Ruh Parçası #121
- Nereden geliyorsun bu saatte, üstün başın gelecek kokuyor?
Üstelik yanağındaki o gülümseme de nereden çıktı?
- Anlatsam da inanmazsın. Hiçbir sözlükte içimdeki baharı
anlatmaya yetecek sözcük yoktur….
-O zaman bir duble rakı koy da açılınca dökersin dilinin
altındaki itirafları, haydi….
(sessizliğimdeki tıkırtılar geceye nasıl da yakışıyor,
yıldızlar aydınlatıyor masamı her gece…)
-Hiç bitmesin istediğin bir düşün tam ortasında, zorunda olduğun için uyanıyorsun ve aklının tadında
yarım kalmış bir heyecan. Aklına
getirmeye çalıştıkça o an’ı ; kendi inanmak istediğin senaryoya inanıyorsun ve
Atlas, en çok bu soru kaçırtıyor aklımı:
acaba doğru mu gördüm?
- Ben böyle fani işlerden anlamam ama fikrimi soracak
olursan cebinde sakladığın kelimeleri yoluna
serpmelisin. Bırak emeğinle ve heyecanınla hazırlanmış bu yolda yürümek ya da
yürümemek kararını o versin…
-Hazır değilim Atlas, anlıyor musun hazır değilim. Bu kadar
korumuşken zamanı, soldurmadan yaşamını canlı kalabilmişken ,yolumdan geri
dönme ihtimali bile beni korkutmaya yetiyor; ilk düşüşümde kalkacak gücüm vardı
ama bir kez daha kalkabilir miyim bilmiyorum… Ne umutlanabiliyorum üzerimdeki
gelecek kokusuna rağmen ne de vazgeçebiliyorum tadımdaki sohbetinden….
-Ah benim deli beyim, eğer yanlış durakta karşılaşmış iki
kaderse ruhlarınız, birbirinizin vaktinden çalmaya hakkınız yok, yaşam anlık
bir dalgınlığı ömür boyu affetmeyebilir çünkü. Ya ilk durakta inmelisiniz çok
uzaklaşmadan kendinizden ya da
söylemelisiniz aklınızdaki tüm patikaları ve yarın birlikte bir ömre mi yoksa
ayrı kaderlere mi devam edeceğinizi bilmelisiniz. Bu belirsizlik seni daha da
delirticek biliyorum, bu kez farklı tadın ama ölürsen hiçbir Tanrı kaldıramaz
seni…
-Tüm dualarımın ilk cümlesi adı olmuş, farkında değilim.
Göğe kaçak çıktığım fikirlerimde hep silüeti, uzanmış çocukluğumla bulutlarda
hayalgücü yarıştırırken ben hep ona benzetiyorum bulutları… Alışık değilim
böyle sarhoşluklara, güzelliği çarpıyor ; öleceksem böyle bir zevkten ölmek
isterim Evlat…
-Nereye kadar sürecek bu sarhoşluk efendim? Boğazından damarlarına akan zamana dayanacak
gücün yok, yıkık dökük hayallerin arasında soğumaya yüz tutmuş bir bedenle daha
ne kadar kovalayabilirsin saçlarındaki kelebekleri… Ölüyorsunuz efendim
farkında değil misiniz?
- Ölmekse böyle heyecandan ölmek olmalı ve Eylül ayı
vedaların ayıdır. Tüm aydınlık ruhlar birer birer cennetlerine yol alırken ben
hiç tanımadığım bir mevsimin koynunda onlara katılmışım çok mu? Ben Eylüllere
anılarımı gömdüm, hikayelerimi sakladım bir ömrü daha uğurlamışım çok mu ?
- Dokunamadığın umutlar yapraklarını döküyor. Çıplak bir
ağaç gibi kışa hazırlıyorsun ince
bedenini; kış bir hayli yalnız geçicek dallarındaki yarınlar kırılır dayanamaz
buna. Güneş ısıtmıyor tenini, karanlık mağaralardan kaçman gerek. Sözlerinin
ışığında ilerlemelisin, konuş efendim konuş, siz susarsanız ölür doğanız…. Ne
Eylüller ardınızdan sizi hatırlar ne eski heyecanlar; tüm sevdiklerinizi
önünüzde taşıyın efendimiz…
- Konuşmaya nereden başlayacağımı bilmiyorum, bazen sen
kadar yakınken bana, bazense birkaç galaksi var sanki aramızda. Tam “işte bu,
şimdi” diyorum ama bu kez paçamdan kocaman bir korku tutuyor. Aşk korkaklara
göre bir heyecan değil, bunu hep ben söyledim ama birinin değerini kaybetmeden
anlayabilmek korkaklık sayılmaz. Dudaklarımdan yanlış, istemediği bir kelime
kaçsa, kazayla sanki büyüsü bozulacak ve düşümden uyanacağım. İşte o zaman
konuşmak isteyeceğimi hiç sanmıyorum; uzattıkça uzatıyorum geceleri , ben kendi
dünyamda kurduğum geleceğe inanıyorum;
beni sevmesini ya da yolumda yürümesini istemiyorum evlat; ben sadece
beni bu düşten uyandırmadan, gitmek tek çaresiyse sessizce gitmesini istiyorum.
-Peki ya o size gelmek için mevsiminizi bekliyorsa efendim.
Değerli yalnızlığınıza dokunmaktan
korkuyor, sözleriyle sizi incitmekten çekiniyorsa? Bilemezsiniz efendim,
konuşmadan, yastık altında sakladığınız cümleleri gün yüzüne çıkartmadan
ölemezsiniz!
- Sevmek ya da sevilmemek ; bütün mesele konuşabilmekte!
- Tanrı aşkına bırakınız bu kıvrak cümleleri de soruma cevap
veriniz; bahsettiğiniz üzere aynada kendinizi görmüş gibisiniz, gerçekten ya
sizin kadar yorgunsa?
- Bir ömre geç kaldıktan sonra ikinci kez kapısını
aşındırmak ağır geliyor anlıyor musun. Kapı ardına kadar açık kalsa, aşka davet
edilsem de belirsiz bir heyecan adımlarıma pranga olur; gidemem. Ellerimden
tutacak kadar hazır değiliz belki de en iyisi kelebeğin kanatlarındaki renkli
heyecanımın güneyde bir fırtınaya kapılmasını beklemek. Zamana hiç
güvenmiyorum, hep geç kalıyorum ömrümün baharlarına ama başka çarem yok,
anlıyor musun….
- Bir kez daha cesur bir savaş vermek yerine yine susmayı
tercih ediyorsunuz efendim, size hiç yakışmıyor. Aldığınız yaralar sizi çok
değiştirdi, farkında mısınız?
-Farkında olmam yaralarımın sızısını dindirmiyor.
Kaybettiklerimi geri getirmiyor, bu saatten sonra pişman da olmayacağım; tüm
kararlarıma olduğu gibi bir sevdanın daha ölümüne saygı duymalısın Atlas!
-Ama efendim
-Aması falan yok Atlas. Bırak kendi inandığım heyecanla
yaşamayı öğreneyim, bırak ben sevildiğime inanayım başkası hiç bilmesin. Bırak
bir gece yarısı gökyüzünde bir yıldız olayım ama bırak kimse beni öldürmesin,
bırak onu ben yapayım!
-Peki efendim, hayatınızdaki pişmanlıklarda bol şans, bana
müsaade, lütfen
- Varlığına Atlas, Kimseye diyemediklerimin bi kısmını
dinleyen varlığına!!!
Şaban Sarı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder