BİR GÜN TÜM
ÖLÜMLER AKLIMDAN İÇERİ GİRDİ
I.
RÜYALAR
DA GERÇEKLER ÖLMEZ
Ayaktayım. Pencereden gördüğüm
dünyayı düşünüyorum. Güneşin görüş günü olmadığı gri günlerden. Bugün ona yasak
tüm ışıklar ve bulutların ardında hücresinde uyku tutmamış bir şekilde dönüp
duruyor... Sonra o renksizliğin altında dikilen, en sevdiği sonbahar
elbiselerini çıkartmış, incecik gövdesini tüm çıplaklığıyla kışa sunan vişne
ağacını görüyorum... Şu an onun kadar çıplak, onun kadar çaresiz bir şekilde
kendimi doğanın akışına sunduğumun farkındayım. Ensemde Kadın'ın nefesini
hissedebiliyorum. Hala nefesinin sıcaklığından ve öfkesinin uğultusundan
anladığım kadarıyla namlunun ağzındaki son söz için ona yüzünü dönmemi
bekliyor... Kadınların en tehlikeli silahı dudaklarıdır. Bir öpücüğüyle size
güneşi gösterip, kavurur ruhunuzu. Dudağından çıkacak tek bir sözle öldürür
sizi. Dikkatli olmak lazım. Sanırım gitmesini beklemek yapılabilecek en
mantıksız iş. Bir kadının gittiğini tarih görmemiştir.
Pencerenin önünde oturmuş
onunla aramızdaki adı kocaman belirsizlik olan ilişkiyi düşünürken, çat kapı
gelmişti. Hayatıma girişi gibi, odama girişi de alışılmadık elbette. Karşımdaki
duvarda asılı duran ve bana daima hayatın beklenmedik hamleleri karşısında
çığlık atan insanlığımı hatırlatan, Edvar Munch'un Skrik (çığlık) tablosunun
kopyasının ağzından çıkıvermişti. "Merhaba Soylu efendim." diyerek
alaylı bir saygıyla şaşkınlığımı ciddiyetsizliğiyle almaya gelmişti. Cevap
vermemiştim. Cevaplarımı hiç bir zaman sevmediği için ona mümkün olduğunca az
cevap vermem konusunda bana yemin ettirmişti. Tuhaf biriydi... Her seferinde
büyük fırtınalardan geldiğini düşündüğüm dağılmış saçlarıyla, eski çağlardaki
kadınların giydiği göğüs kısmı iplerle tutturulan elbisesi içindeki genç
göğüsleriyle, yanağındaki gülümsemeyle hüzün karışımı ifadeyle ve en önemlisi
göz renginin kan kırmızısı oluşuyla tam anlamıyla tuhaftı... Onun gerçek
olduğuna inanmakta bir hayli güçlük çekmem bu yüzdendi...
"Buraya seni terk etmek
için geldim Ekselans."
"Çünkü artık beni çok sık
düşünmüyor ve hayallerinize çağırmıyorsunuz. Tarihin kanlı defterlerindeki
onlarca cinayetin arasında, bu güzelliğimle korkusuzca dolaşamıyorum. Oysa
sizin aklınızın zamanı temiz ve güvenli. Fakat benimle ilk kez karşılaştığınız
o günkü heyecanınız ve benimle ilk kez birlikte olduğunuz o ateşiniz sönmeye
başladı. Beni kandıramazsın! Bir başkasını düşündüğünüzü anlayacak kadar erkek
tanıdım. Sana ekselans falan dediğime bakıp sana önem verdiğimi düşünme! Sen beni
düşünmekten vazgeçemezsin ancak ben seni terk edersem biter bu düş! Anlıyor
musun küçük Japon askeri!"
Bu son iltifat beni
gülümsetmişti. Bana şimdiye dek sövdüğü en komik cümlesi buydu. Kadınlar size
ne söylemişse hak etmişsinizdir. Kelimeleri gerçek anlamıyla kullanma konusunda
usta bir bıçakçı kadar yetenekli olabiliyorlar.
Benim için gitmesinde bir
mahzur yoktu. Neticede onu aklıma sokan da onu aklımdan çıkartacak olan da
bendim. Her şey dediği gibi büyük bir heyecanla başlamıştı, evet. Zaten yeryüzündeki
tüm ilişkiler ya bir kibritin alev alması kadar sürede duyulan heyecanla ya da
bir gündüz düşünün kısalığı kadar sürede söylenen yalanlarla başlar.
Benim yalan söylemeye hiç ihtiyacım olmadı. Tanrı biliyor -o her şeyi bilir çünkü-
ben ona büyük bir heyecanla bağladım kaderimi. Fakat kibrit gibi yandıkça
hayalim sönmeye, kaderim kibrit çöpü gibi bükülmeye başladığında, elim yanmadan
onu atmam gerektiğini fark ettim... Her ilişkide bu durum geçerlidir, aradaki
zaman ve yaşananlar birine zarar vermeye, onu yıpratmaya başlamışsa, onu ağzına
alıp söndürmek yerine, o ilişkiyi ardına fırlatman gerekir. Bende öyle yapmak
için düşünüyordum zaten. Onu düşündüğümü yüzyıllarca öteden duyabilecek
gerçekten güzel hayallerimdendi. Ona isim vermedim. Siz ona Martha, Eva, koca
göğüslü Selma ya da uzun bacak diyebilirsiniz. Bu sizin hayalinize bağlı. Ben
sadece Kadın diyorum ona. Kadın'ı ne zaman düşünsem gelirdi. Onu düşünmeden
önce ona ayrılık cümlelerinden yakışıklı bir paket hazırladım elbette. Romantik
ve kibar bir Dük olmanın en birinci kuralı; birini terk ederken bile güzel
hatırlanmaya bak.
"Bana cevap ver lanet
olası Devrim sevdalısı Looser! Uzaklara bakıp bakıp dalmalar geldiğim yüzyılın
başlarında tükendi. Bu modası kaçmış taktiklerinle beni kendine daha fazla
bağlayamazsın! İnkâr ediyorum seni ve kendimi! İhbar ediyorum ikimizi Tanrıya:
Tanrım, biz günahları işledik ve birbirimizin etine ruh tohumları ekip, ondan
gelecek bekledik! Tanrım bizi sakın affetme! "
"Çünkü sen saygıdeğer
Führer'im, sen benim affetmeyeceğim kadar unutulmaz günahımsın. Sen aslımı
unutmamam, içimdeki Lucifer'i her daim hatırlamam için dönüp bakacağım, yeryüzünün
en büyük günahkârısın! Çünkü sen Rodion Romanoviç Rasnolnikov, beni yani en
büyük cinayetini öldürdüğün yere geri dönecek kadar ahmak bir adamsın! Beni
düşlerinde becerdiğin gecelerden sonra gündüzleri öldürecek, beni düşünmeyecek
kadar dengesiz bir adamsın ve ben şimdi seni terk ediyorum! Yüzüme bak insanın
çocukluk hayallerinin Katili! "
O bu cümleleri kurarken benim
ne yaptığımı zaten birinci satırdan itibaren yaşamaya başladığım için, artık bu
diyalog kendini tekrarlarmaya başlamıştı. Sanırım kendi hayalime sığınan
umutsuz bir masal kahramanı olarak hikâyemde sıkışıp kalmış ve bu depresif film
karakteri suratlı ama pornografik film vücutlu Kadın'a mahkûm edilmiştim! Ah
tanrım.
"Kulak
verin seslerime iyice . "Herkes öldürür sevdiğini " diyerek
o cennetin bahçelerini dolduran sesiyle geliyor Üstat yanıma. Onu göremiyorum
ama o beni görüyor. Şah damarlarımdan birinde Tanrı, ötekinde Üstat var. Ölümlü
bir insan için hem Tanrı'yı hem Kurtiz'i aynı anda hissetmenin ağırlığıyla
yeniden uykuya dalıyorum... Kadın yok. Gitmiş. Cevabımı beklemeden hem de. Bu
ne kadar da absürd bir rüya olmaya başladı böyle!
O’nun sesi aklımın arka
odalarında ağır ağır çalan bir şarkı gibi. Devam ediyor
"Sen kim olduğunu
unutmadığın sürece, kimi öldürdüğünün kimin seni öldürdüğünün bir anlamı yok
Genç Adam." diyor bana. Yüreğimin sesi dâhil hayatı sessize alıp, ustaya
kulak veriyorum.
