanet etmekmiş... Herkes ikinci bir şanstan bahseder ama kimse kötülüğün kapılarından geçişini hatırlamaz. Arasında bir ömür vardır ve hiç bir şey bitmez, sadece değişir Evlat! " "http://www.youtube.com/watch?v=mSG0breOjYY
Söyledikleri duvardaki tablodan, karşıdaki ölümsüzlüğü saklayan kitaplardan sekerek aklımı birer ikişer çakılan çiviler gibiydi. Tahtaları çok iyi anlıyordum. Eğer tutunmak için çiviye ihtiyacı varsa insanın, aklına da olsa çivi çakılması can yakmıyordu... Üstat öylece sustu. Gökyüzünde onun görüş gününde, sakallarında sallanan çocukları gördüm...

 Şaban Sarı

(Devam edecek)


3 yorum:

  1. "Kibrit gibi yandıkça
    hayalim sönmeye, kaderim kibrit çöpü
    gibi bükülmeye başladığında, elim
    yanmadan onu atmam gerektiğini fark
    ettim."
    Ne güzel söylemişsin..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Farkına vardık, eyvallah. Peki o kibriti elimizden atabildik mi Sayın Okuyucum

      Sil
  2. Atmak zorunda kaldım,yoksa kendim yanacaktım

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...