Pages

Ads 468x60px

12 Ekim 2013 Cumartesi

Ruh Parçaları #121

Ruh Parçası #121

- Nereden geliyorsun bu saatte, üstün başın gelecek kokuyor? Üstelik yanağındaki o gülümseme de nereden çıktı?
- Anlatsam da inanmazsın. Hiçbir sözlükte içimdeki baharı anlatmaya yetecek sözcük yoktur….
-O zaman bir duble rakı koy da açılınca dökersin dilinin altındaki itirafları, haydi….

(sessizliğimdeki tıkırtılar geceye nasıl da yakışıyor, yıldızlar aydınlatıyor masamı her gece…)

-Hiç bitmesin istediğin bir düşün tam ortasında,  zorunda olduğun için uyanıyorsun ve aklının tadında yarım kalmış bir heyecan.  Aklına getirmeye çalıştıkça o an’ı ; kendi inanmak istediğin senaryoya inanıyorsun ve Atlas,  en çok bu soru kaçırtıyor aklımı: acaba doğru mu gördüm?
- Ben böyle fani işlerden anlamam ama fikrimi soracak olursan cebinde sakladığın kelimeleri  yoluna serpmelisin. Bırak emeğinle ve heyecanınla hazırlanmış bu yolda yürümek ya da yürümemek kararını o versin…
-Hazır değilim Atlas, anlıyor musun hazır değilim. Bu kadar korumuşken zamanı, soldurmadan yaşamını canlı kalabilmişken ,yolumdan geri dönme ihtimali bile beni korkutmaya yetiyor; ilk düşüşümde kalkacak gücüm vardı ama bir kez daha kalkabilir miyim bilmiyorum… Ne umutlanabiliyorum üzerimdeki gelecek kokusuna rağmen ne de vazgeçebiliyorum tadımdaki sohbetinden….
-Ah benim deli beyim, eğer yanlış durakta karşılaşmış iki kaderse ruhlarınız, birbirinizin vaktinden çalmaya hakkınız yok, yaşam anlık bir dalgınlığı ömür boyu affetmeyebilir çünkü. Ya ilk durakta inmelisiniz çok uzaklaşmadan kendinizden  ya da söylemelisiniz aklınızdaki tüm patikaları ve yarın birlikte bir ömre mi yoksa ayrı kaderlere mi devam edeceğinizi bilmelisiniz. Bu belirsizlik seni daha da delirticek biliyorum, bu kez farklı tadın ama ölürsen hiçbir Tanrı kaldıramaz seni…
-Tüm dualarımın ilk cümlesi adı olmuş, farkında değilim. Göğe kaçak çıktığım fikirlerimde hep silüeti, uzanmış çocukluğumla bulutlarda hayalgücü yarıştırırken ben hep ona benzetiyorum bulutları… Alışık değilim böyle sarhoşluklara, güzelliği çarpıyor ; öleceksem böyle bir zevkten ölmek isterim Evlat…
-Nereye kadar sürecek bu sarhoşluk efendim?  Boğazından damarlarına akan zamana dayanacak gücün yok, yıkık dökük hayallerin arasında soğumaya yüz tutmuş bir bedenle daha ne kadar kovalayabilirsin saçlarındaki kelebekleri… Ölüyorsunuz efendim farkında değil misiniz?
- Ölmekse böyle heyecandan ölmek olmalı ve Eylül ayı vedaların ayıdır. Tüm aydınlık ruhlar birer birer cennetlerine yol alırken ben hiç tanımadığım bir mevsimin koynunda onlara katılmışım çok mu? Ben Eylüllere anılarımı gömdüm, hikayelerimi sakladım bir ömrü daha uğurlamışım çok mu ?
- Dokunamadığın umutlar yapraklarını döküyor. Çıplak bir ağaç gibi kışa  hazırlıyorsun ince bedenini; kış bir hayli yalnız geçicek dallarındaki yarınlar kırılır dayanamaz buna. Güneş ısıtmıyor tenini, karanlık mağaralardan kaçman gerek. Sözlerinin ışığında ilerlemelisin, konuş efendim konuş, siz susarsanız ölür doğanız…. Ne Eylüller ardınızdan sizi hatırlar ne eski heyecanlar; tüm sevdiklerinizi önünüzde taşıyın efendimiz…
- Konuşmaya nereden başlayacağımı bilmiyorum, bazen sen kadar yakınken bana, bazense birkaç galaksi var sanki aramızda. Tam “işte bu, şimdi” diyorum ama bu kez paçamdan kocaman bir korku tutuyor. Aşk korkaklara göre bir heyecan değil, bunu hep ben söyledim ama birinin değerini kaybetmeden anlayabilmek korkaklık sayılmaz. Dudaklarımdan yanlış, istemediği bir kelime kaçsa, kazayla sanki büyüsü bozulacak ve düşümden uyanacağım. İşte o zaman konuşmak isteyeceğimi hiç sanmıyorum; uzattıkça uzatıyorum geceleri , ben kendi dünyamda kurduğum geleceğe inanıyorum;  beni sevmesini ya da yolumda yürümesini istemiyorum evlat; ben sadece beni bu düşten uyandırmadan, gitmek tek çaresiyse sessizce gitmesini istiyorum.
-Peki ya o size gelmek için mevsiminizi bekliyorsa efendim. Değerli  yalnızlığınıza dokunmaktan korkuyor, sözleriyle sizi incitmekten çekiniyorsa? Bilemezsiniz efendim, konuşmadan, yastık altında sakladığınız cümleleri gün yüzüne çıkartmadan ölemezsiniz!
- Sevmek ya da sevilmemek ; bütün mesele konuşabilmekte!
- Tanrı aşkına bırakınız bu kıvrak cümleleri de soruma cevap veriniz; bahsettiğiniz üzere aynada kendinizi görmüş gibisiniz, gerçekten ya sizin kadar yorgunsa?
- Bir ömre geç kaldıktan sonra ikinci kez kapısını aşındırmak ağır geliyor anlıyor musun. Kapı ardına kadar açık kalsa, aşka davet edilsem de belirsiz bir heyecan adımlarıma pranga olur; gidemem. Ellerimden tutacak kadar hazır değiliz belki de en iyisi kelebeğin kanatlarındaki renkli heyecanımın güneyde bir fırtınaya kapılmasını beklemek. Zamana hiç güvenmiyorum, hep geç kalıyorum ömrümün baharlarına ama başka çarem yok, anlıyor musun….
- Bir kez daha cesur bir savaş vermek yerine yine susmayı tercih ediyorsunuz efendim, size hiç yakışmıyor. Aldığınız yaralar sizi çok değiştirdi, farkında mısınız?
-Farkında olmam yaralarımın sızısını dindirmiyor. Kaybettiklerimi geri getirmiyor, bu saatten sonra pişman da olmayacağım; tüm kararlarıma olduğu gibi bir sevdanın daha ölümüne saygı duymalısın Atlas!
-Ama efendim
-Aması falan yok Atlas. Bırak kendi inandığım heyecanla yaşamayı öğreneyim, bırak ben sevildiğime inanayım başkası hiç bilmesin. Bırak bir gece yarısı gökyüzünde bir yıldız olayım ama bırak kimse beni öldürmesin, bırak onu ben yapayım!
-Peki efendim, hayatınızdaki pişmanlıklarda bol şans, bana müsaade, lütfen
- Varlığına Atlas, Kimseye diyemediklerimin bi kısmını dinleyen varlığına!!!

Şaban Sarı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...