"Asıl önemli olan,
kendine ve yüreğinde sakladığın hazineye olan sadakatin. Sadakat sır saklamak
mıdır? Hayır! Sadakat ayna kadar gerçek olmaktır. Kıyamet kopacaktır. Öyle ya
da böyle, yarın ya da şimdi, kopacak. Sadık bir adam asla kadınından kaçmaz, kıyametini
saklamaz. Ölüm gibidir sadakat, pazarlığı olmaz. Bir kez o çizgiyi geçersen
eğer, geri dönüşün olmaz. Kangren olmuş bir kol gibi, tutulmuş bir dil gibi,
işlemez o birliktelik. Kes at, öldür ama asla devamını umut etme.
Sadakati bitmiş bir adam artık hiç bir tufanda gemisini Nuh gibi geleceğe
götüremez. "
"Senin Kadın gitti.
Gitsin, eğer gelmek isteseydi senin çağırmanı beklemezdi. Kadın, sadık bir
köpek değildir ki çağırınca gelesin. O beyaz bir attır, soluğundan hayat akan.
Kadın tek bir şey ister susarken bile içinde bir gerçek! Sen kim olursan ol, o
sana ne derse desin doğrularının üzerine inşa edersen kaleni, açıklamaya gerek
kalmaz. Hepsini vereceksin, sahip olduğun ne varsa tek bir kadına bir seferde
vereceksin çünkü sadakat taksitlendirilemez."
"Çünkü Genç Adam,
sevdiğine sadakat verebilen adam, kendinden vazgeçebilen adamdır. Bunu kendi
dahi bilmez ama!" http://www.youtube.com/watch?v=O6bU73N2vsU"
Cennet'in o gül kokularının
içimdeki karanlığı kovduğu, çorak hislerimin içinde bahar heyecanı bıraktığı
sesine kurban Üstad. Senin keyfin yerinde mi yukarıda? O'nunla da sohbetlerin
böyleyse eğer, kıskanmamak elde değil Dayı!
"Duydum ki sefere çıkmayı
kuruyormuşsun, etme. Bir başkasını sevmeye, bir başkasını dost edinmeye
niyetlenmişsin, yapma. Yapma! İnsan, bu yabancı yolculuğunda tek bir tanıdık
yüz arar. Sen gitme! Gözlerimizi yaş ediyorsun, gitme o ellere doğru, gitme!
"Aşka hayret etme.
Cennet'te cehennemde elimizde, cehennem etme. Yüz çevirme gözünden, sırtını
dönme Kadın'a. O'nu inkâr etme, varlığını inkâr etme! Huzuru bozuyorsun, etme!
Harama bakıyorsun, hırsızlığı düşlüyorsun başka tenlerde, yazık ediyorsun,
etme!
"İkinci bir şansı
kazanmak Oğlum, ilk şansı kaybetmek demektir. Öyle oldu. İkinci hayat,
ilkinde ihanete uğramak değil, ilkine ihanet etmekmiş... Herkes ikinci bir
şanstan bahseder ama kimse kötülüğün kapılarından geçişini hatırlamaz. Arasında
bir ömür vardır ve hiç bir şey bitmez, sadece değişir Evlat! " "http://www.youtube.com/watch?v=mSG0breOjYY
Söyledikleri duvardaki
tablodan, karşıdaki ölümsüzlüğü saklayan kitaplardan sekerek aklımı birer
ikişer çakılan çiviler gibiydi. Tahtaları çok iyi anlıyordum. Eğer tutunmak için
çiviye ihtiyacı varsa insanın, aklına da olsa çivi çakılması can yakmıyordu... Üstat
öylece sustu. Gökyüzünde onun görüş gününde, sakallarında sallanan çocukları
gördüm...
(Devam
edecek)
"Kibrit gibi yandıkça
YanıtlaSilhayalim sönmeye, kaderim kibrit çöpü
gibi bükülmeye başladığında, elim
yanmadan onu atmam gerektiğini fark
ettim."
Ne güzel söylemişsin..
Farkına vardık, eyvallah. Peki o kibriti elimizden atabildik mi Sayın Okuyucum
SilAtmak zorunda kaldım,yoksa kendim yanacaktım
YanıtlaSil